korkutmak

listen to the pronunciation of korkutmak
Türkçe - İngilizce
scare

When I was little, I wanted to have a pet brown bear to scare my neighbors. - Ben çocukken, komşuları korkutmak için bir evcil kahverengi ayım olsun istedim.

Sorry, I didn't mean to scare you. - Üzgünüm, amacım seni korkutmak değildi.

frighten

I didn't mean to frighten you. - Seni korkutmak istemedim.

I'm sorry, I didn't mean to frighten you. - Üzgünüm, seni korkutmak istemedim.

appall
intimidate
fright

I didn't mean to frighten you. - Seni korkutmak istemedim.

I'm sorry, I didn't mean to frighten you. - Üzgünüm, seni korkutmak istemedim.

appal
boggle
discourage
make one's hair stand on end
terrorise
(deyim) make someone's blood run cold
scare away
worry
gally
bully
(Argo) gallow
gallying
terrify

That was enough to terrify anyone. - O herkesi korkutmak için yeterliydi.

(deyim) send chills up someone's spine
funk
cow
awe
bulldoze
to frighten, to scare, to cow, to daunt, to startle, to horrify; to worry; to threaten
startle

I'm sorry, I didn't mean to startle you. - Üzgünüm seni korkutmak istemedim.

We don't want to startle anyone. - Biz kimseyi korkutmak istemiyoruz.

terrorize
dismay
threaten
alarm

I didn't want to alarm you. - Seni korkutmak istemedim.

daunt
to scare off/away
to frighten, scare; to intimidate; to alarm, give (someone) a fright
administer a shock
horrify
overawe
affright
(deyim) scare the heck out of someone
to frighten
chill
çok korkutmak
terrify
gözünü korkutmak
intimidate
gözünü korkutmak
threaten
korkut
{f} frightened

The fury of the storm frightened the children. - Fırtınanın hiddeti çocukları korkuttu.

When he entered the building, he was frightened by a sudden cry. - O, binaya girdiğinde, ani bir çığlık sesiyle korkutuldu.

korkut
frighten

Horror movies frighten me. - Korku filmleri beni korkutur.

Thunder has been explained scientifically, and people no longer believe it is a sign that the gods are angry with them, so thunder, too, is a little less frightening. - Gök gürültüsü bilimsel olarak açıklanmıştır, ve insanlar onun tanrıların insanlara kızgın olduğunun bir işareti olduğuna artık inanmıyorlar, bu yüzden gök gürültüsü de biraz daha az korkutucudur.

gözünü korkutmak
daunt
korkut
{f} dismay
korkutma
threat

No one threatened Tom. - Kimse Tom'un gözünü korkutmadı..

korkutma
frightening
korkut
{f} frightening

This movie is frightening to the children. - Bu film çocuklar için korkutucu.

Thunder has been explained scientifically, and people no longer believe it is a sign that the gods are angry with them, so thunder, too, is a little less frightening. - Gök gürültüsü bilimsel olarak açıklanmıştır, ve insanlar onun tanrıların insanlara kızgın olduğunun bir işareti olduğuna artık inanmıyorlar, bu yüzden gök gürültüsü de biraz daha az korkutucudur.

korkutma
horrifying
korkutma
startling
korkut
{f} horrified
korkut
{f} dismaying
korkut
{f} horrifying
korkut
horrify
korkut
{f} scared

She scared the cat away. - O, kediyi korkutup kaçırdı.

The thunder scared the children. - Gök gürültüsü çocukları korkuttu.

korkut
{f} startling
korkut
{f} startled

Tom is easily startled. - Tom kolayca korkutuluyor.

The loud noise startled Tom. - Yüksek ses Tom'u korkuttu.

korkut
{f} scare

What scared Tom the most was the thought that he might not be able to walk again. - Tom'u en çok korkutan şey tekrar yürüyemeyeceği düşüncesiydi.

I didn't mean to scare you. - Seni korkutmak istemedim.

korkut
startle

The loud noise startled Tom. - Yüksek ses Tom'u korkuttu.

The noise startled him. - Gürültü onu korkuttu.

korkut
intimidate

Tom intimidated Mary. - Tom Mary'yi korkuttu.

Tom has never been intimidated by anyone or anything. - Tom biri ya da bir şey tarafından asla korkutulmadı.

korkutma
intimidation
korkutma
{i} dismaying
korkutma
hazing
göz korkutmak
daunt
göz korkutmak
threaten
gözünü korkutmak
hector
gözünü korkutmak
browbeat
gözünü korkutmak
to daunt, to intimidate, to discourage
korkut
terrorize
korkut
terrify

That was enough to terrify anyone. - O herkesi korkutmak için yeterliydi.

Sami was terrifying the girls. - Sami kızları korkutuyordu.

korkut
spook

I didn't mean to spook you. - Seni korkutmak istemedim.

Something must've spooked him. - Bir şey onu korkutmuş olmalı.

korkut
overawe
korkut
dismayed
korkutma
turn
korkutma
terrorization
ters bakışla korkutmak
browbeat
öcü ile korkutmak
demonize
ölesiye korkutmak
frighten smb. to death
Türkçe - Türkçe
Korkmasına yol açmak: "Yılan beni o kadar korkutmuştu ki, bakarken kuşun hesabına ondan ben korkuyorum."- M. Ş. Esendal
Korkmasına yol açmak
Kaygıya düşürmek: "Sevdiğimiz bir kadının nazarımızda meziyet teşkil eden birçok hâlleri karımız olacak kadında bizi korkutur."- H. C. Yalçın
Kaygıya düşürmek
Gözdağı vermek
(Osmanlı Dönemi) TAKA
(Osmanlı Dönemi) TAV'İZ
(Osmanlı Dönemi) İFZA'
(Osmanlı Dönemi) İCAL
(Osmanlı Dönemi) İD'AD
(Osmanlı Dönemi) TENCİR
(Osmanlı Dönemi) TAV'İD
(Osmanlı Dönemi) IHAFE
(Osmanlı Dönemi) TEFVİH
(Osmanlı Dönemi) TEFNİD
ürkütmek
(Osmanlı Dönemi) TEZVİ'
(Osmanlı Dönemi) inzar
Korkutma
(Hukuk) İKRAH
korkut
Büyük dolu tanesi
korkutma
Korkutmak işi
korkutmak