Londra'da birçok güzel park vardır.
- There are many beautiful parks in London.
O birçok geceyi yıldızlara bakarak geçirdi.
- Many nights did he spend, looking up at the stars.
Politik dünyada pek çok düşmanı var.
- He has many enemies in the political world.
Konserde çok fazla kişi vardı.
- There were too many people at the concert.
Takuboku'nun şiirlerini bir çoğunu ezbere öğrendim.
- I learned many of Takuboku's poems by heart.
Gemide bir yığın fare var.
- There are many rats on the ship.
O bir yığın dil konuşmaz.
- She does not speak many languages.
Bir çekirge ve bir hayli karınca bir tarlada yaşadı.
- A grasshopper and many ants lived in a field.
O, bu sabah bir hayli mektup aldı.
- He received a good many letters this morning.
Bu kabilenin atasal ayinlerinin çoğu zamanla kaybedilmiştir.
- Many of the ancestral rites of this tribe have been lost over time.
Onların birçoğu acıydı.
- Many of them were bitter.
Birçoğumuz yorgunduk.
- Many of us were tired.
Kaç tane çocuğun var?
- How many children do you have?
Otobüs her gün kaç kez çalışır?
- How many times does the bus run each day?
Çoğu hastalık yoksulluktan sonuçlanır.
- Many diseases result from poverty.
Çok sayıda misafir vardı-onlardan çoğu bizim öğretmenin sınıf arkadaşları ve arkadaşlarıydı.
- There were many guests - most of them were our teacher's classmates and friends.
Tom adlı kaç kişiyi tanıyorsun?
- How many people do you know named Tom?
Tom adlı kaç tane çocuk, sizin sınıfınızdadır?
- How many kids named Tom are in your class?
Bu şehirde birçok köprü vardır.
- There are many bridges in this city.
Birçok köpek sahipleri köpeklerini sadece günde bir kez beslerler.
- Many dog owners only feed their dogs once a day.
Kollarımızdaki pazularımızdan çok daha fazlasına sahibiz,Per.
- We've got a lot more than just biceps in our arms, Per.
Maskeler sarı kum tozunu,polenlerden dahada küçük,ne kadar iyi engelleyebilir?Sanırım o polenden oldukça daha fazla bir baş belasıdır.
- Just how well can masks block the, even smaller than pollen, yellow sand dust? I think it much more of a nuisance than pollen.
Dünyada en çok kullanılan işletim sistemi Windows'tur.
- Windows is the most used operating system in the world.
Kendime en çok ihtiyacım olduğunda neredeydim?
- Where was I when I needed myself most?
Onu tanıdıkça daha çok seversin.
- The more you know about him, the more you like him.
O harcadığından daha fazla para kazanıyor.
- She earns more than she spends.
O pek çok kez Avrupa'da bulundu.
- He has been to Europe many times.
Daha önce de buraya çok kez geldim.
- I've been here many times before.
Onu pek çok defa uyardım ama o, konuşmayı kesmeyecek.
- I warned him many times, but he won't stop talking.
İyi bir yazar metnini pek çok defa yeniden şekillendirip geliştirebilir.
- A good writer can reshape and improve his text many times.
Birçok kereler derse geç geldiği için öğretmeni onu müdürün odasına gönderdi.
- His teacher sent him to the principal's office for being tardy too many times.
Birçok kere İtalya'da bulundum.
- I've been to Italy many times.
Many a man died in that battle.
many of which,like cellobiose, lactose, maltose, and sucrose.
Ben birçok kez seyahat ettim.
- I have traveled many times.
Biz birçok kez Tokyo'da bulunduk.
- We have been to Tokyo many times.
Çoğu genç yetişkin geceleyin dışarı çıkmaktan hoşlanır.
- Most young adults enjoy going out at night.
Çoğu ebeveyn, kendi çocuklarını, dünyada en iyi olarak görüyor.
- Most parents see their own children as the best in the world.
Bugün pek çok okul kapalı.
- Most schools are closed today.
Uzaktan bakıldığında pek çok şey hoş görünecektir.
- If you look from afar, most things will look nice.
Kaç tane çocuğun var?
- How many kids do you have?
Odada kaç tane erkek çocuk var?
- How many boys are there in the room?
Niçin bu kadar çok insan Kyoto'yu ziyaret ediyor?
- Why do so many people visit Kyoto?
Keşke bu kadar çok sorunumuz olmasa.
- I wish we didn't have so many problems.
Biraz daha biber ekle.
- Add a little more pepper.
Ben biraz daha kahve istiyorum.
- I'd like some more coffee.
Onu tanıdıkça daha çok seversin.
- The more you know about him, the more you like him.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than him.
Zaman başka herhangi bir şeyden daha değerlidir.
- Time is more precious than anything else.
Onların başka şarapları yok.
- They have no more wine.
Ateistlerin tüm dindar ve sosyalistlerden daha merhametli olduğunu biliyorum.
- I know atheists that have more humanity than all these religious and these socialists.
Tüm istediğim biraz daha dikkatti.
- All I wanted was a little more attention.
Daha fazla insanın yaptıkları şeylerden daha ziyade söyledikleri şeylerden başı belaya girer.
- More people get into trouble for things they say rather than for what they do.
Öğretmenimiz bizi bir değnekle dövmeden önce Bu, sizden ziyade beni incitecek. derdi.
- Our teacher used to say This is going to hurt me more than it hurts you before laying into us with a cane.
300,000'den daha fazla kişi Kanada Günü törenine katılmak için yağmur ve soğuğa göğüs gerdiler.
- More than 30,000 people braved the rain and cold to attend the Canada Day parade.
Biri diğerinden çok daha canlı olduğundan, orijinal ve kopya kolayca ayırt edilirler.
- The original and the copy are easily distinguished since the one is much more vivid than the other.
Ben onu diğer çocukların herhangi birinden daha çok seviyorum.
- I love him more than any of the other boys.
Hasta yardım almanın ötesindeydi, onun için doktorlar daha fazlasını yapamadı.
- The patient was quite beyond help, so that the doctors could do no more.
Tom daha yardımsever olamazdı.
- Tom couldn't have been more helpful.
Büyükannem bana istediğimden daha fazlasını verdi.
- My grandmother gave me more than I wanted.
Benim bu hükümet hakkındaki izlenimim onların daha güçlü bir ekonomik politikaya ihtiyaçları olduğu, aksi takdirde gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacaklarıdır.
- My impression of this government is that they need a more forceful economic policy, otherwise they'll encounter large problems in the future.
Tom'un gittikçe daha çok kafası karışmaya devam etti.
- Tom kept getting more and more confused.
Japon ekonomisi yıllık en fazla % 5'ten daha fazla büyümeye devam etti.
- The Japanese economy continued to grow by more than 5% annually.
Birçoğu okuyamıyordu ya da yazamıyordu.
- Most were unable to read or write.
Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.
- It isn't a surprise that English is the world's most spoken language.
Bombay, Hindistan'ın en çok nüfusa sahip şehridir ve dünyadaki ikinci en çok nüfusa sahip şehirdir.
- Mumbai is the most populous city in India and the second most populous city in the world.
Uzaktan bakıldığında pek çok şey hoş görünecektir.
- If you look from afar, most things will look nice.
Go büyük ihtimalle benim ülkemdeki en popüler Japon oyunu olsa da o bile bazı üniversite öğrencileri dışında pek bilinmiyor.
- Although Go is probably the most popular Japanese game in my country, at most only a few university students know it.
O çok güzeldir, daha neyse çok akıllıcadır.
- She is very beautiful, and what is more, very wise.
Doğal gıdalardan çok işlenmiş gıdalar yiyoruz.
- We eat more processed food than natural food.
Bu yaklaşık ABD' nin sahip olduğu kadar çok sayıdadır.
- This is about as many as the United States has.
O her hafta yirmi kadar çok sayıda kitap okur.
- He reads as many as twenty books every week.
Çoğu takımyıldızı adlarını verdikleri yaratıklara ve karakterlere benzemez.
- Most constellations don't really resemble the creatures or characters they are named after.
O, son derece nazik bir komşudur.
- She is a most gracious neighbor.
Çok fazla sınıfımız var.
- We have too many classes.
Bazı insanlar bu ülkede çok fazla avukat olduğunu düşünüyorlar.
- Some people think that there are way too many lawyers in this country.
Tom'un ekleyecek daha fazla şeyi yoktu.
- Tom had nothing more to add.
İnsan oğlu hayvanlardan çok daha fazla şey başardı.
- Human beings have achieved a lot more than animals.
O, üç tane yedi ve yine aynı sayıda yiyebileceğini söyledi.
- He ate three and said he could eat as many again.
Lucy benim sahip olduğum kadar çok sayıda arkadaşa sahip.
- Lucy has as many friends as I do.
Gençken, okuyabildiğim kadar fazla kitap okumayı denedim.
- When I was young, I tried to read as many books as I could.
Ne kadar uğraşırsan uğraş, bir gün içinde beş roman gibi çok sayıda kitap okuyamayacaksın.
- Try as you may, you will not be able to read as many as five novels in a day.
Birçok durumda, onu yapmak imkansız.
- In many cases, doing that is impossible.
Tom Mary'yi öldürebilmenin birçok yolunu düşündü.
- Tom thought of the many ways he could kill Mary.
Hayatta yaşadığı birçok trajediye rağmen, o, kalbinin saflığına sahip olmayı sürdürüyor.
- Despite the many tragedies she has had in life, she remains to have the pureness of her heart.
Bu sahte çevrecilikten daha fazla bir şey değil.
- That's nothing more than greenwashing.
Benim için yapabileceğin daha fazla bir şey yok.
- There's nothing more you can do for me.
Tom operasyondan sonra az çok normal bir hayat yaşayabildi.
- Tom was able to live a more or less normal life after the operation.
Onun sorunlarını az çok anlıyor.
- He understands her problems more or less.
Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.
- What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers.
En fazla 20 dolar ödeyecek.
- He will pay 20 dollars at most.
Many are called, but few are chosen.
A great many do not understand this.
There are many different ways to define a word.
The three girl friends were seated on the rocks, enjoying the evening scene and the air which was fresh but not too chilly. Many a time and oft were they wont to come there to that favourite nook to have a cosy chat beside the sparkling waves and discuss matters feminine.
Many happy returns of ye day to us my Dr Love.
Leaning back in the cab, this amateur bloodhound carolled away like a lark while I meditated upon the many-sidedness of the human mind.
He said he liked you. At least, not in so many words, but that was the idea.
There's more caffeine in my coffee than in the coffee you get in most places.
There are more ways to do this than I can count.
When it comes to parties, the more, the merrier.
The most I can offer for the house is $150,000.
This is a most unusual specimen.
Most want the best for their children.
I am honored and humbled to stand here, where so many of America's leaders have come before me, and so many will follow.
But the fact of the matter is, there's only so many people we can take, it's time to take Canada over there.
I saw three plays in as many days.
The majority of them are decent people.
- Most of them are decent people.
Don't let me stop you.
- Ben sana mâni olmayayım.
Don't let us stop you.
- Biz size mâni olmayalım.
... back and replanning and rethinking, and so many interviews and strategy meetings and ...
... pick my favorites, because, you know, I've -- I've loved so many different kinds of music, ...