i̇şe

listen to the pronunciation of i̇şe
Türkçe - İngilizce

i̇şe teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı

{i} occupation

My brother has no occupation now. - Erkek kardeşimin şu anda işi yok.

What is your occupation? What do you do here? - İşin ne ? Burada ne yapıyorsun?

business

In North America, business operates on the customer is always right principle. - Kuzey Amerika'da işler, Her zaman müşteri haklıdır. prensibi ile yapılır.

Yuriko is planning to move into the furniture business. - Yuriko, mobilya işine taşınmayı planlıyor.

işe yaramaz
Useless

Leave out anything that is useless. - İşe yaramaz şeyi atın.

John claimed that the dishonest salesman had tricked him into buying a useless piece of machinery. - John sahtekâr satıcının işe yaramaz bir makine parçasını alırken onu kandırdığını iddia etti.

işe yaramak
work
job

Ann can't find a job. - Ann, bir iş bulamıyor.

She decided to quit her job. - İşinden ayrılmaya karar verdi.

work

Sometimes he drives to work. - O bazen işe arabayla gider.

I think you will have done all the work soon. - Sanırım yakında tüm işleri bitirmiş olacaksınız.

affair

I have no intention of meddling in your affairs. - İşlerine karışmaya niyetim yok.

You have no right to interfere in other people's affairs. - Diğer insanların işlerine karışmaya hakkın yoktur.

assignment

Any doubts with the assignment? - Ödevle ilgili kafasında soru işareti olan?

I couldn't finish my assignments. - İşlerimi bitiremedim.

employment

She found employment as a typist. - O bir daktilocu olarak iş buldu.

Workers are taking a financial beating in the employment crisis. - İşçiler iş krizinde mali yenilgi alıyorlar.

{i} cause

The recession caused many businesses to close. - Durgunluk birçok işletmenin kapanmasına neden oldu.

Our employees are working around the clock to fix the damage caused by the ice storm. - İşçilerimiz buz fırtınasının neden olduğu hasarı onarmak için gece gündüz çalışıyorlar.

işe yarar
utility
resmen işe başlama töreni
(Ticaret) inauguration
{i} shop

Local shops do good business with tourists. - Yerel mağazalar turistlerle iyi iş yapar.

Let's talk shop for a while. - Bir süre iş konuşalım.

{i} appointment

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

bak şu işe
lo and behold
her gün işe trenle gidip gelen kimse
commuter
occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

I cooperated with him in the task. - Görevde onunla işbirliği yaptım.

He is not up to the task. - O, iş için uygun değil.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

{i} mission

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

{i} doing

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

Illness prevented him from doing his work. - Hastalık onun işini yapmasını engelledi.

işe bakın ki
ironically
işe yabancı
strange
işe yaramak
be useful
işe yaramayan hayvanları öldürmek
cull
işe yaramaz
reject
işe yarar
useful

Tom made a useful suggestion. - Tom işe yarar bir öneri yaptı.

Finally one useful suggestion! - Sonunda işe yarar bir öneri!

gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

This chart illustrates the function of ozone layer. - Bu tablo ozon tabakasının işlevini gösteriyor.

I think everything is functional. - Sanırım her şey işlevsel.

{i} show

He showed me the ropes. - Bana işin inceliklerini gösterdi.

Tom didn't show up for work today. - Tom bugün işe gelmedi.

{i} piece

Here's a piece of paper. - İşte bir parça kağıt.

John claimed that the dishonest salesman had tricked him into buying a useless piece of machinery. - John sahtekâr satıcının işe yaramaz bir makine parçasını alırken onu kandırdığını iddia etti.

birçok işe uygun (alet)
versatile
working

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

If you really need a job, why don't you consider working for Tom? - Eğer gerçekten bir işe ihtiyacın varsa, niçin Tom için çalışmayı düşünmüyorsun?

(Ticaret) shirking
trouble

Her novel ideas are time and again getting her into trouble with her more conservative colleagues. - Onun yeni fikirleri daha tutucu iş arkadaşlarıyla sık sık başını derde sokuyor.

The word processor will save you a lot of trouble. - Kelime işlemci seni birçok dertten kurtaracak.

line

In this line of work, if you make a grim face the customers won't come. - Bu iş sırasında, sert surat yaparsan, müşteriler gelmez.

What line of work are you in? - Hangi iş dalındasınız?

hold

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

(Ticaret) labor

We saw laborers blasting rocks. - Kayaları patlatan işçiler gördük.

The labor unions had been threatening the government with a general strike. - İşçi sendikaları hükümeti genel grevle tehdit etmekteydi.

errand

Tom often runs errands for Mary. - Tom sık sık Mary'nin ayak işlerini yapar.

I have an errand to do in town. - Kasabada yapacak bir işim var.

project

He planned the project along with his colleagues. - O ,projeyi iş arkadaşlarıyla birlikte planladı.

Tom Jackson, a rich businessman, agreed to fund the project. - Tom Jackson, zengin iş adamı, projeye yatırım yapmayı kabul etti.

workings
(Ticaret) engagement
işe
pee

Your child peed in his diaper. - Çocuğunuz bezine işedi.

Your cat entered into my car and peed there. - Kedi arabama girip oraya işedi.

işe istekli
willing to work
pek çok işe yarayan
all-purpose
trade

Would you like to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misiniz?

In the Tokyo stock market, stocks of about 450 companies are traded over the counter. - Tokyo borsasında, aşağı yukarı 450 şirketin hisse senetleri sayaç üzerinde işlem gördü.

deal

I have a great deal to do tonight. - Bu gece yapacak çok işim var.

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

dealings

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

post

Tom is always postponing things. - Tom işleri her zaman erteliyor.

Here, your sentence is now consigned to posterity! - İşte, şimdi cümlen gelecek kuşaklara bırakıldı!

commission
operation

I have a few questions about Tom's operation. - Tom'un işlemi hakkında birkaç sorum var.

VISUACT supports flexibly the varied environments and needs of our customers and offers a variety of operational procedures. - VISUACT çeşitli ortamları ve müşterilerimizin ihtiyaçlarını esnek şekilde destekler ve operasyonel işlemleri sunar.

occupational
concern

Tom always meddles in affairs that do not concern him. - Tom her zaman kendini ilgilendirmeyen işlere karışır.

So far as he was concerned, things were going well. - Bildiği kadarıyla işler yolunda gidiyordu.

position

He occupies a prominent position in the firm. - O, firmada önemli bir konumu işgal eder.

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

situation

Tom is usually useless in these situations. - Tom genellikle bu durumlarda işe yaramaz.

I've got a situation to deal with. - İlgilenecek bir işim var.

transaction

The businessman didn't dare withdraw from the transaction. - İş adamı işlemden çekilmeye cesaret etmedi.

This transaction was carried out in yen, rather than US dollars. - İşlem ABD dolarından daha ziyade yenle gerçekleştirilmiştir.

duty

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

Desperate needs lead to desperate deeds. - Umutsuz ihtiyaçlar umutsuz işlere yol açar.

You have to turn words into deeds. - Sözleri işlere çevirmek zorundasın.

act

Actions speak louder than words. - Söze bakılmaz, işe bakılır.

He's active doing charity work. - O hayır işi yapmada aktiftir.

shebang
action

Actions speak louder than words. - Söze bakılmaz, işe bakılır.

Tom is all talk and no action. - Tom çok konuşan ve az iş yapan biridir.

matter

Tom is scrupulous in matters of business. - Tom iş meselelerinde vicdanlıdır.

As a matter of fact, it is true. - İşin aslın bakarsan, o doğrudur.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
işe
urinate

Please, urinate in this vessel! - Lütfen bu kap içerisine işeyin.

işe
{f} pissed
işe
{f} piss

While walking down the street, I saw two white cats pissing near a car tire. - Sokakta aşağıya doğru yürürken iki beyaz kedinin bir araba lastiğinin kenarına işediğini gördüm.

Can I go to the bathroom? I gotta piss. - Tuvalete gidebilir miyim? İşemem gerekiyor.

{i} place

This seems to be a busy place. - Bu işlek bir yer gibi gözüküyor.

This seems to be a pretty busy place. - Bu oldukça işlek bir yer gibi görünüyor.

biz
işe yaramaz şey
trash
işe yarar şey
utility
Acele işe şeytan karışır
(Atasözü) More haste more wasteHaste makes waste More haste less speed
acele işe şaytan karışır
The Devil interferes with hurried work.If you hurry your work will turn out wrong
eli işe yatkın, becerikli, usta
hand, tend to work, skilled craftsmen
activity

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

{i} calling

Tom doesn't like Mary calling him at work. - Tom, Mary'nin onu iş yerinde aramasından hoşlanmıyor.

I'm calling in sick tomorrow. - Yarın işten hastalık izni alıyorum.

of work
the work
{s} regulation

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

buisness
işe alınma
recruitment
işe alıştırma
orientation
işe alıştırma eğitimi
orientation
işe girme
Entering the work
acele işe şeytan karışır
great haste makes waste
acele işe şeytan karışır
more haste less speed
acele işe şeytan karışır
haste makes waste
acele işe şeytan karışır
(Atasözü) Haste makes waste
acele işe şeytan karışır
great haste makes great waste
araya adam koyup işe girmek
get a job by push
başından büyük işe girişmek
to bite off more than one can chew
başından büyük işe girişmek
bite off more than one can chew
bir işe başlamak
break ground
bir işe başlamak
(Hukuk) (etkinliğe) to take up an activity
bir işe başlamak
(Hukuk) launch in
bir işe girişmek
engage in
bir işe yaramak
to be of service (to sb)
boyunda büyük işe kalkışmak
overreach oneself
boyundan büyük işe kalkışmak
overplay one's hand
büyük bir işe hazırlanmak
gird up one's loins
ciddi olarak işe koyulmak
get down to work
ciddiyetle bir işe girişmek
(Dilbilim) buckle down to
değerli ama işe yaramayan mülk
white elephant
düzenli bir işe girmek
get a regular job
eli işe yakışmaz
maladroit
eli işe yatkın
handy
eli işe yatmak
to be skilful
en son işe başlama tarihi
latest start date
eskisi kadar işe yaramaz
it has seen better days
gereksiz ve işe yaramayan tip
(Argo) good-for-naught
gereksiz ve işe yaramayan tip
(Argo) good-for-nothing
gereksiz ve işe yaramayan tip
(Argo) goof-off
her işe burnunu sokan
snoopy
her işe burnunu sokan kimse
snoop
her işe burnunu sokma
nosiness
her işe burnunu sokmak
to poke one's nose into everything
her işe koşan yardımcı
do-all
imkânsız işe girişmek
squere the circle
ince işe yatkın
natty
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
phys. work
job, employment, work
ergo
dealing

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

event, something
business, trade, commerce
(Hukuk) labour, work
doings
task; occupation
profession

Layla did a professional job. - Leyla profesyonel bir iş çıkardı.

Police revealed that the heist was the work of professionals. - Polis soygunun profesyonellerin işi olduğunu ortaya çıkardı.

slang trick
business, matter, affair
secret or dubious side (of an affair)
establishment

This establishment attracts a clientele of both tourists and businessmen. - Bu şirket hem turistlerden hem de iş adamlarından müşteri çekiyor.

office

I have an important business to attend to in my office. - Ofisimde ilgilenecek önemli bir işim var.

I was able to get a job through the good offices of my friend. - Arkadaşlarımın iyi ofisleri sayesinde bir iş bulabildim.

ball game
elbow
enterprise

He has always associated with large enterprises. - O her zaman büyük işletmeler ile ilişki kurmuştur.

The success of the enterprise astonished everybody. - İşletmenin başarısı herkesi şaşkına çevirdi.

{i} service

In the United States, 20 million new jobs have been created during the past two decades, most of them in the service sector. - Amerika Birleşik Devletlerinde, geçtiğimiz yirmi yıl boyunca 20 milyon yeni iş yaratılmıştır, onların çoğu hizmet sektöründedir.

May I be of further service? - Bir işe yarayabilir miyim?

things to do

Tom wanted to go, but he had lots of things to do. - Tom gitmek istedi fakat yapacak çok işi vardı.

I have a ton of things to do. - Yapacak bir sürü işim var.

berth
gig#
traffic

It's horrible to get caught in rush hour traffic. - İş çıkışındaki yoğun trafiğe yakalanmak korkunçtur.

My father was late for work this morning because of a traffic jam. - Babam bu sabah trafik sıkışıklığı nedeniyle işe geç kaldı.

load

Here comes another bus load of tourists. - İşte başka bir otobüs dolusu turist geliyor.

I have loads of things to do. - Yapacak bir sürü işim var.

incumbency
piece of work

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

He's a real piece of work. - O, işin gerçek bir parçası.

{i} works

I will find out how the medicine works. - İlacın nasıl işe yaradığını öğreneceğim.

Not only does she keep house, but she also works as a school teacher. - O sadece ev işlerini çekip çevirmiyor, aynı zamanda bir okul öğretmeni olarak da çalışıyor.

{i} ploy
{i} spindle
{i} billet
işe almak
to engage, to take sb on
işe almak
engage
işe bakmak
to get to work on something; to be at work on something
işe balta ile girişmek
to set about doing something like a bull in a china shop
işe başlamak
to clock in
işe başlarken imza atmak
sign on
işe başvurmak
apply for a job
işe boğulmuş
overwhelmed with work
işe gelen şey
grist to the mill
işe gelmeme
absenteeism
işe geri dönmek
get back to the grindstone
işe geç gelmek
come to the job late
işe geç kalma
(Ticaret) tardiness
işe giriş saatini yazan makine
telltale
işe girişmek
to set to work
işe girişmek
approach a task
işe girişmek
to embark on a job enthusi
işe girişmek
roll up one's sleeves
işe girişmek
get busy
işe girmek
set up
işe girmek
to get a job
işe hazırlanmak
clear the deck
işe koyulmak
to get down to work, to get busy
işe koyulmak
sit down to work
işe koyulmak
roll up one's sleeves
işe koyulmak
approach a task
işe koşmak
to make (sb) do a job
işe sarılmak
hop to it
işe sarılmak
to pitch in
işe sokmak
instate
işe son verme
shutdown
işe yaramak
serve the purpose
işe yaramak
to work, to help, to be of use
işe yaramak
come in handy
işe yaramak
answer the purpose
işe yaramak
avail
işe yaramama
inefficiency
işe yaramaz
useless, dud, good-for-nothing
işe yaramaz atıkların, artıkların tehlikesiz kaldırılması
(Hukuk) safe-disposal of non-recoverable waste, residues
işe yaramaz hale getirmek
unfit
işe yaramaz kimse
wastrel
işe yaramaz kimse
basket case
işe yaramaz kimse
never do well
işe yaramaz kimse
dud
işe yaramaz kimse
noneffective
işe yaramaz kimse
lemon
işe yaramaz kimse
loon
işe yaramaz şemsiye
gamp
işe yaramaz şey
rubbish
işe yaramaz şey
offcast
işe yaramazlık
trashiness
işe yarar
available

Is there any help available? - İşe yarar bir yardım var mı?

işe yarar
useful, serviceable
işe yarar
serviceable
işe yararlık
usefulness
işe yarayan
handy
Türkçe - Türkçe
(Osmanlı Dönemi) Câsus, hafiye
(Osmanlı Dönemi) f. Orman, sık ağaçlık
Emek, işçilik, ustalık. İşlem
acele işe şeytan karışır
(deyim) Düşünüp taşınmadan, çabuk davranılarak yapılan işten iyi sonuç beklenmemelidir; o iş ya yanlış ya da bozuk olur
işe alıştırma
oryantasyon
işe alıştırma eğitimi
oryantasyon
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
işe uygun
Yapılan işe elverişli, işe yarar
işe yarar
Becerikli, elverişli, işe uygun
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB