konuşulabilen

listen to the pronunciation of konuşulabilen
Türkçe - İngilizce
vocable
A word or utterance, especially with reference to its form rather than its meaning

At first the man puzzled; then he smiled. He pronounced a string of uncouth vocables.

able to be uttered
{n} a word, name, term, noun
a word, especially one regarded in relation merely to its qualities of sound
A word; a term; a name; specifically, a word considered as composed of certain sounds or letters, without regard to its meaning
{i} term, word, name; word considered merely as a grouping of letters which can be pronounced rather than a carrier of meaning
a word that is spoken aloud
konuş
speak

John can't speak French well. - John, Fransızcayı iyi konuşamıyor.

Frankly speaking, he is untrustworthy. - Açıkça konuşmak gerekirse, o güvenilmez biri.

konuş
{f} spoke

The policeman spoke to a man on the street. - Polis bir adamla sokakta konuştu.

It isn't a surprise that English is the world's most spoken language. - Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.

konuş
{f} commune
konuş
(Tıp) conus
konuş
talk to

She tends to talk too much. - Çok konuşmaya eğilimlidir.

Please come to talk to me. - Lütfen benimle konuşmaya gel.

konuş
{f} talk

John was in such a hurry that he had no time for talking. - John o kadar telaşlıydı ki konuşmaya vakti yoktu.

We talked about various things. - Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.

konuş
commune with
konuş
spoke out
konuş
speak out

You need to speak out. - Senin konuşman gerekiyor.

You can speak out freely here. - Sen burada özgürce konuşabilirsin.

konuş
{f} spoken

In Papua New Guinea, there are 850 different languages spoken by Papuans. - Papua Yeni Gine'de, Papualılar tarafından konuşulan 850 farklı dil vardır.

It isn't a surprise that English is the world's most spoken language. - Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.

konuş
spoke to
konuş
speak to

She may well refuse to speak to you because she's in a very bad mood. - O, kötü bir ruh hali içerisinde olması dolayısıyla seninle konuşmayı reddedebilir.

How dare you speak to me like that? - Sen benimle nasıl böyle konuşabilirsin?

konuş
spoken out
konuş
{f} tongue

Do not fear the heavens and the earth, but be afraid of hearing a person from Wenzhou speak in their local tongue. - Göklerden ve yerden korkmayın fakat Wenzhou'lu bir kişinin kendi dilini konuştuğunu duymaktan korkun.

By the look in his eye I could tell that he was speaking tongue in cheek. - Onun gözündeki bakışına göre onun şaka yollu konuştuğunu söyleyebilirdim.

konuş
{f} talked

In the tent we talked and talked. - Çadırda sürekli konuştuk.

They talked during the movie. - Film sırasında konuştular.

konuş
{f} talking

Who were you talking with? - Kiminle konuşuyordun?

John was in such a hurry that he had no time for talking. - John o kadar telaşlıydı ki konuşmaya vakti yoktu.

konuş
spoken to
konuş
{f} speaking

Don't be afraid to make mistakes when speaking English. - İngilizce konuşurken hata yapmaktan korkmayın.

Speaking English isn't easy. - İngilizce konuşmak kolay değildir.

konuş
discourse

In their discourse after dinner, they talked about politics. - Yemekten sonraki konuşmalarında, onlar politikadan bahsettiler.

konuş
placing, arrangement
konuş
(Askeriye) disposition, deployment
konuş
geol. location
konuş
intercede
konuş
converse

We conversed until late at night while eating cake and drinking tea. - Biz kek yerken ve çay içerken gece geç saatlere kadar konuştuk.

I need someone with whom I can converse. - Konuşabileceğim birine ihtiyacım var.

Türkçe - Türkçe

konuşulabilen teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

konuş
Konma işi veya biçimi
konuş
Konum
konuş
Bütün imkânlar göz önünde tutularak kara, hava ve deniz birliklerinin yerleştirilmesi biçimi
konuşulabilen