Soruları önceden hazırlamak senin yararına olur.
- It would be to your advantage to prepare questions in advance.
Lütfen yokluğunuzu önceden bana bildiriniz.
- Please inform me of your absence in advance.
Doğrusu, seni burada görmek büyük bir sürpriz.
- In fact, it's a great surprise to see you here.
Evimin önünde bir göl var.
- There is a lake in front of my house.
Eyfel Kulesi'nin önünde bir düğün resmi istediler.
- They wanted a wedding picture in front of the Eiffel Tower.
Bundan ben sorumluyum.
- I am in charge of this.
Tom olaydan sorumlu komitede.
- Tom is on the committee in charge of the event.
Öğrenciler sırayla cevap verdi.
- The students answered in order.
Her şeyin sırayla olduğunu bulacağından eminim.
- I'm sure you'll find everything is in order.
Her halükarda, gideceğiz.
- In any case, we'll go.
Her halükarda seni ilgilendirmez.
- In any case, it's no business of yours.
Kısacası toplantı vakit kaybıydı.
- The meeting, in short, was a waste of time.
Kısacası, tüm çabalarımız boşa gitti.
- In short, all our efforts resulted in nothing.
Bir yenilik zamanla yok olur.
- A novelty wears off in time.
O zamanla başarılı olacak.
- He'll succeed in time.
Onlar sahnede sırayla şarkı söylediler.
- They sang on the stage in turn.
Hepinizi sırayla dinleyeceğim.
- I'll hear all of you in turn.
Ama sonra o Londra'da dilleri çalışan bir öğrenci olan Jane Wilde'a aşık oldu.
- But then he fell in love with Jane Wilde, a student studying languages in London.
İlk görüşte ona âşık oldu.
- She fell in love with him at first sight.
Plan peşinen kabul edildi.
- The plan has been agreed to in advance.
Peşin ödemek zorundasın.
- You must pay in advance.
Dört yaşındaki Amerikalı turist, aslında, Sichuan eyaletinin ünlü mayhoş mutfağına rağmen tamamen baharatlı sığır etinden yapılmamış olduğunu farkettiği için hayal kırıklığına uğradı.
- A four-year-old American tourist was disappointed to realize that, in fact, the Sichuan province is not entirely made of spicy beef, in spite of its famously piquant cuisine.
Joan zor bir çocukluk geçirmesine rağmen büyük bir aktrist oldu.
- Joan became a great actress in spite of having had a difficult childhood.
Aslında Marie Curie Fransız değil, Polonyalıdır.
- In fact, Marie Curie is Polish, not French.
Dört yaşındaki Amerikalı turist, aslında, Sichuan eyaletinin ünlü mayhoş mutfağına rağmen tamamen baharatlı sığır etinden yapılmamış olduğunu farkettiği için hayal kırıklığına uğradı.
- A four-year-old American tourist was disappointed to realize that, in fact, the Sichuan province is not entirely made of spicy beef, in spite of its famously piquant cuisine.
Gerçekten, o kiliseye gitmedi.
- In fact, he didn't go to the church.
Aslında dilin kökeni hakkında birçok teori vardır, ama hiç kimse gerçekten bilmiyor.
- There are lots of theories about the origins of language, but, in fact, no one really knows.
Tom polise Mary'nin ölmeden önce söz konusu restoranda yemek yediğini söyledi.
- Tom told the police that Mary had eaten at the restaurant in question before she died.
Akıl sağlığınız söz konusu değil.
- Your sanity isn't in question.
Tom olaydan sorumlu komitede.
- Tom is on the committee in charge of the event.
O yayınlama için bir dergi hazırlanmasında sorumlu oldu.
- He was in charge of preparing a magazine for publication.
İngilizceye ek olarak Almanca eğitimi yapmak istiyorum.
- I want to study German in addition to English.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Geç kalma ihtimaline karşın acele et.
- Make haste in case you are late.
Onun gelme ihtimaline karşı hazır olsan iyi olur.
- You had better be ready in case he comes.
Kısacası, tüm çabalarımız boşa gitti.
- In short, all our efforts resulted in nothing.
Kısacası toplantı vakit kaybıydı.
- The meeting, in short, was a waste of time.
Zamanında gelemediği ortaya çıktı.
- It fell out that he could not come in time.
O, öğle yemeğinde zamanında olmak için babasına söz verdi.
- She promised her father to be in time for lunch.
Ben bu işin içinde yer almak istemiyorum.
- I don't want to be involved in this affair.
Bitki yaşamı için, suya ek olarak güneş ışığı kesinlikle gereklidir.
- In addition to water, sunshine is absolutely necessary for plant life.
İngilizceye ek olarak Fransızca eğitimi de alıyorum.
- I study French in addition to English.
Biletler peşin olarak 30 dolar ya da gösteri gününde 35 dolar.
- Tickets are $30 in advance, or $35 on the day of the show.
O peşin olarak ödünç para aldı.
- He borrowed the money in advance.
Her halukarda, bu işi yarına kadar bitirmek zorundayım.
- In any case, I must finish this work by tomorrow.
Her halukârda ebeveynlerine itaat etsen iyi olur.
- In any case you had better obey your parents.
Gelemediği takdirde, onun yerini almak zorunda kalacaksınız.
- You'll have to take his place in case he can't come.
Yangın olduğu takdirde bu butona bas!
- Push this button in case of fire!
Yangın olması halinde bu butona bas!
- Push this button in case of fire!
Kırmızı lamba tehlike halinde yanar.
- The red lamp lights up in case of danger.
Yangın olması halinde bu butona bas!
- Push this button in case of fire!
Zorluk olması halinde, sorabilirsin.
- In case of whatever difficulty, you may ask.
Yangın durumunda bu camı kır.
- Break this glass in case of fire.
Yangın durumunda, çanı çal.
- In case of fire, ring the bell.
Aslında dilin kökeni hakkında birçok teori vardır, ama hiç kimse gerçekten bilmiyor.
- There are lots of theories about the origins of language, but, in fact, no one really knows.
Çocukken, Mary özellikle palyaçolar ve maymunlardan nefret ediyordu. Bu güne gelince, gerçekten, bu ,bir parça bile değişmedi.
- As a child, Mary particularly hated clowns and apes. To this day, in fact, that has not changed one bit.
Her zaman TV'nin karşısındasın.
- You're always in front of the TV.
Televizyonun karşısında daldı.
- She spaced out in front of the TV.
Araba, binanın önüne park edildi.
- The car is parked in front of the building.
Evimin önünde bir postahane var.
- There is a post office in front of my house.
Peter o kıza aşık olmuştu.
- Peter had fallen in love with that girl.
O, ona zaten âşık olmuştu.
- She was already in love with him.
Ben özellikle bu canlı portreden memnunum.
- I am pleased with this vivid portrait in particular.
Ben özellikle bir yere gitmek istemiyorum.
- I don't want to go anywhere in particular.
Bu ücretsiz tarayıcı eklentisini yüklemek ister misiniz?
- Do you want to install this free browser add-on?
Benim kişisel bilgisayarıma Microsoft Office yükledim, bu yüzden bana eklenti gönderdiğinde lütfen onun dosya formatını kullan.
- I have installed Microsoft Office on my personal computer, so please use its file format when you send me the attachment.
Beni aramak istersin diye telefonumu bırakacağım.
- I'll leave my number in case you want to call me.
Yangın olursa diye el altında her zaman bir kova su bulundur.
- Always keep a bucket of water handy, in case of fire.
Ben önerinini lehindeyim.
- I am in favor of your proposal.
Bir bütün olarak ulus, siyasi reformun lehinde.
- The nation as a whole is in favor of political reform.
İngilizcenin yanı sıra Fransızca konuşabilir.
- In addition to English, he can speak French.
Ünlü bir fizikçi olmanın yanı sıra, o büyük bir romancıdır.
- In addition to being a famous physicist, he is a great novelist.
Ayrıca, bir profesörle görüşmeliyim.
- In addition, I have to interview a professor.
Ayrıca on bin yen ödemek zorunda kaldık.
- We had to pay ten thousand yen in addition.
Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.
- In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay.
Beni kiralamasına ilave olarak, bana biraz öğüt verdi.
- In addition to hiring me, he gave me a piece of advice.
Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.
- In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay.
Kiranı peşin ödemelisin.
- Pay your rent in advance.
Peşin ödememi ister misiniz?
- Do you want me to pay in advance?
Bir deprem durumunda, gazı kapatın.
- In case of an earthquake, turn off the gas.
Yangın durumunda, çanı çal.
- In case of fire, ring the bell.
Yangın olduğu takdirde bu butona bas!
- Push this button in case of fire!
Bu görevden ben sorumluyum.
- I'm in charge of this mission.
Tom hâlâ resmî olarak görevde.
- Tom is still officially in charge.
Hepimizin ortak noktası nedir?
- What do all have in common?
Çok fazla ortak noktamız var.
- We have so much in common.
Tom ve benim ortak yanımız yok.
- Tom and I have nothing in common.
Ondan vazgeçtim. İrlandalı rahip ve Kongolu cadı doktorun ortak neyi var?
- I give up. What do an Irish priest and Congolese witch doctor have in common?
Aslında, balın yaratıcıları çiçeklerdir.
- In effect, flowers are the creators of honey.
Sokağa çıkma yasağı, sabah 6.00'ya kadar geçerlidir.
- The curfew is in effect until 6:00 in the morning.
Bu, esas itibariyle, bilimin sırrıdır.
- This, in essence, is the secret of science.
Onlar Bay Jones lehine oy vereceklerine ikna oldular.
- He is convinced that they will vote in favour of Mr Jones.
Tom insanların onun evinin önüne park etmelerini sevmiyor.
- Tom doesn't like it when people park in front of his house.
Tom Mary'nin önüne koyduğu şeyi yer.
- Tom eats anything Mary puts in front of him.
Senin planın bizim politikamızla uyumlu değil.
- Your plan is not in line with our policy.
Tüm kurallar şirket politikasıyla uyumlu olmalı.
- All of the rules must be in line with company policy.
O gelinceye kadar her şey yolundaydı.
- Everything was in order until he came.
Burada her şey yolunda.
- Everything's in order here.
My fat rolls around in folds.
He spoke in French, but his speech was simultaneously translated into eight languages.
Skirts are in this year.
Is Mr. Smith in?.
One in a million.
His speech was in French, but was simultaneously translated into eight languages.
The country reached a high level of prosperity in his first term.
John is in a coma.
In returning to the vault, I had no very sure purpose in mind; only a vague surmise that this finding of Blackbeard's coffin would somehow lead to the finding of his treasure.
What's that in?.
They said they would call us in a week.
In case of emergency, break glass.
He left his daughter in charge of watching her younger sisters.
This internet browser puts you in charge of your personal settings.
The closest affinities of the Jubulaceae are with the Lejeuneaceae. The two families share in common: (a) elaters usually 1-spiral, trumpet-shaped and fixed to the capsule valves, distally.
My cousin and I have a grandfather and grandmother in common.
An in depth analysis.
Until the new guidelines come out, the old rules are still in effect.
People think tomatoes are vegetables, but, in fact, they are fruits.
Many people are in favor of capital punishment.
Both parties met in front of the Castle, the torch-bearers numbering nearly one hundred.
Not in front of the children!.
Several people are in front of me in line. The woman next in front of me is older, probably in her fifties.
Please stand in line for the pledge of allegiance.
I'm waiting in line at the bakery.
He's in line to be the next champion.
rescues are usually organized by local garden clubs, but before you grab your shovel and head for the door, check with local government agencies to make sure you're in line with regulations. — Garden Superheroes, Garden Gate, Jan/Feb 2006, Issue 67, p.45.
Romeo was in love with Juliet.
I'm not exactly in love with the idea of having to start again from scratch.
Isn't it nice to see two people in love?.
Place the cards in order by color, then by number.
His material is in order for the presentation.
Now that we have finally finished, I think a celebration is in order.
They sang in order, ending with a basso profundo.
She stood in order to see over the crowd. / She stood to see over the crowd.
He is in essence a reclusive sort.
He seems to be very angry all the time but at heart is is a very gentle person.