Tom grew up speaking both English and French.
- Tom hem İngilizce hem de Fransızca konuşarak büyüdü.
Tom grew up speaking both French and English.
- Tom hem Fransızca hem de İngilizce konuşarak büyüdü.
Tom ruined the surprise by talking about the party.
- Tom parti hakkında konuşarak sürprizi bozdu.
The more time you spend talking about what you do, the less time you have to do it.
- Yaptığın hakkında konuşarak ne kadar çok zaman harcarsan, onu o kadar az zamanda yapmak zorunda kalırsın.
Can you speak English?
- İngilizce konuşabiliyor musun?
I don't speak Japanese.
- Japonca konuşamıyorum.
It isn't a surprise that English is the world's most spoken language.
- Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.
The policeman spoke to a man on the street.
- Polis bir adamla sokakta konuştu.
I want to talk to you.
- Seninle konuşmak istiyorum.
Please come to talk to me.
- Lütfen benimle konuşmaya gel.
John was in such a hurry that he had no time for talking.
- John o kadar telaşlıydı ki konuşmaya vakti yoktu.
Don't talk with your mouth full.
- Ağzın doluyken konuşma.
You must speak out against injustice.
- Haksızlığa karşı yüksek sesle konuşmalısın.
You need to speak out.
- Senin konuşman gerekiyor.
Which language is spoken in the U.S.A.?
- ABD'de hangi diller konuşuluyor?
Which language is spoken in the United States of America?
- Amerika Birleşik Devletleri'nde hangi dil konuşuluyor?
How dare you speak to me like that?
- Sen benimle nasıl böyle konuşabilirsin?
She may well refuse to speak to you because she's in a very bad mood.
- O, kötü bir ruh hali içerisinde olması dolayısıyla seninle konuşmayı reddedebilir.
I can speak Esperanto as if it's my mother tongue.
- Esperanto'yu ana dilim gibi konuşabiliyorum.
Do not fear the heavens and the earth, but be afraid of hearing a person from Wenzhou speak in their local tongue.
- Göklerden ve yerden korkmayın fakat Wenzhou'lu bir kişinin kendi dilini konuştuğunu duymaktan korkun.
They talked during the movie.
- Film sırasında konuştular.
We always talked about a lot of things after school.
- Biz okuldan sonra her zaman birçok şey hakkında konuştuk.
What're you talking about?
- Ne hakkında konuşuyorsun?
Who were you talking to?
- Kiminle konuşuyordun?
Speaking English is not easy.
- İngilizce konuşmak kolay değildir.
Frankly speaking, he is untrustworthy.
- Açıkça konuşmak gerekirse, o güvenilmez biri.
In their discourse after dinner, they talked about politics.
- Yemekten sonraki konuşmalarında, onlar politikadan bahsettiler.
Passengers shall not converse with the driver while the bus is in motion.
- Otobüs hareket halindeyken yolcular şoförle konuşmamalıdır.
We conversed until late at night while eating cake and drinking tea.
- Biz kek yerken ve çay içerken gece geç saatlere kadar konuştuk.