Kendini diğerleriyle karşılaştırırsan, kendini beğenmiş ya da umudu kırık olabilirsin; her zaman için kendinden daha büyük ya da daha küçük insanlar olacaktır.
- If you compare yourself with others, you may become vain or bitter; for always there will be greater and lesser persons than yourself.
İki kötülükten daha az olanını seç.
- Of two evils, choose the lesser.
Bir kelime kullandığımda,Humpty Dumpty ifade etmek için tam benim seçtiğimi o ifade ediyor-ne daha fazla ne daha az dedi.
- When I use a word, Humpty Dumpty said, it means just what I choose it to mean - neither more nor less.
Yükseklerden eskisinden daha az korkuyorum.
- I am less afraid of heights than I was.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
O suda küçük bir bot ile denize açılıyor.
- He is sailing a little boat on the water.
O yumuşak kilden ufak bir heykel yaptı.
- He made a little statue out of soft clay.
Onun başarılı olacağına dair ufak bir umut var.
- There is little hope that he will succeed.
O, fakir olmasına rağmen, sahip olduğu az miktarda parayı ona verdi.
- Poor as she was, she gave him what little money she had.
Üzerimdeki az miktarda parayı ona verdim.
- I gave her what little money I had with me.
Onun daha az şeyi kabulleneceğinden emin değildim.
- I wasn't sure that he would settle for anything less.
Şimdi hakkında endişelenecek daha az şeyimiz var.
- Now we have one less thing to worry about.
Sahip olduğum azıcık bilgiyi ona verdim.
- I gave her what little information I had.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the couch.
Tom ve Mary aşağı yukarı aynı ağırlıktalar.
- Tom and Mary are more or less the same weight.
Onlar aşağı yukarı aynı boyuttalar.
- They are more or less the same size.
Tom birazcık hız limitinin üzerinde sürerse vaktinde havaalanına yetişebileceğini düşündü.
- Tom thought he could reach the airport on time if he drove a little over the speed limit.
Birazcık heyecan istemez misin?
- Don't you want a little excitement?
Tom senin kızından biraz daha genç.
- Tom is a little younger than your daughter.
Benim için biraz çok gençsin.
- You're a little too young for me.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
Lütfen TV'yi biraz kısar mısın?
- Would you please turn down the TV a little?
Steroyu biraz kısar mısın?
- Would you turn down the stereo a little?
Tom yirmi dakikadan daha az bir sürede oraya varmayı başardı.
- Tom was able to get there in less than twenty minutes.
Bir haftadan daha az bir sürede, teslim oldular.
- In less than one week, they surrendered.
Ne yazık ki o bu değişiklikleri kabul etmek için biraz fazla dar görüşlüdür.
- Unfortunately he's a little too narrow-minded to accept these changes.
Anne kızlarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the daughters.
Anne oğullarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the sons.
O kadar az zamanım vardı ki öğle yemeğini aceleyle yemek zorunda kaldım.
- I had so little time that I had to eat lunch in a hurry.
Bir sonraki trenden önce az zamanımız var.
- We have a little time before the next train.
O, fakir olmasına rağmen, sahip olduğu az miktarda parayı ona verdi.
- Poor as she was, she gave him what little money she had.
Üzerimdeki az miktarda parayı ona verdim.
- I gave her what little money I had with me.
The greater sand hills increasingly do not migrate, but almost all lessers do.
Example: A robbery is an assault combined with a theft; a person can not be criminally charged with both the robbery and the assault that occurred during the robbery; the assault is a lesser included offense.
This is a less bad solution than I thought possible.
It should then tax all of that as personal income, less the proportion of the car's annual mileage demonstrably clocked up on company business.
Those Rattels are somewhat like the chape of a Rapier, but lesse .
This is not a happy situation as far as the International Alliance of Theatrical Stage Employes is concerned because it means less jobs for the union's members here at home.
I have less tea than coffee.
We had very little to do.
She spoke little and listened less.
It's of little importance.
This is a little table.
In the forties, hurdy-gurdy men could still be heard in all those East Coast cities with strong Italian neighbourhoods: New York, Baltimore, Philadelphia and Boston. A visit to Baltimore's Little Italy at that time was like a trip to Italy itself.
That's the biggest little kid I've ever seen.
I have small change with me.
- I have a little money with me.
He's just a small-time thug, but if he had just a little more moxie, he could be a big-time boss.
- He's just a petty hooligan, but if he had just a little more initiative, he could be a major criminal leader.