kararsız

listen to the pronunciation of kararsız
Türkçe - İngilizce
irresolute
hesitant

I'm hesitant to do that. - Bunu yapmakta kararsızım.

Tom said that he was hesitant to do that. - Tom bunu yapmak için kararsız olduğunu söyledi.

unstable

Layla was extremely unstable. - Leyla son derece kararsızdı.

Tom told me Mary was emotionally unstable. - Tom bana Mary'nin duygusal yönden kararsız olduğunu söyledi.

indecisive

I used to be indecisive, but now I'm not so sure. - Kararsızdım ama şimdi o kadar emin değilim.

Tom looks indecisive. - Tom kararsız görünüyor.

ambivalent
undecided

I'm undecided at this point. - Bu noktada kararsızım.

Thirteen percent remain undecided. - Yüzde on üçü kararsız kalıyor.

erratic
not sure
flighty
restless
indecisive, hesitant; changeable; unstable, unsteady; undecided
fluxional
dubious
astatic
doubtful

Tom still looks doubtful. - Tom hala kararsız görünüyor.

double minded
hesitant, undecided
changeable, unstable
baffling
flukey
fluctuating
unsettled
changeable
faltering
changeful
inconstant
uncertain

Tom is uncertain what he should do. - Tom ne yapması gerektiği konusunda kararsız.

fickle
{s} variable
{s} vagabond
mutable
{s} hazy
uneven
undecisive
light
light-minded
excursive
unsteadily
in two mind
wayward
labile
instable
slaphappy
astable
light minded
fluky
on the fence
ambıvalent
lightminded
{s} unsteady
{s} undetermined
nambypamby
{s} inconsistent
rocky
faithless
{s} halting
vacillating
{s} uncommitted
{s} infirm
{s} precarious
{s} unresolved
shillyshally
weak kneed
{s} vague

He seemed vague about what he wanted to do. - O, yapmak istediği şey hakkında kararsız görünüyordu.

fluke
fluxion
infirm of purpose
karar
decision

I made a decision to study abroad. - Yurtdışında okumaya karar verdim.

Let's leave the decision to our teacher. - Kararı öğretmenimize bırakalım.

karar
{i} judgment

It was a judgment call. - Kanaate dayalı bir karardı.

I made a snap judgment. - Bir gıyabi karar verdim.

kararsız olmak
dither
kararsız olmak
seesaw
kararsız davranmak
dicker
kararsız denge
unstable equilibrium
kararsız durum
unstable state
kararsız kalmak
seesaw between two opinions
kararsız kalmak
shilly shally
kararsız kimse
Don't Know
kararsız olan kimse
waverer
kararsız olmak
be vague about smth
kararsız olmak
be hazy about
kararsız olmak
fluctuate
kararsız olmak
doubt
kararsız olmak
vacillate
kararsız olmak
pendulate
kararsız olmak
be uncertain
kararsız olmak
to be undecided; to waver
kararsız seçmen
floating vote
karar
determination

Tom had a look of determination on his face. - Tom'un yüzünde bir kararlılık ifadesi vardı.

He was quite decided in his determination. - O, niyetinde oldukça kararlıydı.

karar
decision, resolution; judgement, sentence, finding, decree; stability, constancy; proper degree, reasonable degree; reasonable, decent
karar
{i} verdict

Tom showed no reaction to the verdict. - Tom karara hiçbir tepki göstermedi.

Has the jury reached a verdict? - Jüri bir karara vardı mı?

karar
vote

I've decided never to vote again. - Bir daha asla oy kullanmamaya karar verdim.

We will vote to decide the winner. - Kazanana karar vermek için oy kullanacağız.

karar
{i} conclusion

Tom and Bill arrived at the conclusion independently of each other. - Tom ve Bill birbirlerinden bağımsız olarak karara vardılar.

I don't agree with your conclusions. - Ben senin kararlarını onaylamıyorum.

karar
sentence

Malcom killed Tom because he was tired of seeing his name in lots of sentences. - Malcom birçok mahkeme kararında onun adını görmekten usandığı için Tom'u öldürdü.

I've decided to write 20 sentences every day on Tatoeba. - Tatoeba'da her gün 20 tane cümle yazmaya karar verdim.

karar
ordinance
karar
find
karar
(Kanun) claim
karar
injunction
karar
(Latin) decretum
karar
reasonable degree
karar
(Ticaret) declaration
karar
(Latin) sententia
karar
(Kanun) rule
karar
dijudication
karar
decent
karar
(Kanun) ministerial
karar
(Ticaret) agreement
karar
reasonable
karar
(Latin) judicatum
karar
constancy
karar
proper degree
karar
decision making
karar
fiat
karar
resolve

She resolved to work as a volunteer. - O, gönüllü olarak çalışmaya karar verdi.

They resolved to work harder. - Daha sıkı çalışmaya karar verdiler.

karar
darken

Suddenly, the clouds darkened the sky. - Aniden bulutlar gökyüzünü kararttı.

At the end of April, the water of the Yellow River had darkened. - Nisan ayının sonunda, Sarı Nehrin suyu karardı.

karar
settlement
karar
{f} darkening
karar
adjudication
karar
arbitrament
karar
become overcast
karar
{f} dim

They're dimming the lights. The play is about to begin. - Onlar ışıkları karartıyorlar. Oyun başlamak üzere.

Could you dim the lights a little? - Işıkları biraz karartır mısın?

huzursuz, kararsız, karmaşık
uneasy, uncertain, complex
karar
making decisions
karar
decided on
karar
made the decision
karar
decision to
karar
take decisions
karar
decide for
karar
in decision
karar
deciding on
karar
resolution

This United Nations resolution calls for the withdrawal of Israel armed forces from territories occupied in the recent conflict. - Bu Birleşmiş Milletler kararı İsrail'in silahlı güçlerinin son çatışmalarda işgal edilen bölgelerden çekilmesini istemektedir.

He made a resolution to write in his diary every day. - O her gün günlüğünü yazmaya karar verdi.

karar
decider
karar
decree
karar
judgement [Brit.]
karar
award
karar
estimate, approximation
karar
stability, predictability
karar
(Hukuk) award, decision, ruling, resolution, assessment, conclusion
karar
holding
karar
finding

We're finding it difficult deciding on which one to buy. - Hangisini alacağımıza karar vermeyi zor buluyoruz.

I'm finding it difficult deciding on which one to buy. - Hangisini alacağıma karar vermeyi zor buluyorum.

karar
proper degree, acceptable limit
karar
just right, neither too little nor too much
karar
classical Turkish mus. a return to the original mode
karar
doom
karar
darkened

At the end of April, the water of the Yellow River had darkened. - Nisan ayının sonunda, Sarı Nehrin suyu karardı.

The air was darkened by the smoke. - Hava duman tarafından karartıldı.

karar
perpetuity
karar
fixity
karar
judg(e)ment
karar
{i} judgement

We can rely on his judgement. - Biz onun kararına güvenebiliriz.

Quick judgements are dangerous. - Hızlı kararlar tehlikelidir.

karar
sense

Living the kind of life that I live is senseless and depressing. - Benimki gibi bir hayat yaşamak manasız ve iç karartıcı.

It doesn't make much sense to me, but Tom has decided not to go to college. - Bana pek mantıklı gelmiyor fakat Tom koleje gitmemeye karar verdi.

karar
overcast
Türkçe - Türkçe
Düzensiz, istikrarsız
Kararı olmayan, karar vermekte güçlük çeken, bir kararda durmayan; duruksun, mütereddit
Kararı olmayan, karar vermekte güçlük çeken, bir kararda durmayan, duruksun, mütereddit
(Osmanlı Dönemi) MUKALKAL
(Osmanlı Dönemi) MÜTEBEDDİL
mütebeddil
ikircik
azimsiz
mütereddit
(Osmanlı Dönemi) bîkarar
kararsız denge
Denge durumundaki cismin küçük bir yer değiştirmesiyle bozulan denge
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Ne az ne çok olan tam ölçü. Ölçülülük
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Oturaklı yer. Sâkin olacak yer
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Sabit ve sakin olmak
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Dolanmak
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Mahkemece verilen son söz ve neticeye bağlama
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Değişmez hâle gelmek
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Anlaşılan ve sabit hâle gelen son karar sözü
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Gitmeyip kalmak
KARAR
(Osmanlı Dönemi) Ayakları kısa ve çirkin yüzlü bir cins koyun
Karar
(Osmanlı Dönemi) KURR
Karar
hüküm
karar
Değişmez olma
karar
Bir iş veya sorun hakkında düşünülerek verilen kesin yargı
karar
Bu yargıyı bildiren belge
karar
Türk Müziğinde taksim yaparken ana makama dönüş
karar
Türk müziğinde, taksim yaparken ana makama dönüş
karar
Türk Müziğinde, taksim yaparken ana makama döznüş
karar
Tam ölçüsünde, ne az ne çok
karar
Değişmeyen, düzenli durum, düzenlilik, yöntemlilik
karar
Bir iş veya sorun hakkında düşünülerek verilen kesin yargı: "Kararımı biradere pek güçlükle kabul ettirdim."- R. N. Güntekin
karar
Herhangi bir durum için tartışılarak verilen kesin yargı
karar
Tartışılarak verilen kesin yargı
kararsız