The ball is that boy's prized possession.
- Top o çocuğun değerli mülküdür.
It is preoccupation with possession, more than anything else, that prevents men from living freely and nobly.
- Bu, başka her şeyden daha fazla, insanların özgürce ve mertçe yaşamasını engelleyen mülk ile ilgili kaygıdır.
Everyone has the right to own property alone as well as in association with others.
- Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olma hakkına sahiptir.
They lost their property.
- Onlar mülklerini kaybettiler.
He has an estate in the country.
- Onun ülkede bir mülkü var.
Layla owned a huge estate in Texas.
- Leyla, Teksas'ta büyük bir mülke sahipti.
Is that book in the public domain?
- O kitap kamu mülkiyetinde mi?
Did you know that he bought a condominium?
- Onun bir kat mülkiyeti aldığını biliyor muydun?
I'm considering buying a condominium.
- Ben bir kat mülkiyeti almayı düşünüyorum.