kesin teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı
- certain
Prime Minister Koizumi is certainly not a cold-blooded man.
- Başbakan Koizumi kesinlikle soğukkanlı bir insan değildir.
You can certainly swim in the lake, but there is no sense in doing so.
- Gölde kesinlikle yüzebilirsin fakat öyle yapmanın anlamı yok.
- accurate
He needs to make an accurate report of the case.
- Onun davanın kesin bir raporunu hazırlaması gerekiyor.
He made an accurate report of the incident.
- Olayla ilgili kesin bir rapor hazırladı.
- exact
It isn't totally exact.
- O tamamen kesin değildir.
Give me an exact answer.
- Bana kesin bir cevap ver.
- precise
That's precisely why I need to meet Tom.
- Tom'la tanışmak istememin nedeni kesinlikle bu.
Above all, logic requires precise definitions.
- Her şeyden önce, mantık kesin tanımlar gerektirir.
- final
The plan is not yet finalized.
- Plan henüz kesinleşmiş değil.
The decision is not yet final.
- Karar henüz kesinleşmiş değil.
- absolute
It is absolutely impossible to do so.
- Öyle yapmak kesinlikle imkansızdır.
I looked down and had absolutely nothing to say.
- Aşağı baktım ve kesinlikle söyleyecek hiçbir şeyim yoktu.
- definitive
The definitive answer is no.
- Kesin cevap hayırdır.
- assertive
- firm
Jefferson believed firmly in the value of education.
- Jefferson eğitimin değerine kesin olarak inanıyordu.
I'm firmly opposed to corporal punishment.
- Ben işkenceye kesin olarak karşıyım.
- sure
Esperanto is surely an enormous waste of time!
- Esperanto kesinlikle çok büyük bir zaman kaybı!
He said he would give us his decision for sure by Friday.
- O, Cumaya kadar kesin olarak bize kararını bildireceğini söyledi.
- definite
Tom should definitely go visit Mary next weekend.
- Tom bir sonraki hafta sonu kesinlikle Mary'yi ziyarete gitmeli.
Give me a definite answer.
- Bana kesin bir cevap ver.
- specific
- irreversible
- sure to
This method is sure to work.
- Bu metot kesin çalışacaktır.
The day is sure to come when your dream will come true.
- Hayalinin gerçekleşeceği gün kesin gelecek.
- utter
- precision
Precision in measurement is important.
- Ölçümde kesinlik önemlidir.
Sami fired and shot the intruder with precision.
- Sami ateş etti ve izinsiz giren kişiyi kesin bir şekilde vurdu.
- pronounced
- slipt
- pointed
- uncompromising
- unambiguous
- (Argo) in the bag
- incontrovertible
- categorial
- out of question
- for sure
Tom can't say for sure how many times Mary has been to Boston.
- Tom Mary'nin kaç kez Boston'da bulunduğunu kesin olarak söyleyemez.
He said he would give us his decision for sure by Friday.
- O, Cumaya kadar kesin olarak bize kararını bildireceğini söyledi.
- bound
He's bound to notice your mistake.
- Onun hatanı farketmesi kesin.
Such a plan is bound to fail.
- Öylesine bir plan kesin başarısız olacaktır.
- clean-cut
- (Kanun) mandatory
- point-blank
- truthful
- (Konuşma Dili) hard and fast
- unquestionable
- undeniable
- immutable
- matriculation
- affirmative
- unquestioned
- category
- concrete
- unequivocal
- as sure as i'm sitting here
- indisputable
- doubtless
- short and to the point
- spot-on
- clean cut
- sure as death
It's as sure as death.
- Bu, ölüm kadar kesindir.
- declared
- (Hukuk) decisive
- definite, certain, definitive, decisive, absolute, accurate, precise, exact, categorical, final; indisputable, incontrovertible
- categorical
I am categorically opposed to the company declaring bankruptcy.
- Ben şirketin iflas ilan etmesine kesin bir biçimde karşıyım.
I categorically refused.
- Kesin bir dille reddettim.
- determined
- express
- clear-cut
- cheese it
- decisive, firm (statement)
- downright
- dogmatic
- extreme
- conclusive
The evidence is fairly conclusive.
- Kanıtlar oldukça kesin.
- irrevocable
- definite; absolute, categorical; final, irrevocable
- decided
The atmosphere in the room was decidedly frosty.
- Odadaki atmosfer kesinlikle soğuktu.
He decided to give up smoking once and for all.
- Sigara içmekten kesin olarak vazgeçti.
- flat
His secretary flatly denied leaking any confidential information.
- Onun sekreteri, gizli bilgiyi sızdırmayı kesinlikle reddetti.
When your friends begin to flatter you on how young you look, it's a sure sign you're getting old.
- Arkadaşların sana ne kadar genç göründüğünle ilgili iltifat etmeye başlarsa, bu yaşlandığına dair kesin bir işarettir.
- {s} frozen
- {s} rigorous
- explicit
- strict
The importation of rare wild animals to this country is strictly prohibited.
- Ender vahşi hayvanların bu ülkeye ithalatı kesinlikle yasaklanmıştır.
Smoking is strictly forbidden.
- Sigara içmek kesinlikle yasaktır.
- dernier
- kesin olmayan
- {s} indefinite
- kesin olarak
- firmly
Jefferson believed firmly in the value of education.
- Jefferson eğitimin değerine kesin olarak inanıyordu.
I'm firmly opposed to corporal punishment.
- Ben işkenceye kesin olarak karşıyım.
- kesin olarak
- implicitly
- kesin olarak
- for certain
I don't know for certain when he will come.
- Ben onun ne zaman geleceğini kesin olarak bilmiyorum.
Tom didn't know for certain how much the new computer would cost.
- Tom yeni bilgisayarın ne kadara mal olacağını kesin olarak bilmiyordu.
- kesin olarak
- definitely
- kesin olmak
- be certain
- kesin olmama
- uncertainty
- kesin olmayan
- provisional
- kesin olarak
- precisely
That's precisely what you need now.
- Artık ihtiyacın olan kesin olarak budur.
Precisely speaking, I need six hours to at least think straight. Additionally, I need seven hours to be happy.
- Kesin olarak konuşursam, sağlıklı düşünmek için en az altı saate ihtiyacım var. Ayrıca mutlu olmak için yedi saate ihtiyacım var.
- kesin olarak
- exactly
I don't know exactly where I am.
- Nerede olduğumu kesin olarak bilmiyorum.
I know exactly when that happened.
- Ne zaman olduğunu kesin olarak biliyorum.
- kesin artı
- positive definite
- kesin değil
- not obvious
- kesin eksi
- negative definite
- kesin fiyat
- (Ticaret) firm price
- kesin hesap
- final account
- kesin hüküm
- (Ticaret) prejudice
- kesin hüküm
- (Kanun) judgment
- kesin karar
- commitment
- kesin karar
- (Kanun) resolve
- kesin kayıp
- (Ticaret) dead loss
- kesin olarak
- without fail
- kesin olarak
- indubitably
- kesin olarak
- peremptorily
- kesin olarak
- rigorously
- kesin olarak
- outright
- kesin olarak
- certainly
- kesin olarak
- decidedly
- kesin olarak
- once and for all
I stopped smoking once and for all.
- Sigara içmeyi kesin olarak bıraktım.
I'll give up drinking once and for all.
- Kesin olarak içkiyi bırakacağım.
- kesin olarak
- that's for sure
- kesin olarak
- indisputably
- kesin olarak
- determinately
- kesin olmak
- be absolute
- kesin proje
- final project
- kesin sapma
- (Askeri) absolute deviation
- kesin satış
- (Ticaret) outright sale
- kesin sonuç
- (Argo) slam dunk
- kesin zarar
- (Ticaret) dead loss
- kesin çözüm
- exact solution
- kesin öneri
- (Ticaret) firm offer
- kesin şey
- cinch
- kesin hakediş
- Definite progress payment
- kesin kes
- final cut
- kesin sonuç
- final results
- kesin teminat
- (Finans) performance security
- kesin teminat mektubu
- (Finans) performance bond
- kesin ayar
- accurate adjustment
- kesin bir dille söylemek
- dogmatize
- kesin biçimde
- dogmatically
- kesin delil
- (Kanun) final evidence
- kesin delil
- hard evidence
- kesin delil
- direct evidence
- kesin değer
- (Ticaret) safe bill
- kesin doğru olan
- hypercorrect
- kesin eder/fiyat
- fixed price
- kesin emir
- peremptory command
- kesin emir
- (Ticaret) imperative order
- kesin emir
- injunction
- kesin fikir
- dogma
- kesin gerçekler
- frozen facts
- kesin görev
- (Hukuk) decisive role
- kesin güven
- (Ticaret) irrevocable trust
- kesin hafif küresel konumlama sistemi (GPS) alıcısı
- (Askeri) precise lightweight global positioning system (GPS) receiver
- kesin hüküm
- (Hukuk) res judicata
- kesin hüküm
- final decision
- kesin hüküm
- decree absolute
- kesin ifade
- (Ticaret) positive assertion
- kesin inanç
- cast-iron conviction
- kesin inkar
- (Konuşma Dili) flat contradiction
- kesin inkar
- (Konuşma Dili) flat denial
- kesin kabul
- final acceptance
- kesin kanıt
- (Ticaret) positive proof
- kesin kanıt
- conclusive evidence
- kesin kazanılacak olan seçim
- walk in
- kesin miktar
- definite quantity
- kesin mizan
- (Ticaret) postclosing trial balance
- kesin mizan
- (Ticaret) adjusted trial balance
- kesin mizan
- (Ticaret) after classing trial balance
- kesin olan şey
- certainty
Faith is certainty without evidence.
- İnanç kanıt olmadan kesin olan şeydir.
- kesin olarak
- undoubtedly
- kesin olarak
- point blank
- kesin olarak
- certainly, for certain, without fail
- kesin olarak
- flat
- kesin olarak
- unquestioningly
- kesin olarak
- determinedly
- kesin olarak
- positively
- kesin olarak
- categorically
- kesin olarak
- really
No one ever really knows what's going through someone else's head.
- Birinin kafasından neler geçtiğini kimse kesin olarak bilemez.
We cannot really predict anything.
- Hiçbir şeyi kesin olarak öngöremeyiz.
- kesin olarak
- accurately
- kesin olarak
- rightly
- kesin olarak
- ocularly
- kesin olarak bilmek
- know for certain
- kesin olarak bilmemek
- not to know for certain
- kesin olarak ispatlayan
- demonstrative
- kesin olarak reddetme
- flat refusal
- kesin olarak/bir biçimde
- very definitely, most certainly; very clearly, unequivocally, in no uncertain terms
- kesin olay
- certain event
- kesin olmayan
- chancy
- kesin olmayan
- uncertain
- kesin olmayan
- questionable
- kesin olmayan sonuç
- provisional result
- kesin s/b
- (Bilgisayar) solid b/w
- kesin satis
- (Ticaret) firm sale
- kesin sonuç
- ultimate result
- kesin sonuç
- decider
- kesin sorumluluk
- (Hukuk) absolute responsibility
- kesin ve apaçık
- (Hukuk) specific
- kesin veriler
- facts and figures
- kesin zaman ve zaman aralığı
- (Askeri) precise time and time interval
- kesin ölçüm
- final survey
- kesin şey
- positive
- kesin olmayan
- {s} indecisive
- kesin olarak
- conclusively
- kesin olmayan
- imprecise
- açık ve kesin ifade etmek
- formulate
- hemen hemen kesin
- almost surely
- hemen hemen kesin
- as good as
- kesin hesap
- (Askeri,Ticaret) settlement
- kesin olarak
- (Kanun) absolutely
- kesin olmayan
- doubtful
- kesin hesap
- decompte definitif
- kesin hesap
- {i} audit
- kesin olarak
- finally
- kesin olarak
- decisively
- kesin olarak
- radically
- kesin olarak
- surely
- kesin olarak
- explicitly
- kesin olmayan
- dubious
- kesin olmayan
- tentative
- kesin olmayan
- indeterminate
- kesin olmayan
- loose
- kesin olmayan
- inexplicit
- kesin olmayan
- borderline
- davranışları çabuk ve kesin olan
- behavior as quickly and accurately
- kesin dönüş
- definite return
- kesin olarak
- in conclusive
- kesin olarak
- certain to
- kesin olmayan
- loosy
- Fisher kesin testi
- (Pisikoloji, Ruhbilim) Fisher exact test
- Hava Kuvvetleri unsur plan subayı (karargah); kesin nokta; Prensip Destek Başkan
- (Askeri) Air Force component plans officer (staff); decisive point; Directorate for Policy Support (DIA)
- açık ve kesin
- (Hukuk) clear and unambiguous
- açık ve kesin ifade
- formulation
- başaracağı kesin olan
- sure fire
- buradan biraz daha kesin lütfen
- cut a bit more off here please
- hedefe göre istenen yer sıfır numarası belirleyicisi; kesin dağıtım zamanı
- (Askeri) target desired ground zero (DGZ) designator; time definite delivery
- kaybedeceği kesin olmak
- be out of it
- kazanılması kesin olan zafer
- walk in
- kesin hesap
- (Mukavele) final statement
- kesin olarak
- emphaticical
- kesin olarak
- assuredly
- kesin olarak
- unchangeable