i̇çli̇

listen to the pronunciation of i̇çli̇
Türkçe - İngilizce

i̇çli̇ teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı

interior

He studied interior decoration. - O, iç dekorasyon eğitimi aldı.

Tom is an interior designer. - Tom bir iç mimar olmak istedi.

{s} domestic

The Government's domestic policy was announced. - Hükümetin iç politikası açıklandı.

My father is a pilot on the domestic line. - Babam iç hatlarda çalışan bir pilot.

içli
sentimental
inner

Music is inner life, and he will never suffer loneliness who has inner life. - Müzik iç yaşamdır. İç yaşamı olan asla yalnızlık çekmeyecek.

There's a button on the inner side of the door. - Kapının iç tarafında bir buton var.

{s} internal

That is an internal affair of this country. - O, bu ülkenin iç işidir.

Tom is bleeding internally. - Tom'un iç kanaması var.

içli
{s} sensitive
içli
weepy
içli
sensitive, easily moved or affected (person)
içli
(fruit, nut, legume) the kernel or seed of which is ready to eat, the kernel or seed of which is big enough to eat
içli
romantic
içli
soulful
içli
emotional
içli
having an inside part, having a kernel/pulp; sensitive, emotional; sad, touching, moving
içli
sad and moving
içli
(Konuşma Dili) genuine, true, real
{i} inside

I opened the box and looked inside. - Kutuyu açtım ve içine baktım.

Yuriko, a marine biology grad student, fell asleep inside a fish tank and awoke covered in octopuses and starfish. - Yuriko deniz biyolojisinden mezun bir öğrenci, bir balık tankının içinde uykuya daldı ve ahtapotlar ve deniz yıldızları ile kaplı olarak uyandı.

intrinsic
interrior
interior equipment
offal
internus
intestines
stomach

Drinking on an empty stomach is bad for your health. - Boş mideyle içki içmek sağlığa zararlıdır.

You shouldn't drink on an empty stomach. - Boş bir mideyle içki içmemelisin.

indoor

Catherine stayed indoors because it was raining. - Yağmur yağdığı için Catherine içerde kaldı.

Keep the kids indoors. - Çocukları içeride tutun.

içli
having an inside part
içli
touching
içli
moving
{f} swig

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

He drank a great swig from the bottle. - O, şişeden büyük bir yudum içti.

in
knock back
{i} within

She will be back within a week. - O bir hafta içinde geri dönecek.

Truman arrived at the White House within minutes. - Truman, Beyaz Saray'a dakikalar içinde ulaştı.

endo-
intra

We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here. - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.

inland
{f} drink

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

Europeans love to drink wine. - Avrupalılar şarap içmeyi sever.

quaff
{f} drinking

It's possible that the drinking water has chlorine, lead, or similar contaminants in it. - İçme suyunda klor, kurşun ya da benzer kirletici madde bulunması mümkün.

Drinking much is dangerous. - Çok fazla içmek tehlikelidir.

drank

To compensate for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than was good for him. - Hastanedeki hoş olmayan deneyimlerini telafi etmek için Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

To make up for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than he should have. - Hastanedeki kötü deneyimlerini telafi etmek için, Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

stuffing
bowels
aşırı içli
mawkish
stuffing, filling (material used to stuff or fill something)
the interior, the inside, the inner part or surface
domestic, internal (as opposed to foreign)
core
inward

A ghost is an outward and visible sign of an inward fear. - Bir hayalet içe dönük bir korkunun dışa dönük ve görünür işaretidir.

The Japanese are often criticized for being inward looking and insufficiently international in their outlook. - Japonya görünüşte içe dönük ve yetersiz uluslararası yapıya sahip olduğundan dolayı sık sık eleştirilmektedir.

intestine
inland (as opposed to coastal)
(a person's) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül'ün içi temiz. Don't worry, Safigül's a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He'll find a way to finish university, if he really wants to do so
inner, inside; interior; internal
guts

People often spill their guts to bartenders. - İnsanlar genellikle içlerini barmenlerinine dökerler .

No one seems to have the guts to do that anymore. - Artık hiç kimsenin onu yapmak için cesareti var gibi görünmüyor.

inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh
insides, innards (internal organs of a person or animal)
inlying
civil

There was a danger of civil war. - Bir iç savaş tehlikesi vardı.

Davis did not want civil war. - Davis, iç savaş istemiyordu.

inside, interior; stomach, intestines, offal; heart, mind; internal, interior, inner, inside; domestic, home
refill

Tom held his cup out for Mary to refill it. - Tom Mary'nin onu yeniden doldurması için kupasını uzattı.

Tom grabbed his mug and walked into the kitchen to get a refill. - Tom kupasını aldı ve yeniden doldurmak için mutfağa gitti.

(Hukuk) domestic, inner, internal
inside , internal , intrinsic
endo
{i} kernel

Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels. - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.

biennial
knockback
entrails
inset
breast

Smoking can cause breast cancer. - Sigara içmek meme kanserine neden olabilir.

I'd like to have a test for breast cancer. - Göğüs kanseri için bir test yaptırmak istiyorum.

juvenilia
nucleus

Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons. - Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.

içli dışlı
be hand in glove
içli köfte
a meatball that has been coated with a paste made of cracked wheat and meat and then fried
içli köfte
meatballs stuffed with cracked wheat
içli çekirdek
coccus
içli çekirdekler
cocci
Türkçe - Türkçe
(Osmanlı Dönemi) Kin tutan, haset eden
(Osmanlı Dönemi) Çabuk müteessir olan, hassas duygulu
(Osmanlı Dönemi) t. İçi dolu
içli
Kolay duygulanıp incinen, duygulu, hassas, hisli
içli
Mumbar dolması
içli
İçi dolu (taneli sebze veya kuru yemiş)
içli
İçi dolu
içli
Duygulandıran, etkili: "Denize uzanan demir iskelenin ucuna gidip içli şiirler okurduk birbirimize."- H. Taner
içli
Kolay duygulanıp incinen, duygulu, hassas, hisli: "Annem evlatlarının bu kayıtsızlığına karşı içli bir hâlde günden güne fazla üzülüyor ve bitiyordu."- Y. K. Beyatlı
içli
Duygulandıran, etkili
Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri: "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?"- S. F. Abasıyanık
Dolma yapmak için hazırlanan karışım
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
Harem dairesi
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
Muhteva

Tabiat, her sayfasında mühim muhteva sunan yegâne kitaptır. - Doğa, her sayfasında önemli içerik sunan tek kitaptır.

Konuşmasının muhtevası, mevzu ile alakalı değildir. - Konuşmasının içeriği, konu ile ilgili değildir.

İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
Mide, bağırsak, karın
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan: "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı."- P. Safa. İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu
Ten ile dış giysiler arası: "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum."- E. Bener
Toplu bir durumda bulunan kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne: "Ama hepiniz, hepiniz / Hepiniz geçim derdinde / Bir ben miyim keyif ehli içinizde?"- O. V. Kanık
Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı: "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir."- Ç. Altan
Ten ile dış giysiler arası
derun
içli dışlı
Hiç gizli işi olmayan, apaçık, olduğu gibi, senli benli, aşırı teklifsiz
içli dışlı olmak
Karşılıklı olarak candan ve içten davranmak, teklifsiz görüşmek
içli dışlı olmak
Karşılıklı olarak resmî davranışlardan uzaklaşmak, candan ve içten davranmak
içli dışlı olmak
Kız ve oğullarını karşılıklı olarak evlendirmek
içli dışlılık
İçli dışlı olma durumu
içli köfte
Yağsız kıyma ile ince bulgur iyice yoğrulup içi oyularak yumurta biçiminde hazırlanan ve içerisine kavrulmuş soğanlı kıyma konduktan sonra haşlanan veya kızartılan bir çeşit köfte
içli köfte
Yağsız kıyma ve ince bulgurla yapılan bir tür köfte
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Kalb, vicdan, gönül
İÇ
(Osmanlı Dönemi) t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Harem dairesi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Karın, mide
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek
İç
(Osmanlı Dönemi) ZAMİR
İngilizce - Türkçe

i̇çli̇ teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

içli köfte
cracked wheat meatballs stuffed with ground beef
i̇çli̇