Yaz tatili sırasında sadece dinleneceğim.
- I'm just going to rest during the summer vacation.
Biletler, alındığı gün de dahil olmak üzere sadece iki gün geçerlidir.
- Tickets are valid for just two days, including the day they are purchased on.
Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.
- Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment.
Bütün kanunlar adil değildir.
- Not all laws are just.
Bu yalnızca onun şemsiyesi olmalı.
- This just has to be his umbrella.
Hayır, teşekkürler. Yalnızca bakıyorum.
- No, thank you. I'm just looking.
Eğer henüz yemek yediysen, yüzmesen iyi olur.
- You'd better not swim if you've just eaten.
O, Paris'ten henüz döndü.
- He has just come back from Paris.
Biz o konuda her iki tarafa adaletli davranmalıyız.
- We should do justice to both sides on that issue.
Ben onu adaletli yapamam.
- I can't do it justice.
Öyle yapmamın makul olduğunu düşüneceksin.
- You will think it just that I should do so.
Açıklama makul geliyor ama bu sadece tutarlı değil.
- Your explanation sounds plausible, but it just doesn't hold water.
Ann raporunu yazmayı az önce bitirdi.
- Ann has just finished writing her report.
Suudi Arabistan büyük elçisinin istifa ettiğini az önce gördüm.
- I've seen just now that the ambassador of Saudi Arabia has resigned.
Aşk bir oyun değildir, bu nedenle sadece en iyi parçaları seçemezsiniz!
- Love isn't a game, so you can't just cherry pick the best bits!
Maskeler sarı kum tozunu,polenlerden dahada küçük,ne kadar iyi engelleyebilir?Sanırım o polenden oldukça daha fazla bir baş belasıdır.
- Just how well can masks block the, even smaller than pollen, yellow sand dust? I think it much more of a nuisance than pollen.
Haksız bir barış, haklı bir savaştan daha iyidir.
- An unjust peace is better than a just war.
Davranışını haklı çıkar, haydi, bunların hepsi olduğunda orada olmanı haklı çıkar.
- Justify your attitude, come on, justify being there when it all happened.
Dükkan tiyatronun tam karşısında.
- The store is just across from the theater.
Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.
- Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.
Tom tam doğru zamanda geldi.
- Tom showed up at just the right moment.
Tom tam doğru zamanda geldi.
- Tom arrived at just the right moment.
Bizim bu evimiz sadece yeniden dekore edildi ve altı aylığına burada yaşamadık.
- This house of ours has just been redecorated, and we haven't lived here for sixth months.
Biletler, alındığı gün de dahil olmak üzere sadece iki gün geçerlidir.
- Tickets are valid for just two days, including the day they are purchased on.
Ben onu ararken sadece bir dakika yerinde kal.
- Just stay put for a minute while I look for him.
Bence Tom'un öfkesi sadece bir savunma mekanizması; Yerinde olsam şahsen bunu kabul etmezdim.
- I think Tom's anger is just a defense mechanism; I wouldn't take it personally if I were you.
O sadece mantıklı değil.
- That just doesn't make sense.
Ben sadece Tom'un Mary ile mantıklı konuşabileceğini düşündüm.
- I just thought Tom might talk some sense into Mary.
Tom kirayı ödemek için yeterli parayı zar zor kazanmayı başardı.
- Tom just barely managed to earn enough money to pay the rent.
Tom testi sadece zar zor geçti.
- Tom just barely passed the test.
Tom geçinmek için güçlükle yeterince kazanıyor.
- Tom just barely earns enough to live on.
Testi güçlükle geçebildim.
- I just barely managed to pass the test.
Ben kimim? Ben bir şairim. Ne yapıyorum? Yazıyorum. Nasıl yaşıyorum? Güçbela yaşıyorum.
- Who am I? I am a poet. What do I do? I write. How do I live? I just live.
Tom hemen her şeyi yiyebilir.
- Tom can eat just about anything.
Belediye binası hemen köşede.
- The city hall is just around the corner.
Burada işimiz neredeyse bitmek üzere.
- We're just about finished here.
Senin bu iş planı neredeyse çok iyimser görünüyor. Bütün söyleyebileceğim onun bir boş hayalden daha fazlası olduğunu ummamdır.
- This business plan of yours seems almost too optimistic. All I can say is I hope it's more than just wishful thinking.
Biraz önce sana söylediğimi unut.
- Forget what I have just told you.
O biraz önce odasını temizledi.
- She just cleaned her room.
Bitirdin mi? Aksine, yeni başlıyorum.
- Have you finished it? On the contrary, I'm just starting.
Bizim bu evimiz sadece yeniden dekore edildi ve altı aylığına burada yaşamadık.
- This house of ours has just been redecorated, and we haven't lived here for sixth months.
Richter ölçeğine göre büyüklüğü 5.0'ı aşan beş sarsıntı sadece bu hafta Japonya sarstı, ancak bilim adamları beklenen en büyük artçının henüz vurmadığı konusunda uyarıyorlar.
- Five tremors in excess of magnitude 5.0 on the Richter scale have shaken Japan just this week, but scientists are warning that the largest expected aftershock has yet to hit.
Tom sadece arkadaş olmak istedi. Ancak, Mary çok daha fazlasını istedi.
- Tom wanted to be just friends. However, Mary wanted much more.
Şimdi dışarıya gelmen ve o tür bir şey söylemen yangına körükle gitmek olur.
- For you to come out and say that kind of thing now would just be pouring oil on the fire.
Küçük ev, şimdiye kadar tıpkı altındaki kadar iyi olmasına rağmen,eski püskü görünmeye başladı.
- The small house had come to look shabby, though it was just as good as ever underneath.
Tom sadece dürüst oluyor.
- Tom is just being honest.
Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.
- Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger.
Sadece net bir cevap istiyorum. Daha fazla bir şey değil.
- I just want a straight answer. Nothing more.
Her şey tam anlamıyla önceki gibi.
- Everything's just like before.
Yeni şapkana tam anlamıyla bayılıyorum.
- I just adore your new hat.
Bu uygulama, tek kelimeyle, pilini tüketiyor.
- This application just eats up your battery.
Tom tek kelimeyle farklı.
- Tom is just different.
Tom kıl payı treni kaçırdı.
- Tom just missed the train.
Bu ülkede adalet biraz çifte standartlıdır: fakirlerin adaleti ve zenginlerin adaleti.
- Justice in this country is a bit of a double standard: there is the justice of the poor and the justice of the rich.
Sonunda kazanacak olan güç değil adalettir.
- It is justice, and not might, that wins in the end.
Yolculuğumuz; uzun, çetin ve tehlikeliydi. Yine de evlerimize sağ salim döndüğümüz için mutluyuz.
- Our trip was long, difficult and dangerous. We're just happy to be back home in one piece.
Henüz sabahın beşiydi ama yine de aydınlıktı.
- It's just five in the morning, but nevertheless it is light out.
Sadece yalnız bırakılmak istediler.
- They just wanted to be left alone.
Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.
- Some read books just to pass time.
Kesinlikle. Ancak onu teyit etmem gerekecek, lütfen sadece biraz bekleyin.
- Certainly. I will need to confirm it, however. Please wait just a moment.
Tom sadece arkadaş olmak istedi. Ancak, Mary çok daha fazlasını istedi.
- Tom wanted to be just friends. However, Mary wanted much more.
He calls it vermillion, but it's just red to me.
It is a just assessment of the facts.
It looks like a just solution at first glance.
The piece just might fit.
He wants everything just right for the big day.