inanmak

listen to the pronunciation of inanmak
Türkçe - İngilizce
{f} believe

All you have to do is believe me. - Yapmanız gereken bütün şey bana inanmaktır.

It was stupid of you to believe in him. - Ona inanmakla aptallık ettin.

to believe, to credit, to give credence to sth, to attach credence to sth; to believe in; to trust; to swallow, to buy
esteem
believe in
to trust, have faith in, believe in (someone, God)
trust
rely on
(Dilbilim) bend to
(Dilbilim) bend towards
(Konuşma Dili) hold by
have faith in
swear by
trust in
come to believe
give credence to something
attach credence to
depend on
put faith in
be persuaded that
to believe (something); to believe what (someone) says, believe (someone)
to believe in (the benefit, the efficacy, or the rightness of something): Demokrasiye inanıyor. She believes in democracy
deem
(Hukuk) accredit
credit

Tom seems to be unwilling to believe that Mary was the one who stole his credit cards. - Tom onun kredi kartlarını çalanın Mary olduğuna inanmak için isteksiz görünüyor.

swallow
be sold on
to believe in the existence of, believe in (God, spirits)
rely
buy
stock
think

Some people think that it is difficult for a native speaker of English to learn Chinese, but I disagree. - Bazı insanlar ana dili İngilizce olanların Çince öğrenmelerinin zor olduğuna inanmaktadır fakat ben aynı fikirde değilim.

Don't you think I want to believe you? - Sana inanmak istediğimi düşünmüyor musun?

attach credence
feel in one's bones
attribute
hold
feel
suppose
give credence
figure
embrace
firm believer
to believe
give credence to
trow
inanmak (bir şeye)
believe in
inanma
trust

Don't trust anyone over twenty. - Yirminin üzerinde kimseye inanma.

Don't trust him no matter what he says. - Ne söylerse söylesin ona inanma.

inanma
conviction
inanma
{i} confidence
inan
belief

He had strong religious beliefs. - Onun güçlü dini inançları vardı.

Her belief in God is very firm. - Onun Allah'a inancı çok sağlam.

olduğuna inanmak
suppose
inan
trust

I don't feel that I can trust what he says. - Onun söylediğine inanabileceğimi zannetmiyorum.

He doesn't altogether trust me. - O bana tamamen inanmaz.

inanma
{i} belief
inan
faith

Faith makes all things possible.... love makes all things easy. - İnanç her şeyi mümkün kılar....aşk her şeyi kolaylaştırır.

In other words, he is a man of faith. - Diğer bir deyişle, o bir inanç adamı.

inanma
{i} credit

Tom seems to be unwilling to believe that Mary was the one who stole his credit cards. - Tom onun kredi kartlarını çalanın Mary olduğuna inanmak için isteksiz görünüyor.

inanma
(Politika, Siyaset) faith
inanma
creed
inan
swear by
inan
reliance
inan
{f} believing

He has good grounds for believing that. - Ona inanmak için onun iyi dayanakları var.

They say that seeing is believing. - Onlar görmek inanmaktır diyorlar.

inan
come to believe
inan
{f} believed

In my childhood, I believed in Santa Claus. - Çocukluğumda Noel Baba'ya inandım.

She believed him when he said he loved her. - O, onu sevdiğini söylediğinde ona inandı.

inan
believe in

It was stupid of you to believe in him. - Ona inanmakla aptallık ettin.

Do you believe in God? - Allah'a inanıyor musun?

inan
{f} credit

Tom seems to be unwilling to believe that Mary was the one who stole his credit cards. - Tom onun kredi kartlarını çalanın Mary olduğuna inanmak için isteksiz görünüyor.

inan
{f} crediting
inan
believe

There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them. - Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.

He didn't believe Ben's words. - O, Ben'in sözlerine inanmadı.

inanma
{i} crediting
inanma
credence
inanma
disbelieve
inan
accredited
inan
credited
inan
accredit
inanma
believe

He didn't believe Ben's words. - O, Ben'in sözlerine inanmadı.

There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them. - Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.

gerçekten inanmak
really believe
gerçekten inanmak
firmly believe
inan
belief; faith, trust, reliance
inan
faith, belief
inan
belief, something believed. (...)
inan
tenet
körü körüne inanmak
to have blind confidence in
yapabileceğine inanmak
trust smb. to do smth
çok inanmak
be a firm believer in
Türkçe - Türkçe
Kanarak aldanmak
Birini doğru sözlü olarak bilmek, güvenmek
Bir şeyi doğru olarak benimsemek
Bir şeyi doğru olarak benimsemek: "Bizim şairlerimiz sanatın sanat için olduğuna inanırlar, başka bir ereği olabileceği akıllarına gelmez."- N. Ataç
Sevecek, güvenecek ve bağlanacak en yüksek varlık olarak bilmek, iman etmek
Bir şeyin varlığını, doğruluğunu kabul etmek: "Bu başın bir kadına değil, bir hamala ait olduğuna inanmak zor değildi."- P. Safa
Bir şeyin varlığını, doğruluğunu kabul etmek
inan
İnanmak işi
inan
Bir kimseye, bir şeye bütün varlığıyla inanma
inan
inanma, güvenme
inan
Bir kimse veya şeyin doğruluğunu, büyüklüğünü ve gücünü sarsılmaz bir duygu ile benimseme, iman, itikat
inanma
İnanmak işi
inanma
Güven duyma
İNAN
(Osmanlı Dönemi) Dizgin
İNAN
(Osmanlı Dönemi) İdare etme, yürütme
İnanma
inanış
İnanmak
(Osmanlı Dönemi) TEVESSÜL
İnanmak
bilmek
inanmak