O zoraki bir gülümseme idi.
- It was a forced smile.
Ordu onu istifa etmeye zorladı.
- The army forced him to resign.
Ben kaderime boyun eğmek için zorlandım.
- I was forced to submit to my fate.
Uçak zorunlu iniş yaptı.
- The plane made a forced landing.
İstifa etmek istemiyordu ama buna zorlanmıştı.
- He didn't want to resign but he was forced into it.