pain teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- {i} sancı
Eğer doğum sancıları insanların dediği kadar acı verseydi, herkesin sadece bir çocuğu olurdu.
- If labor pains would hurt so much as people say, everyone would only have one child!
Her otuz dakikada doğum sancım var.
- I have labor pains every thirty minutes.
- sızı
Vücudumun her tarafında ağrılarım ve sızılarım var.
- I have aches and pains all over my body.
- ıstırap
- acı
Karnında herhangi bir acı hissediyor musun?
- Do you feel any pain in your stomach?
Bu acıya dayanamıyorum.
- I can't stand this pain.
- ağrı
Midemde ara sıra olan ağrılar var.
- I have occasional pains in the stomach.
Tom artık ağrıya tahammül edemediği zaman, hastaneye gitti.
- When Tom couldn't bear the pain any longer, he went to the hospital.
- {i} ceza
Cézanne doğanın yeni bir biçimde nasıl resmedileceğini biliyordu.
- Cézanne knew how to paint nature in a new way.
- {i} ızdırap
Izdırap içindesin, değil mi?
- You're in pain, aren't you?
Sol ayak parmağımda ızdıraplı bir acı hissettim.
- I felt excruciating pain in my left big toe.
- veca
- batar
- patika
- baş belası
Sen bir baş belasısın.
- You're a pain in the neck.
Sen bir baş belasısın.
- You're a pain in the ass.
- {f} acı çek
Yara atletin büyük acı çekmesine sebep oldu.
- The injury caused the athlete great pain.
Tom Mary'nin acı çektiğini hissetti.
- Tom sensed that Mary was in pain.
- kalbini kırmak
- kırmak
- incitmek
- üzmek
- {i} emek
Emeksiz kazanç olmaz.
- No gains without pains.
- i ağrı
- sel
- karamsar
- {i} dert, keder
- sıkıntı/acı
- {f} canını yakmak
- painedcanı acımış
- {i} elem
- üz/acı/acıt
- {f} 1. canını yakmak, eziyet
- {i} azap
- {f} acıtmak
- (Tıp) (pl). Doğum ağrıları
- {i} eziyet
Çok eziyetli. Onu durdurun!
- It's so painful. Stop it!
- {i} çoğ. özen, ihtimam, itina
- {i} çoğ. doğum sancıları
- agrı veya acı vermek
- {i} zahmet
O gerçekten zahmetli görünüyor.
- That looks really painful.
O, bana yardım etme zahmetinde bulunmadı.
- He spared no pains to help me.
- (Tıp) Ağrı, acı, sızı, dolor
- {i} dert
- {f} eziyet etmek
- acı çekmek
Kimse acı çekmek istemez.
- Nobody wants to be in pain.
- sance
- ağrılar
- acıya
- sanc
- ezinç
- pain in the neck
- baş belası
- pain in the neck
- baş belâsı
- painful
- {s} ağrılı
Artrit, eklemleri etkileyen ağrılı bir durumdur.
- Arthritis is a painful condition that affects the joints.
O, beş yıllık ağrılı kanser tedavisi boyunca cesaretini kaybetmedi.
- Throughout the five years of painful cancer treatments, he managed to keep a stiff upper lip.
- pain point
- Sıkıntı, sorun, ihtiyaç, sıkıntılı durum, çözülmesi gereken sorun
- pain in the neck
- boyun ağrısı
- pain in the neck
- (deyim) karın ağrısı
- pain in the ass
- baş belası
- pain management
- (Tıp) ağrı tedavisi
- pain medication
- (Diş Hekimliği) ağrı kesici
- pain of
- cezası ile
- pain pill
- (Tıp) ağrı kesici
- pain threshold
- ağrı eşiği
- pain tolerance
- (Pisikoloji, Ruhbilim) ağrı toleransı
- pain free
- acısız
- pain in the neck
- dert
- pain in ass
- got ağrısı
- pain in neck
- boyun ağrısı
- pain in the anus
- ağrı anüs
- pain in the arm
- kol ağrısı
- pain in the ass
- baş belası, dert
- pain in the bowels; colic
- bağırsaklarda ağrı; kolik
- pain in the eye
- (Tıp, İlaç) Göz ağrısı
- pain in the nose
- burun ağrı
- pain in the shoulder
- omuz ağrısı
- pain in the stomach
- Mide ağrısı
- pain killer
- ağrı kesici
- pain of arthritis
- artrit ağrı
- pain of death
- ölüm acı
- pain reliever
- Ağrı kesici
pain reliever = analgesic = painkiller.
- pain that throbs
- acı ki çarpıyor Cucumis
- pain-free
- Ağrısız
- pain cease
- ağrı kesilmesi
- pain clinics
- (Tıp) ağrı klinikleri
- pain disorders
- (Pisikoloji, Ruhbilim) ağrı rahatsızlıkları
- pain endurance
- (Pisikoloji, Ruhbilim) ağrıya dayanıklılık
- pain in the kidney
- (Tıp) böbrek ağrısı
- pain in the neck
- can sıkıcı tip
- pain level
- (Tıp) ağrının şiddeti
- pain level
- (Tıp) ağrı şiddeti
- pain measurement
- (Tıp) ağrı ölçümü
- pain receptor
- (Pisikoloji, Ruhbilim) ağrı alıcısı
- pain relief
- acıyı giderme
- pain spot
- (Pisikoloji, Ruhbilim) ağrı noktası
- painfully
- acı verici şekilde
- no pain no gain
- Zahmetsiz rahmet olmaz
- referred pain
- (Geometri) Yansıyan ağrı: Vücudun herhangi bir bölgesinde meydana gelen rahatsızlığın, o bölge dışındaki bir yerde ağrı olarak hissedilmesi
- abdominal pain
- karın ağrısı
- painlessly
- ağrısızca
- painlessly
- acıtmadan
- painlessly
- ağrısız
- stomach pain
- (Tıp) karın ağrısı
- acute pain
- şiddetli ağrı
- acute pain
- akut ağrı
O, hayatında akut ağrıdan çekiyor.
- He's suffering from acute pain in his life.
- cause pain
- ağrıtmak
- dull one's pain
- acısını dindirmek
- dull the pain
- ağrıyı gidermek
- endure the pain
- acıya katlanmak
- eye pain
- (Tıp) göz ağrısı
- foot pain
- (Tıp) ayak ağrısı
- inflict pain
- canını acıtmak
- inflict pain
- cefa etmek
- inflict pain
- acı vermek
- inflict pain on
- cefa etmek
- labor pain
- (Tıp) doğum sancısı
- muscle pain
- (Tıp) adale ağrısı
- neck pain
- (Tıp) boyun ağrısı
- out of pain
- ağrısız
- pained
- karamsar
- pained
- dertli
- painful
- ıstıraplı
- painfulness
- üzücü
- pains
- gayret
- pelvic pain
- (Tıp) pelvik ağrı
- reduce the pain
- ağrıyı kesmek
- reflective pain
- Yansıyan ağrı: Vücudun herhangi bir bölgesinde meydana gelen rahatsızlığın, o bölge dışındaki bir yerde ağrı olarak hissedilmesi
- relieve one's pain
- ağrısını dindirmek
- relieve one's pain
- acısını dindirmek
- relieve one's pain
- acıyı hafifletmek
- relieve the pain
- ağrıyı dindirmek
- root pain
- (Tıp) kök ağrısı
- suffer from intense pain
- acılar içinde kıvranmak
- suffer pain
- eziyet çekmek
- threshold for pain
- acı eşiği
- threshold of pain
- ağrı eşiği
- be in pain
- ağrı
- cause pain
- sancı yapmak
- chest pain
- göğüs ağrısı
- feel pain
- acı çek
Bitkilerin acı çektiğini mi düşünüyorsun?
- Do you think that plants feel pain?
- feeling no pain
- kafası dumanlı
- free from pain
- ağrıdan kurtulmuş
- pained
- sıkıntılı
- pained
- incinmiş
- painful
- acı veren
Bunlar çocukluğum hakkında sahip olduğum en acı veren anılar.
- These are the most painful memories I have of my childhood.
- painful
- {s} acıtan
- painfully
- acı vererek
- painfulness
- ıstırap
- painless
- acısız
Bunu mümkün olduğu kadar acısız yapmaya çalışacağım.
- I'll try to make this as painless as possible.
Ölümün acısız olacak.
- Your death will be painless.
- pains
- zahmet
O, bana yardım etme zahmetinde bulunmadı.
- He spared no pains to help me.
- a pain
- acı
- a pain in the neck
- (deyim) Rahatsızlık vereni sorun çıkaran şey veya kişi
- a pain in the neck
- boyunda bir ağrı
- back pain
- (Tıp, İlaç) bel ağrısı
- false pain
- suni sancı
- feel no pain
- k. dili bayağı sarhoş olmak, zilzurna sarhoş olmak
- give so. a pain
- vermek çok. acı
- having back pain
- beli ağrımak
- hip joint pain
- (Tıp, İlaç) Kalça eklemi ağrısı
- intense pain
- şiddetli ağrı
- joint pain
- eklem ağrısı
- knee pain
- (Tıp, İlaç) diz ağrısı
- low back pain
- Belin aşağı kısmının şiddetli ağrısı
- medication for pain
- ağrı için ilaç
- mitigate pain
- ağrı azaltmak
- no pleasure without pain
- acı olmadan zevk
- pained
- açıt
- painful
- can yakıcı
- painfully
- Acı verecek şekilde
O, acı verecek şekilde zayıftı.
- She was painfully thin.
O, acı verecek şekilde zayıftı.
- He was painfully thin.
- painfulness
- acılarını
- painless
- ağrısız
- physical pain
- fiziksel acı
- referred pain
- ağrısı
- referring pain
- acı (çektiğini) belirtir şekilde
- sharp ache, great amount of pain
- keskin ağrı, ağrı büyük miktarda
- stabbing pain
- ağrı bıçaklama
- stomach pain, intestinal cramps
- mide ağrısı, bağırsak krampları
- throbbing pain
- ağrı zonklama
- pained
- sıkıntılı/incinmiş
- pained
- {s} kederli
- pained
- {s} üzgün
Tom'un yüzünde üzgün bir ifade vardı.
- Tom had a pained look on his face.
- pained
- {s} canı yanmış
- painful
- painfullyıstırap vererek
- painful
- meşakkatli
- painful
- painfulnessacı
- painful
- meşakkatle
- painful
- {s} yorucu
O gerçekten yorucu görünüyor.
- That looks really painful.
- painful
- (Tıp) a.Ağrılı, acılı
- painful
- {s} zahmetli
O gerçekten zahmetli görünüyor.
- That looks really painful.
- painful
- {s} eziyetli
Çok eziyetli. Onu durdurun!
- It's so painful. Stop it!
- painful
- {s} zahmetli, güç
- painful
- {s} acıklı, üzücü
- painful
- ıstırap çektiren
- painful
- {s} acı
O, acı verecek şekilde zayıftı.
- He was painfully skinny.
O, acı verecek şekilde zayıftı.
- She was painfully thin.
- painful
- kederlendirici
- painful
- {s} ağrıtan
- painful
- {s} üzücü
Umarım çok üzücü değildi.
- I hope it wasn't too painful.
- painful
- ıstırap
- painful
- {s} can sıkıcı
Zaman zaman can sıkıcı baş ağrısı çekti.
- At times, he suffered from a painful headache.
Reddedilmek can sıkıcı.
- It's painful to be rejected.
- painful
- acıca
- painful
- acıtıcı
- painful
- elim
- painfulness
- acı verme
- painless
- painlesslyıstırap çekmeden azap çektirmeden
- painless
- ıstırap vermeyen
- painless
- {s} zahmetsiz
- painless
- acı vermeksizin
- painless
- sıkıntısız/acısız
- painless
- ıstırap vermeme
- painless
- painlessnessacı çektirmeme
- pains
- {i} emek
Emeksiz kazanç olmaz.
- No gains without pains.
- pains
- {i} özen
O, işini özenle yaptı.
- He did his work painstakingly.