She did her best to persuade him.
- O, onu ikna etmek için elinden geleni yaptı.
He did his best to persuade her.
- Onu ikna etmek için elinden geleni yaptı.
Though Tom's English seems quite good at times, he doesn't seem to know his limitations and it's impossible to convince him that he's wrong when he makes a mistake.
- Tom'un İngilizcesi zaman zaman oldukça iyi görünsede, o sınırlarını biliyor gibi görünmüyor ve o bir hata yaptığında onu hatalı olduğuna ikna etmek imkansızdır.
It would be virtually impossible to convince Tom to come along with us.
- Tom'u bizimle gelmesi için ikna etmek gerçekte imkansız olurdu.
If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence.
- Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.
Tom convinced Mary that John was innocent.
- Tom, John'un masum olduğu konusunda Mary'yi ikna etti.
I persuaded him to go to the party.
- Onu partiye gitmeye ikna ettim.
The salesperson persuaded her to buy the dress.
- Satış elemanı elbiseyi alması için onu ikna etti.
The salesperson persuaded her to buy the dress.
- Satış elemanı elbiseyi alması için onu ikna etti.
Tom persuaded her into going to the movies with him.
- Tom onu onunla birlikte sinemaya gitmesi için ikna etti.
It'll be hard to convince Tom to sell his house.
- Tom'u evini satmak için ikna etmek zor olacak.
It will be hard to convince the owner to sell his house.
- Sahibi evini satmak için ikna etmek zor olacak.
I had trouble convincing Tom to come.
- Tom'u gelmeye ikna etme sorunum vardı.
It's Tom who needs convincing.
- İkna etmeye ihtiyacı olan Tom'dur.
Tom certainly convinced me that I should lose some weight.
- Tom biraz zayıflamam konusunda kesinlikle beni ikna etti.
He convinced his daughter to not marry Tom.
- O, Tom'la evlenmemesi için kızını ikna etti.