inanmaz

listen to the pronunciation of inanmaz
Türkçe - İngilizce
incredulous
Expressing or indicative of incredulity

Reactions at Sun's campus, an hour's drive from San Francisco, ranged from the fearful to the incredulous.

Skeptical, disbelieving, or unable to believe

Xodar listened in incredulous astonishment to my narration of the events which had transpired within the arena at the rites of Issus.

Difficult to believe; incredible

Faced with these facts, we find it incredulous that defendant had any intent other than the armed robbery of the service station.

Not credulous; indisposed to admit or accept that which is related as true, skeptical; unbelieving
Indicating, or caused by, disbelief or incredulity
not disposed or willing to believe; unbelieving
{s} disbelieving, skeptical, doubting
If someone is incredulous, they are unable to believe something because it is very surprising or shocking. `He made you do it?' Her voice was incredulous + incredulously in·credu·lous·ly `You told Pete?' Rachel said incredulously. `I can't believe it!'. unable or unwilling to believe something
Incredible; not easy to be believed
Skeptical, disbelieving, in shock
inan
belief

It is a prevalent belief, according to a nationwide poll in the United States, that Muslims are linked with terrorism. - ABD'de ülke çapındaki bir ankete göre Müslümanların terörle bağlantılı olduğu yaygın bir inançtır.

My belief is that you are right. - Senin haklı olduğun inancındayım.

inan
trust

I can't bring myself to trust his story. - Ben onun hikayesine inanamıyorum.

I don't feel that I can trust what he says. - Onun söylediğine inanabileceğimi zannetmiyorum.

inan
faith

Faith makes all things possible.... love makes all things easy. - İnanç her şeyi mümkün kılar....aşk her şeyi kolaylaştırır.

In other words, he is a man of faith. - Diğer bir deyişle, o bir inanç adamı.

inan
swear by
inan
reliance
inan
{f} believing

A fault common to scientists is mistakenly believing that every problem has a technical solution. - Bilim adamlarına göre yaygın bir hata her problemin teknik bir çözümü var olduğuna yanlışlıkla inanmaktır.

Tom has a hard time believing anything Mary says. - Tom Mary'nin söylediğine inanarak zor zaman geçiriyor.

inan
come to believe
inan
{f} believed

In my childhood, I believed in Santa Claus. - Çocukluğumda Noel Baba'ya inandım.

Not everyone believed this plan was a good one. - Bu planın iyi bir plan olduğuna herkes inanmadı.

inan
believe in

Do you believe in God? - Allah'a inanıyor musun?

It was stupid of you to believe in him. - Ona inanmakla aptallık ettin.

inan
{f} credit

Tom seems to be unwilling to believe that Mary was the one who stole his credit cards. - Tom onun kredi kartlarını çalanın Mary olduğuna inanmak için isteksiz görünüyor.

inan
{f} crediting
inan
believe

He didn't believe Ben's words. - O, Ben'in sözlerine inanmadı.

There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them. - Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.

inan
accredited
inan
credited
inan
accredit
inan
belief; faith, trust, reliance
inan
faith, belief
inan
belief, something believed. (...)
inan
tenet
Türkçe - Türkçe

inanmaz teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

inan
İnanmak işi
inan
Bir kimseye, bir şeye bütün varlığıyla inanma
inan
inanma, güvenme
inan
Bir kimse veya şeyin doğruluğunu, büyüklüğünü ve gücünü sarsılmaz bir duygu ile benimseme, iman, itikat
İNAN
(Osmanlı Dönemi) Dizgin
İNAN
(Osmanlı Dönemi) İdare etme, yürütme
inanmaz