Önceden rezervasyon yapmak zorundasın.
- You have to make reservations in advance.
Soruları önceden hazırlamak senin yararına olur.
- It would be to your advantage to prepare questions in advance.
Doğrusu, seni burada görmek büyük bir sürpriz.
- In fact, it's a great surprise to see you here.
Evimin önünde bir postahane var.
- There is a post office in front of my house.
Evimin önünde bir postane var.
- There is a post office in front of my house.
Bu binanın sorumlusu kimdir?
- Who is in charge of this building?
Bayan Sato benim sınıfın sorumlusudur.
- Miss Sato is in charge of my class.
Her şeyin sırayla olduğunu bulacağından eminim.
- I'm sure you'll find everything is in order.
Temel etiketleri sırayla öğrenelim.
- Let's learn the basic tags in order.
Her halükarda çok geç.
- In any case, it's too late.
Her halükarda seni ilgilendirmez.
- In any case, it's no business of yours.
Tom oyuncak ayıları, kartpostal ve pulları, eski paraları, taş ve mineralleri, trafik plakaları ve jant kapaklarını yani kısacası hemen hemen her şeyi toplar.
- Tom collects teddy bears, postcards and stamps, old coins, stones and minerals, number plates and hubcaps - in short: almost everything.
Kısacası, ben katılmıyorum.
- In short, I disagree.
O zamanla başarılı olacak.
- He'll succeed in time.
Bir yenilik zamanla yok olur.
- A novelty wears off in time.
Her öğrenci sırayla diplomasını aldı.
- Each student received his diploma in turn.
Hepinizi sırayla dinleyeceğim.
- I'll hear all of you in turn.
İlk görüşte ona âşık oldu.
- She fell in love with him at first sight.
Arkadaşının erkek kardeşine âşık oldu.
- She fell in love with her friend's brother.
Peşin ödemek zorundasın.
- You have to pay in advance.
Kaça mal olacağını ona peşinen sorsan iyi olur.
- You had better ask him in advance how much it will cost.
Güneşli havaya rağmen, hava oldukça serindi.
- In spite of the sunny weather, the air was rather chilly.
Dört yaşındaki Amerikalı turist, aslında, Sichuan eyaletinin ünlü mayhoş mutfağına rağmen tamamen baharatlı sığır etinden yapılmamış olduğunu farkettiği için hayal kırıklığına uğradı.
- A four-year-old American tourist was disappointed to realize that, in fact, the Sichuan province is not entirely made of spicy beef, in spite of its famously piquant cuisine.
Ondan çok hoşlanmıyorum, ben aslında ondan nefret ediyorum,
- I don't like him much, in fact I hate him.
Aslında, yerleşik halk radyoaktif ışınlara maruz kalmaktadır.
- In fact, the inhabitants have been exposed to radioactive rays.
Çocukken, Mary özellikle palyaçolar ve maymunlardan nefret ediyordu. Bu güne gelince, gerçekten, bu ,bir parça bile değişmedi.
- As a child, Mary particularly hated clowns and apes. To this day, in fact, that has not changed one bit.
Aslında dilin kökeni hakkında birçok teori vardır, ama hiç kimse gerçekten bilmiyor.
- There are lots of theories about the origins of language, but, in fact, no one really knows.
Onun başarısı söz konusudur.
- His success is in question.
Akıl sağlığınız söz konusu değil.
- Your sanity isn't in question.
Bundan ben sorumluyum.
- I am in charge of this.
O yayınlama için bir dergi hazırlanmasında sorumlu oldu.
- He was in charge of preparing a magazine for publication.
Ek olarak beş dolar ödedim.
- I paid five dollars in addition.
İngilizceye ek olarak Fransızca eğitimi de alıyorum.
- I study French in addition to English.
Geç kalma ihtimaline karşın acele et.
- Make haste in case you are late.
Yağmur yağma ihtimaline karşı ceketini al.
- Take your coat in case it rains.
Kısacası, tüm çabalarımız boşa gitti.
- In short, all our efforts resulted in nothing.
Kısacası, ben katılmıyorum.
- In short, I disagree.
Zamanında gelemediği ortaya çıktı.
- It fell out that he could not come in time.
Bir trafik sıkışıklığı yakalanmazsak, sanırım zamanında orada olacağız.
- I think we'll get there in time if we don't get caught in a traffic jam.
Ben bu işin içinde yer almak istemiyorum.
- I don't want to be involved in this affair.
Bitki yaşamı için, suya ek olarak güneş ışığı kesinlikle gereklidir.
- In addition to water, sunshine is absolutely necessary for plant life.
İngilizceye ek olarak Fransızca eğitimi de alıyorum.
- I study French in addition to English.
Peşin olarak ödemek zorundayız.
- We have to pay in advance.
Peşin olarak ödemek zorunda olacaksın.
- You're going to have to pay in advance.
Her halukarda, bu işi yarına kadar bitirmek zorundayım.
- In any case, I must finish this work by tomorrow.
Her halukârda ebeveynlerine itaat etsen iyi olur.
- In any case you had better obey your parents.
Gelemediği takdirde, onun yerini almak zorunda kalacaksınız.
- You'll have to take his place in case he can't come.
Yangın olduğu takdirde bu butona bas!
- Push this button in case of fire!
Kırmızı lamba tehlike halinde yanar.
- The red lamp lights up in case of danger.
Zorluk olması halinde, sorabilirsin.
- In case of whatever difficulty, you may ask.
Yangın olması halinde bu butona bas!
- Push this button in case of fire!
Zorluk olması halinde, sorabilirsin.
- In case of whatever difficulty, you may ask.
Yangın durumunda bu camı kır.
- Break this glass in case of fire.
Yangın durumunda, çanı çal.
- In case of fire, ring the bell.
Çocukken, Mary özellikle palyaçolar ve maymunlardan nefret ediyordu. Bu güne gelince, gerçekten, bu ,bir parça bile değişmedi.
- As a child, Mary particularly hated clowns and apes. To this day, in fact, that has not changed one bit.
Aslında dilin kökeni hakkında birçok teori vardır, ama hiç kimse gerçekten bilmiyor.
- There are lots of theories about the origins of language, but, in fact, no one really knows.
Televizyonun karşısında uyudum.
- I slept in front of the TV.
Tom genelde tüm gün bilgisayarının karşısında oturur.
- Tom often sits in front of his computer all day.
Bahçe, evin önündedir.
- The garden is in front of the house.
Evimin önünde bir postahane var.
- There is a post office in front of my house.
O, ona zaten âşık olmuştu.
- She was already in love with him.
Peter o kıza aşık olmuştu.
- Peter had fallen in love with that girl.
Ben özellikle bu konuyu vurgulamak istiyorum.
- I want to emphasize this point in particular.
Yarın özellikle yapacak bir şeyim yok.
- I have nothing in particular to do tomorrow.
Haşereler eklem bacaklıdır.
- Insects are arthropods.
Dosyalarımıza giriş için FTP'nin nasıl kullanılacağına dair bilgileri ekledim.
- I have attached instructions on how to use FTP to access our files.
Tom ihtiyacı olur diye bıçağını getirdi.
- Tom brought his knife just in case he needed it.
Yağmur yağmaya başlar diye yanına bir şemsiye al.
- Take an umbrella with you in case it begins to rain.
Anne ve babası gezisinin lehinde idi.
- His parents were in favor of his trip.
Ben önerinini lehindeyim.
- I am in favor of your proposal.
İyi bir doktor olmasının yanı sıra, o çok ünlü bir roman yazarıydı.
- In addition to being a doctor, he was a very famous novelist.
İngilizcenin yanı sıra, Almanca da konuşur.
- In addition to English, he speaks German.
Ayrıca, bir profesörle görüşmeliyim.
- In addition, I have to interview a professor.
Ayrıca yaşlıların birbiriyle kaynaşabilmeleri ve Amerikan yaşamında aktif katılımcılar olarak kalabilmeleri için çok sayıda gruplar kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.
- In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay.
Beni kiralamasına ilave olarak, bana biraz öğüt verdi.
- In addition to hiring me, he gave me a piece of advice.
Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.
- In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay.
Peşin ödememi ister misiniz?
- Do you want me to pay in advance?
Peşin ödemek zorundasın.
- You have to pay in advance.
Bir deprem durumunda, gazı kapatın.
- In case of an earthquake, turn off the gas.
Yangın durumunda, 119'u çevir.
- In case of fire, dial 119.
Yangın olduğu takdirde bu butona bas!
- Push this button in case of fire!
Bu görevden ben sorumluyum.
- I'm in charge of this mission.
Tom hâlâ resmî olarak görevde.
- Tom is still officially in charge.
Sanırım bir sürü ortak noktamız var.
- I think we have a lot in common.
Hiç ortak noktamız yok.
- We have nothing at all in common.
Onlar, ikiz olmalarına rağmen, çok sayıda ortak ilgileri yok.
- Though they're twins, they don't have many interests in common.
Tom ve Mary'nin ortak bir şeyi yok.
- Tom and Mary have nothing in common.
Aslında, balın yaratıcıları çiçeklerdir.
- In effect, flowers are the creators of honey.
Sokağa çıkma yasağı, sabah 6.00'ya kadar geçerlidir.
- The curfew is in effect until 6:00 in the morning.
Bu, esas itibariyle, bilimin sırrıdır.
- This, in essence, is the secret of science.
Onlar Bay Jones lehine oy vereceklerine ikna oldular.
- He is convinced that they will vote in favour of Mr Jones.
Tom Mary'nin önüne koyduğu şeyi yer.
- Tom eats anything Mary puts in front of him.
Tom etmemesi gerektiğini bilmesine rağmen, arabasını yangın musluğunun önüne parketti.
- Tom parked his car in front of a fire hydrant even though he knew he shouldn't.
Senin planın bizim politikamızla uyumlu değil.
- Your plan is not in line with our policy.
Tüm kurallar şirket politikasıyla uyumlu olmalı.
- All of the rules must be in line with company policy.
O gelinceye kadar her şey yolundaydı.
- Everything was in order until he came.
Burada her şey yolunda.
- Everything's in order here.
My fat rolls around in folds.
He spoke in French, but his speech was simultaneously translated into eight languages.
Skirts are in this year.
Is Mr. Smith in?.
One in a million.
His speech was in French, but was simultaneously translated into eight languages.
The country reached a high level of prosperity in his first term.
John is in a coma.
In returning to the vault, I had no very sure purpose in mind; only a vague surmise that this finding of Blackbeard's coffin would somehow lead to the finding of his treasure.
What's that in?.
They said they would call us in a week.
In case of emergency, break glass.
He left his daughter in charge of watching her younger sisters.
This internet browser puts you in charge of your personal settings.
The closest affinities of the Jubulaceae are with the Lejeuneaceae. The two families share in common: (a) elaters usually 1-spiral, trumpet-shaped and fixed to the capsule valves, distally.
My cousin and I have a grandfather and grandmother in common.
An in depth analysis.
Until the new guidelines come out, the old rules are still in effect.
People think tomatoes are vegetables, but, in fact, they are fruits.
Many people are in favor of capital punishment.
Both parties met in front of the Castle, the torch-bearers numbering nearly one hundred.
Not in front of the children!.
Several people are in front of me in line. The woman next in front of me is older, probably in her fifties.
Please stand in line for the pledge of allegiance.
I'm waiting in line at the bakery.
He's in line to be the next champion.
rescues are usually organized by local garden clubs, but before you grab your shovel and head for the door, check with local government agencies to make sure you're in line with regulations. — Garden Superheroes, Garden Gate, Jan/Feb 2006, Issue 67, p.45.
Romeo was in love with Juliet.
I'm not exactly in love with the idea of having to start again from scratch.
Isn't it nice to see two people in love?.
Place the cards in order by color, then by number.
His material is in order for the presentation.
Now that we have finally finished, I think a celebration is in order.
They sang in order, ending with a basso profundo.
She stood in order to see over the crowd. / She stood to see over the crowd.
He is in essence a reclusive sort.
He seems to be very angry all the time but at heart is is a very gentle person.