oturulmamış

listen to the pronunciation of oturulmamış
Türkçe - İngilizce
uninhabited
not inhabited; having no inhabitants
{a} having no dwellers, empty, void
{s} not inhabited, unoccupied, deserted
An uninhabited place is one where nobody lives. an uninhabited island in the North Pacific The area is largely uninhabited. = deserted. an uninhabited place does not have anyone living there = deserted
not having inhabitants; not lived in; "an uninhabited island"; "gaping doors of uninhabited houses"
not having inhabitants; not lived in; "an uninhabited island"; "gaping doors of uninhabited houses
otur
{f} sitting

The girl sitting at the piano is my daughter. - Piyanoda oturan kız benim kızımdır.

Two children are sitting on the fence. - İki çocuk çitin üzerinde oturuyorlar.

otur
have a seat
otur
sit

Where do you want to sit? - Nerede oturmak istiyorsun?

An Englishman, a Belgian and a Dutchman enter a pub and sit down at the counter. Says the barkeeper, Wait a minute, is this a joke or what? - İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı bir meyhaneye girer ve tezgahta otururlar. Barmen söyler, Bir dakika bekleyin, bu bir şaka mı ne?

otur
{f} sit down

All you have to do is sit down here and answer the doctor's questions. - Tüm yapmanız gereken, burada oturmak ve doktorun sorularını cevaplamak.

Tom asked Mary to sit down for a while. - Tom Mary'nin bir süre oturmasını rica etti.

otur
rooms

Tom Skeleton, the ancient stage doorkeeper, sat in his battered armchair, listening as the actors came up the stone stairs from their dressing rooms. - Tarihi sahne kapıcısı, Tom Skeleton, eskimiş koltuğunda oturdu, aktörlerin soyunma odalarından taş merdivenlerden yukarı gelirken dinledi.

otur
dwelt
otur
taken a seat
otur
take a seat
otur
{f} abode
otur
{f} dwelling
otur
took a seat
otur
live in

We were unsure what kind of person Tom would be and whether he would like to live in the same house as us. - Tom'un ne tür bir insan olacağından ve bizim gibi aynı evde oturmayı isteyip istemeyeceğinden emin değildik.

Those who live in houses made of glass mustn't throw stones at the houses of other people. - Camdan evlerde oturanlar başkalarının evlerine taş atmamalıdır.

otur
reside

The village had more than a thousand residents. - Köyün binden daha fazla oturanı vardı.

More than half the residents are opposed to the plan. - Oturanların yarısından fazlası plana karşı çıkıyor.

otur
{f} dwell
otur
be seated

Would you like to be seated? - Oturmak ister misiniz?

Tom motioned them to be seated. - Tom oturmaları için onlara işaret etti.

otur
sat

He sat in the front so as to be able to hear. - İşitebilmek için önde oturdu.

They sat under a tree. - Bir ağacın altına oturdular.

otur
sit-down

bence daha da şey çğrenin ben daha 4. sınfa gidiom ve daha bilgiliyim.

otur
abided
Türkçe - Türkçe

oturulmamış teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

otur
Artvin yöresinde yetiştirilen bir zeytin cinsi
oturulmamış