kalmak

listen to the pronunciation of kalmak
Türkçe - İngilizce
stay

I want to stay here longer. - Burada daha uzun kalmak istiyorum.

My uncle is staying in Hong Kong at present. - Amcam şu anda Hong Kong'da kalmaktadır.

be
if it were left up to (someone). Kalsın
cease
abide
remain

You want to remain anonymous. - Anonim kalmak istiyorsun.

She has remained abroad ever since. - O zamandan beri yurt dışında kalmaktadır.

to be postponed
to be

They said they only wanted to be left alone. - Sadece yalnız kalmak istediklerini söylediler.

Tom didn't mean to be so late. - Tom'un niyeti o kadar geç kalmak değildi.

be left

They said they only wanted to be left alone. - Sadece yalnız kalmak istediklerini söylediler.

She just wants to be left alone. - O sadece yalnız kalmak istiyor.

postponed
fall to
dwell
be postponed
spend time
left

She just wants to be left alone. - O sadece yalnız kalmak istiyor.

They said they only wanted to be left alone. - Sadece yalnız kalmak istediklerini söylediler.

hover over
rest
descend from
be inherited from
inherited from
flunk
keep to
rest with
continue
bed

I have to stay in bed all day. - Bütün gün yatakta kalmak zorundayım.

I have had to stay in bed for two days. - İki gün yatakta kalmak zorunda kaldım.

survive

Tom understands what it takes to survive. - Tom hayatta kalmak için ne gerektiğini anlıyor.

We did what we had to to survive. - Hayatta kalmak için yapmak zorunda olduğumuz şeyi yaptık.

keep

You have only to keep silent. - Sadece sessiz kalmak zorundasın.

If you want to keep healthy, you should do more exercises. - Sağlıklı kalmak istiyorsan, daha fazla egzersiz yapman gerekir.

Let's leave it for the time being
to remain, be left; to be left over
to be content with, go no further than. kala kala only ..., no more than ... (is left): Gelmesine kala kala bir gün kaldı. There's only one day left until she comes. kaldı ki moreover, furthermore. kalsa/kalırsa
I've decided I don't want it. kalır yeri olmamak to be at least as good as
sleep

Tom probably wanted to just stay at home and go to sleep. - Tom muhtemelen sadece evde kalmak ve uyumak istedi.

I want to stay home and sleep all day. - Evde kalmak ve bütün gün uyumak istiyorum.

refuge
leave

I'd like stay longer, but I have to leave. - Daha uzun süre kalmak istiyorum ama gitmek zorundayım.

You cannot force someone to stay if they want to leave. If I want to stay, can they force me to leave? - Gitmek isteyen birini kalmaya zorlayamazsın. Eğer kalmak istersem, beni gitmeye zorlayabilirler mi?

to remain; to be left; to be left behind; to be left over; to stay; to put up; to stick around; to be, to spend time; (sınavda) to fail; (yağmur, vb.) to stop, to cease; to be postponed (to/until); to fall to (sb); to descend from sb/sth, to be inherited
(for something) to be left to (someone) by (someone else)
(for a matter) to be entrusted to (someone)
if you ask (my/his/her) opinion
to be kept from doing (something)
wait

I would rather go on foot than stay here waiting for the bus. - Otobüs bekleyerek burada kalmaktansa yaya gitmeyi tercih ederim.

Are you sure you don't want to stay here and wait with us? - Burada kalmak ve bizimle beklemek istemediğinden emin misin?

tarry
stand

The train was so packed that I had to stand up during the whole trip. - Tren o kadar doluydu ki tüm gezi boyunca ayakta kalmak zorunda kaldım.

fail

Our company failed to survive against cutthroat competition. - Firmamız kıyasıya rekabete karşı hayatta kalmakta başarısız oldu.

In the face of ruthless competition, our business failed to survive. - Acımasız rekabet karşısında, bizim iş hayatta kalmakta başarısız oldu.

put up
room

In which room would you like to stay? - Hangi odada kalmak istersiniz?

be left over
to stay (in a place temporarily)
(Hukuk) to remain

You want to remain anonymous. - Anonim kalmak istiyorsun.

I want to remain anonymous in this. - Bunda anonim kalmak istiyorum.

to fail (a class)
come to
to come to a halt, reach a standstill
stop
devolve
exist
lie
sojourn
descend
stick around
persist
to stay
stay at

Because of the storm, we had no choice but to stay at home. - Fırtınadan dolayı, evde kalmaktan başka seçeneğimiz yoktu.

What Tom really wanted to do was stay at home and watch TV. - Tom'un gerçekten yapmak istediği evde kalmak ve televizyon izlemekti.

geriye kalmak
remain
geç kalmak
be late

I was afraid I'd be late. - Geç kalmaktan korktum.

Tom doesn't want to be late. - Tom geç kalmak istemiyor.

maruz kalmak
be exposed to
kalma
stay

My uncle is staying in Hong Kong at present. - Amcam şu anda Hong Kong'da kalmaktadır.

I want to stay here longer. - Burada daha uzun kalmak istiyorum.

kalmak (bir yerde)
tarry
kabul etmek zorunda kalmak
concede
kanlar içinde kalmak
be drenched in blood
kapalı kalmak
to remain closed
karşısında kalmak
To stay in front
kayıtsız kalmak
Remain indifferent
kafasına takılıp kalmak
to stick in one's mind, not to leave one's mind
kalburüstüne gelmek/ kalmak
(for someone) to become outstanding, stand out
kan ter içinde kalmak
sweat blood
kapanın elinde kalmak
to sell like hot cakes, to be in great demand
karanlıka kalmak
to arrive after dark
kararsız kalmak
shilly shally
kararsız kalmak
seesaw between two opinions
kardan mahsur kalmak
snow in
karşı karşıya kalmak
to ccome up against sb/sth, to encounter
karşı karşıya kalmak
expose oneself
katır kuyruğu gibi kalmak
not to make any progress
kayıtsız kalmak
be unmindful of
kayıtsız kalmak
to be indifferent (to)
kayıtsız kalmak
be oblivious to
kâr kalmak
to remain as profit
kâğıt üzerinde kalmak
(for a project) to exist on paper only, not to get beyond the planning stage
hasret kalmak
long
bağlı kalmak
abide by
beklemede kalmak
stand by
sağ kalmak
survive
altında kalmak
swallow
aynen kalmak
remain
hayatta kalmak
survive

We will need this to survive. - Hayatta kalmak için buna ihtiyacımız olacak.

If you have no food, you got to eat roots and insects in order to survive. - Yiyeceğiniz yoksa, hayatta kalmak için kökleri ve böcekleri yemek zorundasınızdır.

aynen kalmak
rest
uyanık kalmak
sit up
ayakta kalmak
keep up
berabere kalmak
tie
zorunda kalmak
be obliged to
arada kalmak
to be mixed up in an affair
beraber kalmak (biriyle)
stick with
ev işleri yaparak aile yanında kalmak
au pair
geç kalmak
late

Tom said that he didn't mean to be late. - Tom amacının geç kalmak olmadığını söyledi.

Tom didn't mean to be so late. - Tom'un niyeti o kadar geç kalmak değildi.

geç kalmak
to be late

Tom doesn't want to be late. - Tom geç kalmak istemiyor.

Tom said that he didn't mean to be late. - Tom amacının geç kalmak olmadığını söyledi.

hamile kalmak
conceive
hayran kalmak
enthuse
kalma
staying

Today I just feel like staying at home and doing nothing. - Canım bügün evde kalmak ve bir şey yapmamak istiyor.

My uncle is staying in Hong Kong at present. - Amcam şu anda Hong Kong'da kalmaktadır.

maruz kalmak
sustain
sokakta kalmak
1. to be left homeless, be left without a place to lay one's head. 2. to be locked out of one's house, be unable to get into one's house
yoksun kalmak
to be deprived of
gebe kalmak
conceive
geri kalmak
1. to stay behind, remain behind. 2. (for a timepiece) to be slow. 3. to be underdeveloped
geri kalmak
lag
kal
{f} remain

How long will you remain in London? - Londra'da ne kadar kalacaksın?

In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life. - Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.

-e geç kalmak
be late
arada kalmak
mixed up in an affair
arada kalmak
be mixed up in an affair
arkada kalmak
to stay behind
bir yerde kalmak (su vb)
stand
devam etmek kalmak
persist
dinleme durumunda kalmak
(Askeri) maintain watch
elde kalmak
left over
elinde kalmak
remain unsold
evde kalmak
stay home

Tom doesn't have to stay home to help Mary. - Tom Mary'ye yardımcı olmak için evde kalmak zorunda değil.

Does Tom have to stay home today? - Tom bugün evde kalmak zorunda mı?

evde kalmak
stop in
evde kalmak
not to be able to get married
evde kalmak
stay in

I want to stay in the house. - Evde kalmak istiyorum.

Tom has to stay in the house because he has the chicken pox. - Tom su çiçeği olduğu için evde kalmak zorunda.

gebe kalmak
(Tıp) carry in the womb
gebe kalmak
(Tıp) be pregnant
genç kalmak
stay young
gerisinde kalmak
fall behind
gerisinde kalmak
fall astern
geç kalmak
get late
geç kalmak
be delayed
güncel kalmak
(deyim) keep abreast of
hamile kalmak
get pregnant
hamile kalmak
(deyim) have a bun in the oven
hamile kalmak
become pregnant
hasret kalmak
feel the absence of
hasret kalmak
miss
hatta kalmak
hold on
hatta kalmak
hold the line
hayran kalmak
be struck with admiration
hayran kalmak
be impressed
hayran kalmak
to be filled with admiration
hayran kalmak
hold in esteem
hayran kalmak
hold-in-high-regard
hayran kalmak
hold in high esteem
hayran kalmak
filled with admiration
hayran kalmak
be filled with admiration
içinde kalmak
(deyim) engulf in
kalma
remaining from
kalma
handed down
kalma
handed down from
maruz kalmak
be subjected
maruz kalmak
(Havacılık) be subjected to
maruz kalmak
to be exposed to, be subjected to
maruz kalmak
come in for
maruz kalmak
be predisposed
maruz kalmak
exposed to

In fact, the inhabitants have been exposed to radioactive rays. - Aslında, yerleşik halk radyoaktif ışınlara maruz kalmaktadır.

maruz kalmak
impose upon
maruz kalmak
subject
maruz kalmak
imposed upon
maruz kalmak
expose

In fact, the inhabitants have been exposed to radioactive rays. - Aslında, yerleşik halk radyoaktif ışınlara maruz kalmaktadır.

mecbur kalmak
be forced to
mecbur kalmak
forced to
memnun kalmak
be satisfied
miras kalmak
pass to
nefes nefese kalmak
get out of breath
sakin kalmak
chill out
sessiz kalmak
keep silent

Tom was right to keep silent. - Tom sessiz kalmakta haklıydı.

He was right to keep silent. - O sessiz kalmakta haklıydı.

seyirci kalmak
look on
seyirci kalmak
stand by
soluk soluğa kalmak
gasp
susuz kalmak
without water
ter içinde kalmak at
lather
uzak kalmak
keep away
yetersiz kalmak
fall short
yoksun kalmak
forfeit
yoksun kalmak
deprived of
yoksun kalmak
lack
zorunda kalmak
obliged to
zorunda kalmak
have to

I don't want to have to hurt you, but if you get in my way, I'll have no choice. - Seni incitmek zorunda kalmak istemiyorum ama yoluma çıkarsan başka seçeneğim kalmayacak.

I'd hate to have to go there with Tom. - Oraya Tom ile gitmek zorunda kalmaktan nefret ediyorum.

maruz kalmak
experience
geri kalmak
a) to stay behind b) (saat) to be slow
hayatta kalmak
live
kal
devolve
kal
hover over
kal
{f} stay

I can't stay here forever. - Sonsuza dek burada kalamam.

He stayed in New York for three weeks. - O, üç hafta New York'ta kaldı.

kal
{f} staying

My uncle is staying in Hong Kong at present. - Amcam şu anda Hong Kong'da kalmaktadır.

I'm now staying at my uncle's. - Şu an amcamın evinde kalıyorum.

kal
{f} remaining

There were few students remaining in the classroom. - Sınıfta kalan çok az sayıda öğrenci vardı.

The reason both brothers gave for remaining bachelors was that they couldn't support both airplanes and a wife. - Her iki erkek kardeşin bekar kalmak için ileri sürdüğü neden onların hem uçaklara hem de bir eşe bakamayacaklarıydı.

yalnız kalmak
stand alone
zorunda kalmak
be obliged to do
zorunda kalmak
to be obliged to, to have to
a kalmak
a stay
darda kalmak
Be short of money, feel the pinch
eksik kalmak
to lack
geri planda kalmak
play second fiddle
geçmişte kalmak
linger
geçmişte kalmak
Be a thing of the past
maruz kalmak
Be exposed, be subject of, experience
memnum kalmak
to be satisfied
naçar kalmak
Be helpless
takımın başında kalmak
(Spor) to remain at the helm
zorunda kalmak
to be obliged to
zorunda kalmak
to be left no choice but (to do something)
kal
word, talk
kal
snub
kal
remains

The problem remains to be solved. - Sorun çözülmeden kalır.

Words fly away, the written remains. - Söz uçar, yazı kalır.

kalma
staying; remaining; remaining from; handed down (from); dating from
kalma
arrearage
kalma
survival

Adaptation is the key to survival. - Adaptasyon hayatta kalmak için anahtardır.

Food is essential for survival. - Yiyecek hayatta kalmak için gereklidir.

kalma
remaining, staying
kalma
flunk
kalma
handed down from, inherited from
kalma
remaining

He wavered between going home and remaining at work in the office. - Eve gitmek ve ofiste işte kalmak arasında tereddüt etti.

The reason both brothers gave for remaining bachelors was that they couldn't support both airplanes and a wife. - Her iki erkek kardeşin bekar kalmak için ileri sürdüğü neden onların hem uçaklara hem de bir eşe bakamayacaklarıydı.

kalma
dating from
kalma
left from, remaining from
kalma
abode
İngilizce - İngilizce

kalmak teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

kal
Era
kal
Strife
Türkçe - Türkçe
Miras olarak geçmek
Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek: "Sıkı sıkı kucakladı ve öylece kaldı."- T. Buğra
Kök veya gövdeleri sonuna -e / -a ve -ip eki almış fiillerle sürerlik bildiren birleşik fiiller oluşturur
Geriye atılmak, ertelenmek
Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek
Bir şeyle kaplanmak, bir şeye bulanmak
Konaklamak, konmak
Geriye atılmak, ertelenmek: "Mahkeme ayın on sekizine kaldı."- S. F. Abasıyanık
Oturmak, yaşamak, eğleşmek: "Tam beş sene benimle beraber kaldı."- S. F. Abasıyanık
Hayatını sürdürmek, yaşamak
Sınırlanmak, bitmemek
Sınırlanmak, bitmemek: "Amasya'da iken karşılaştığımız vaziyet yalnız Şeyh Recep Vakası ile kalmadı."- Atatürk
Belirtilen miktarda bulunmak
Herhangi bir durumu sürdürmek
Olmak, herhangi bir durumda bulunmak
Yapamamak
Belli bir gelirle geçinmek zorunda bulunmak
Sınıf geçmemek. İşlemez, yürümez duruma gelmek
Yetinmek
İşlemez, yürümez duruma gelmek
Oyalanmak, vakit geçirmek
Varlığını korumak, sürdürmek
Zaman, uzaklık veya nicelik belirtilen miktarda bulunmak: "Arabada yalnız dört çocuk kalmıştı."- O. C. Kaygılı
Görevi veya yetkisi içinde olmak, düşmek, durumu itibarıyla aşağı seviyede bulunmak
Varlığını korumak, sürdürmek: "Eniştemizin iptidai kalmış huyları da vardı."- A. Ş. Hisar
Olmak, herhangi bir durumda bulunmak: "Fatma'nın yemek çantası olmasaydı, dün aç kalmıştık."- F. R. Atay
Belli bir gelirle geçinmek zorunda bulunmak: "Refika, valide, iki kerime kaldık mı biz iki bin kuruş tekaüt maaşına."- H. Taner
Oturmak, yaşamak, eğleşmek
Bir işi belli bir noktada bırakmak, ara vermek
Konaklamak, konmak: "Hemen karargâha yerleşmezsem, ne geri dönebilir, ne de otelde kalabilirdim."- F. R. Atay
Sınıf geçmemek
Oyalanmak, vakit geçirmek: "Kısa bir süre tezgâhın önünde kaldı."- N. Cumalı
kalınmak
durmak
kan ter içinde kalmak
(deyim) Yaptığı iş nedeniyle çok yorulmak ve ter içinde kalmak
antant kalmak
anlaşmak
ramak kalmak
Bir şeyin olmasına, gerçekleşmesine çok az kalmak
KAL
(Osmanlı Dönemi) (A, uzun okunur) Söz
kal
Bir düşünceyi anlatabilmek için art arda söylenen kelime dizisi
kal
Koparma, sökme
kal
Söz, lakırtı, laf
kal
(Osmanlı Dönemi) bir şeyi kökünden çekip koparmak, azletmek
kal
çekirge
kal
Maden külçelerinin eritilip arındırılması
kal
Laf, söz
kal
Söz, lakırdı, laf
kal
Koparma, sökme, kökünden söküp atma
kal
Bir alaşımdaki madenlerin erime derecesi farkından yararlanarak bunları birbirinden ayırma işlemi
kal
Söz laf
kalma
Kalmak işi
kalma
Herhangi bir kimseden veya bir dönemden kalmış olan
kâl
(Osmanlı Dönemi) söz
İngilizce - Türkçe

kalmak teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

KAL
(Askeri) kritik unsurlar listesi (key assets list)
kalmak