Günde en az yedi saat uyumak zorundayız.
- We must sleep at least seven hours a day.
Onun bu görev için nitelikli olması en az iki yılını alacak.
- It will take her at least two years to be qualified for that post.
En ufak mutluluk bile bana çok görülüyor.
- I am grudged even the least bit of happiness.
Onun kitapla ilgili en küçük bir fikri yoktu.
- He didn't have the least idea of the book.
O en küçük ortak paydaya itiraz etmeye çalışıyor.
- He's trying to appeal to the least common denominator.
Ben fizikle zerre kadar ilgilenmiyorum.
- I'm not in the least interested in physics.
Tom'un benimle ilgili ne düşündüğüyle zerre kadar ilgilenmiyorum.
- I'm not the least bit interested in what Tom thinks of me.
Günde en az yedi saat uyumak zorundayız.
- We must sleep at least seven hours a day.
O, en azından haftada bir kez anne ve babasına yazdı.
- She wrote to her parents at least once a week.
Küçük erkek kardeşim televizyon izliyor.
- My little brother is watching TV.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
O yumuşak kilden ufak bir heykel yaptı.
- He made a little statue out of soft clay.
Onun başarılı olacağına dair ufak bir umut var.
- There is little hope that he will succeed.
Hasta olma sana en azından evde kalmak ve film izlemek için mükemmel bir bahane verir.
- At least being sick gives you the perfect excuse to stay home and watch movies.
Tom, en azından düzinelerce Mary ile birlikte bu parkta bulundu.
- Tom has been to this park with Mary at least a dozen times.
Matematiği zerre kadar seviyorum.
- I like math least of all.
Sahip olduğum az miktarda parayı ona ödünç verdim.
- I lent him what little money I had.
Üzerimdeki az miktarda parayı ona verdim.
- I gave her what little money I had with me.
Sahip olduğu azıcık parayı çocuğa verdi.
- He gave the boy what little money he had.
Sahip olduğu azıcık parasını kaybetti.
- She lost what little money she had.
Birazcık öğrenme tehlikeli bir şeydir.
- A little learning is a dangerous thing.
Tom birazcık gergin görünüyor.
- Tom looks a little nervous.
Tom benden biraz daha genç.
- Tom is just a little younger than I am.
Benim için biraz çok gençsin.
- You're a little too young for me.
Tom başarmak için bir şansı olduğunu düşünmüyordu fakat o hiç olmazsa bir fırsat vermek istedi.
- Tom didn't think he had a chance to succeed, but he at least wanted to give it a shot.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You could at least say thank you.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
Steroyu biraz kısar mısın?
- Would you turn down the stereo a little?
Lütfen TV'yi biraz kısar mısın?
- Would you please turn down the TV a little?
Sen hiç mutlu değilsin.
- You are not in the least happy.
Uzun bir günün ardından yorgun olmalısın. Hayır, hiçbir şekilde.
- You must be tired after a long day. No, not in the least.
Dünyanın en büyük şarkıcıları ve ünlü müzisyenlerinin çoğu şişmandır ya da en azından bariz şekilde tombuldur.
- The world's greatest singers and most of its famous musicians have been fat or at least decidedly plump.
Ne yazık ki o bu değişiklikleri kabul etmek için biraz fazla dar görüşlüdür.
- Unfortunately he's a little too narrow-minded to accept these changes.
Anne oğullarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the sons.
Anne kızlarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the daughters.
Tom'un çocuklarına bu kadar az zaman harcaması şaşırtıcı.
- It's amazing how little time Tom spends with his children.
Bir sonraki trenden önce az zamanımız var.
- We have a little time before the next train.
Sahip olduğum az miktarda parayı ona ödünç verdim.
- I lent him what little money I had.
Onun az miktarda kazanma şansı vardır.
- There is little chance of his winning.
Avustralya dünyadaki en küçük kıtadır.
- Australia is the smallest continent in the world.
0.44 km²'lik Vatikan, dünyanın en küçük ülkesidir.
- Vatican City with its 0.44 km² is the world's smallest state.
Light does not need to know in advance which is the path of least time because it takes all paths from its source to its destination.
It was the least surprising thing.
I couldn't count them all, but I think there must have been at least 500 people in attendance.
We had very little to do.
She spoke little and listened less.
It's of little importance.
This is a little table.
In the forties, hurdy-gurdy men could still be heard in all those East Coast cities with strong Italian neighbourhoods: New York, Baltimore, Philadelphia and Boston. A visit to Baltimore's Little Italy at that time was like a trip to Italy itself.
That's the biggest little kid I've ever seen.
Girl: To say the least!.
He's just a small-time thug, but if he had just a little more moxie, he could be a big-time boss.
- He's just a petty hooligan, but if he had just a little more initiative, he could be a major criminal leader.
I have small change with me.
- I have a little money with me.
... Now, digital rights management's a bad idea for solving social problems for at least two ...
... at least that occurs. ...