Bir UNESCO Dünya Mirası Yeri olarak listelenen şehir merkezine bir ziyaret bir zorunluluktur.
- A visit to the city centre, listed as a UNESCO World Heritage Site, is a must.
En azından çift dilli olmak bugünün dünyasında bir zorunluluk.
- Being at least bilingual is a must in today's world.
Bu oda küflü kokuyor.
- This room smells musty.
Kabin küflü kokuyordu.
- The cabin smelled musty.
Jim hemen hastaneye gitmelidir.
- Jim must go to the hospital immediately.
O, ve yalnızca o, gitmelidir.
- He, and he alone, must go.
Bu makinelerle çalıştığında bir çift deri eldiven bir zorunluluktur.
- A pair of leather gloves is a must when you work with these machines.
En azından çift dilli olmak bugünün dünyasında bir zorunluluk.
- Being at least bilingual is a must in today's world.
Bizim sosyal engelleri yıkmak için çok çalışmamız gerekmektedir.
- We must work hard to break down social barriers.
Tom'a yapılması gereken şeyi nasıl yapacağı gösterilmeli.
- Tom must be shown how to do what needs to be done.
Tom Mary'ye kızgın olmalı.
- Tom must be furious with Mary.
Saat şimdiden on. Annem kızgın olmalı.
- It's already ten o'clock. My mother must be angry.
Tom şartlara göre, ikinci en iyi politikayı seçmeli
- Tom must choose the second-best policy according to the circumstances.
You picked one of two, and it wasn't the first: it must have been the second.
This door handle must be rotated fully. — the requirement is a directive.
If you'll be out all day, sunscreen is a must.
Your mother must have been beautiful when she was young.
- Your mother must've been beautiful when she was young.
I must have made a mistake somewhere.
- I must've made a mistake somewhere.