Helen stubbornly insists that this is true.
- Helen bunun doğru olduğunda inatla ısrar ediyor.
The frail old man stubbornly refused to make use of a wheelchair.
- Çelimsiz yaşlı adam inatla bir tekerlekli sandalyeyi kullanmayı reddetti.
You've become old and stubborn.
- Yaşlandın ve inatçı oldun.
Mary is too stubborn to apologize.
- Mary özür dilemeyecek kadar çok inatçı.
He became more obstinate as he grew older.
- Büyüdükçe daha inatçı oldu.
He is the most obstinate child I have ever seen.
- Şu ana kadar gördüğüm en inatçı çocuk.
Your crap stubbornness makes people sick.
- Senin bok inatçılığın insanları hasta ediyor.
I've got my stubbornness from my father.
- İnatçı yanım babamdan gelmedir.