Yalnızca her birey ona karşı harekete geçmeye karar verirse, AIDS durdurulabilir.
- AIDS can be stopped only if every person decides to take action against it.
Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
- Only a few people showed up on time.
Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.
- The pilaf with meat is eight yuan. The vegetarian pilaf is only four yuan.
Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.
- The pulao with meat is eight yuan. The vegetarian pulao is only four yuan.
Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.
- The pilaf with meat is eight yuan. The vegetarian pilaf is only four yuan.
İstasyondan yürüyerek eve gitmek sadece beş dakika.
- Walking from the station to the house takes only five minutes.
Partide yalnızca altı kişi vardı.
- Only six people were present at the party.
Yalnızca kütüphanede çalışırım.
- I only study in the library.
Sen onun biricik arkadaşıydın.
- You were his only friend.
O, biricik oğlunu gömdü.
- She has buried her only son.
Herkesin gidebileceği bir evi, sığınabileceği bir yuvası var. Benim evim çöllerdir, yurdum çorak topraklar. Kuzey rüzgarı ışığım, yağmurda bir tek paklanırım.
- Everyone has a house to go to, a home where they can find shelter. My house is the desert, my home the barren heath. The north wind is my fire, the rain my only bath.
Bir tek ben mi partiye gideceğim?
- Will I be the only one going to the party?
O tür bir şeyi yapmaya ancak Tom'un cesareti vardı.
- Only Tom would have the guts to do that kind of thing.
Tom ancak kendini suçlayabilir.
- Tom has only himself to blame.
Sadece tek ağzım ama iki kulağım var.
- I only have one mouth, but I have two ears.
Tom çok çalıştı ama sınavda başarısız oldu.
- Tom worked hard only to fail the exam.
Tek oğlu olduğu için, baba, Ken'i daha çok seviyordu.
- Ken's father loved Ken all the more because he was his only son.
Tom'un Boston'da sadece bir gecesi daha var.
- Tom has only one more night in Boston.