konuşmalı

listen to the pronunciation of konuşmalı
Türkçe - İngilizce
conversational
of, relating to, or in the style of a conversation; informal and chatty
Conversational means relating to, or similar to, casual and informal talk. His father wanted him to learn conversational German
A communication model where two distributed applications exchange information by way of a conversation; typically one application starts (or allocates) the conversation, sends some data, and allows the other application to send some data Both applications continue in turn until one decides to finish (or de-allocate) The conversational model is a synchronous form of communication
Pertaining to conversation; in the manner of one conversing; as, a conversational style
The attribute of communication that is described by sending data to and receiving data from another component in an iterative fashion without return to the OLTP monitor until the whole application thought is completed; the salient feature of this form of execution is that each "receive" after the first puts the process in a state of suspension until the component being addressed responds
characteristic of informal spoken language or conversation; "wrote her letters in a colloquial style"; "the broken syntax and casual enunciation of conversational English"
involving a two-way exchange of messages, such as between a client and a server
{s} of or pertaining to a conversation
konuş
speak

Can you speak English? - İngilizce konuşabiliyor musun?

I don't speak Japanese. - Japonca konuşamıyorum.

konuş
{f} spoke

It isn't a surprise that English is the world's most spoken language. - Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.

Which language is spoken in the U.S.A.? - ABD'de hangi diller konuşuluyor?

konuş
{f} commune
konuş
(Tıp) conus
konuş
talk to

Mary was lonely because the other students didn't talk to her. - Diğer öğrenciler onunla konuşmadığından dolayı Mary yalnızdı.

I want to talk to you. - Seninle konuşmak istiyorum.

konuş
{f} talk

Do not talk with your mouth full. - Ağzın doluyken konuşma.

Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely. - Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.

konuş
commune with
konuş
spoke out
konuş
speak out

Better to remain silent and be thought a fool than to speak out and remove all doubt. - Sessiz kalmak ve bir aptal olarak düşünülmek bütün şüpheyi açıkça konuşmak ve gidermekten daha iyidir.

You must speak out against injustice. - Haksızlığa karşı yüksek sesle konuşmalısın.

konuş
{f} spoken

In Papua New Guinea, there are 850 different languages spoken by Papuans. - Papua Yeni Gine'de, Papualılar tarafından konuşulan 850 farklı dil vardır.

Which language is spoken in the United States of America? - Amerika Birleşik Devletleri'nde hangi dil konuşuluyor?

konuş
spoke to
konuş
speak to

I apologized, but even then she wouldn't speak to me. - Özür diledim fakat o zaman bile benimle konuşmadı.

She may well refuse to speak to you because she's in a very bad mood. - O, kötü bir ruh hali içerisinde olması dolayısıyla seninle konuşmayı reddedebilir.

konuş
spoken out
konuş
{f} tongue

By the look in his eye I could tell that he was speaking tongue in cheek. - Onun gözündeki bakışına göre onun şaka yollu konuştuğunu söyleyebilirdim.

Brent is an American, but he speaks Japanese as if it were his mother tongue. - Brent bir Amerikalı, ama o sanki onun ana diliymiş gibi Japonca konuşuyor.

konuş
{f} talked

We always talked about a lot of things after school. - Biz okuldan sonra her zaman birçok şey hakkında konuştuk.

We talked about various things. - Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.

konuş
{f} talking

Who were you talking with? - Kiminle konuşuyordun?

Talking in the library is not allowed. - Kütüphanede konuşmaya izin verilmiyor.

konuş
spoken to
konuş
{f} speaking

Frankly speaking, he is untrustworthy. - Açıkça konuşmak gerekirse, o güvenilmez biri.

I'm not very good at speaking Arabic. - Çok iyi Arapça konuşamıyorum.

konuş
discourse

In their discourse after dinner, they talked about politics. - Yemekten sonraki konuşmalarında, onlar politikadan bahsettiler.

konuş
placing, arrangement
konuş
(Askeriye) disposition, deployment
konuş
geol. location
konuş
intercede
konuş
converse

I need someone with whom I can converse. - Konuşabileceğim birine ihtiyacım var.

We conversed until late at night while eating cake and drinking tea. - Biz kek yerken ve çay içerken gece geç saatlere kadar konuştuk.

Türkçe - Türkçe

konuşmalı teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

konuş
Konma işi veya biçimi
konuş
Konum
konuş
Bütün imkânlar göz önünde tutularak kara, hava ve deniz birliklerinin yerleştirilmesi biçimi
konuşmalı