işte

listen to the pronunciation of işte
Türkçe - İngilizce
here

Here's the house where he lived. - İşte onun yaşadığı ev.

Here's my email address. - İşte e-posta adresim.

behold
Here!, Here it is!, Here you are!, There you are!; See!, Look!; you see
here you are
aha
at work

Do you spend more time at home or at work? - Evde mi yoksa işte mi daha fazla zaman harcarsın?

I'd like to spend less time at work and more time at home. - İşte daha az ve evde daha çok zaman geçirmek istiyorum.

lo
as you see
Here!/Here it is!
See!/Look!/Behold!
there

There's a party after work. - İşten sonra bir parti var.

There is a silver lining to every dark cloud! - Her işte bir hayır vardır!

you see
work

What time do you usually get off your work? - Genellikle işten ne zaman ayrılırsın?

I didn't get much sleep last night so I was nodding off all day at work. - Dün gece fazla uyuyamadım bu yüzden bütün gün işte uyukluyordum.

already

His mother was already home from work and had supper prepared. - Annesi işten eve zaten dönmüştü ve hazırlanmış akşam yemeğini yedi.

Shouldn't you be at work already? - Zaten işte olman gerekmiyor mu?

see

I'll see you after work. - İşten sonra görüşürüz.

It seems that she is not pleased with the job. - İşten memnun değil gibi görünüyor.

here is

Here is a letter for you. - İşte senin için bir mektup.

Here is their photo album. - İşte onların fotoğraf albümü.

{i} occupation

My brother has no occupation now. - Erkek kardeşimin şu anda işi yok.

Kemal Tahir narrates the occupation days of Istanbul in 1920s in his book named The People Of The Slave City. - Kemal Tahir Esir Şehrin İnsanları isimli kitabında İstanbul'un 1920'li yıllardaki işgal günlerini anlatır.

business

The export business isn't doing well. - İhracat işi iyi yapılmıyor.

There were hundreds of taxis at the airport, all touting for business. - Havaalanında yüzlerce taksi vardı,hepsi iş için çığırtkanlık yapıyorlardı.

job

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

Ann can't find a job. - Ann, bir iş bulamıyor.

work

I think you will have done all the work soon. - Sanırım yakında tüm işleri bitirmiş olacaksınız.

Sometimes he drives to work. - O bazen işe arabayla gider.

işte böyle
like this
işte böyle
Now you see how it is
işte böyle
like that
işte hayat böyle!
that's life
işte oraya, geridekileri de yaklaştırdık
That there, following the approach we have back
işte mesele bu
that's the point
işte o kadar
that's the cheese
işte o kadar
that's flat
işte olmak
to be at work
işte tecrübe sahibi
well versed in business
işte tecrübe sahibi
well up in business
affair

Don't meddle in his affairs. - Onun işlerine karışmayın.

I'll look after your affairs when you are dead. - Öldüğün zaman, senin işlerine ben bakacağım.

assignment

Any doubts with the assignment? - Ödevle ilgili kafasında soru işareti olan?

I have a lot of assignments to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

employment

She found employment as a typist. - O bir daktilocu olarak iş buldu.

Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment. - Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.

{i} cause

Tom causes me a lot of extra work. - Tom başıma fazladan iş çıkarıyor.

The recession caused many businesses to close. - Durgunluk birçok işletmenin kapanmasına neden oldu.

{i} shop

I had to do all the housework, but I wish I had gone to the movies or shopping. - Bütün ev işlerini yapmak zorunda kaldım, ama keşke sinemaya ya da alışveriş yapmaya gitseydim.

Local shops do good business with tourists. - Yerel mağazalar turistlerle iyi iş yapar.

{i} appointment

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

eh işte
so so
occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

To rule a country is not an easy task. - Bir ülkeyi yönetmek kolay bir iş değildir.

Your robot will prepare meals, clean, wash dishes, and perform other household tasks. - Sizin robotunuz yemekleri hazırlayacak, temizleyecek, bulaşıkları yıkayacak, ve diğer ev işlerini yapacak.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

{i} mission

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

{i} doing

The export business isn't doing well. - İhracat işi iyi yapılmıyor.

Illness prevented him from doing his work. - Hastalık onun işini yapmasını engelledi.

işte böyle
just like that
işte böyle
just like this
gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

I think everything is functional. - Sanırım her şey işlevsel.

What did they add this needless function for? - Bu gereksiz işlevi ne için eklediler?

{i} show

I want a hot shower before I go back to work. - İşe geri dönmeden önce sıcak bir duş istiyorum.

A survey shows that many businessmen skip lunch. - Bir araştırma birçok iş adamının öğle yemeğini atladığını göstermektedir.

{i} piece

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

Here's a piece of paper. - İşte bir parça kağıt.

(bir işte) yan çizmek
evade
working

He has spent most of his working life as a diplomat. - İş hayatının çoğunluğunu bir diplomat olarak geçirdi.

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

(Ticaret) shirking
trouble

Tom didn't have as much trouble finding a job as he thought he would. - Tom'un olacağını düşündüğü kadar çok bir iş bulma sorunu olmadı.

Her novel ideas are time and again getting her into trouble with her more conservative colleagues. - Onun yeni fikirleri daha tutucu iş arkadaşlarıyla sık sık başını derde sokuyor.

line

In this line of work, if you make a grim face the customers won't come. - Bu iş sırasında, sert surat yaparsan, müşteriler gelmez.

We should draw the line between public and private affairs. - Biz resmî ve özel işler arasına çizgi çizmeliyiz.

hold

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

(Ticaret) labor

The laborers formed a human barricade. - İşçiler bir insan barikatı kurdu.

They will organize a labor union. - Bir işçi sendikası düzenleyecekler.

errand

Tom had to run an errand. - Tom bir iş için koşmak zorunda kaldı.

Tom often runs errands for Mary. - Tom sık sık Mary'nin ayak işlerini yapar.

project

He had a lot to do with that project. - O proje ile ilgili yapacak çok işi vardı.

He planned the project along with his colleagues. - O ,projeyi iş arkadaşlarıyla birlikte planladı.

workings
(Ticaret) engagement
işte bu
this is it
trade

In the Tokyo stock market, stocks of about 450 companies are traded over the counter. - Tokyo borsasında, yaklaşık 450 şirketin hisse senetleri sayaç üzerinde işlem gördü.

Would you like to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misiniz?

deal

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

I have a lot of things that I must deal with. - İlgilenmem gereken çok işim var.

dealings

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

post

I postponed doing my housework for a few hours. - Ben, birkaç saatliğine ev işimi yapmayı erteledim.

Tom is always postponing things. - Tom işleri her zaman erteliyor.

commission
operation

Modern computers carry out ten to the ninth power (10^9) operations per second. - Modern bilgisayarlar saniyede on üzeri dokuz (10^9) işlem yapıyor.

VISUACT supports flexibly the varied environments and needs of our customers and offers a variety of operational procedures. - VISUACT çeşitli ortamları ve müşterilerimizin ihtiyaçlarını esnek şekilde destekler ve operasyonel işlemleri sunar.

occupational
concern

As far as I'm concerned, things are going well. - Bana kalırsa işler iyi gidiyor.

Tom always meddles in affairs that do not concern him. - Tom her zaman kendini ilgilendirmeyen işlere karışır.

position

He occupies a prominent position in the firm. - O, firmada önemli bir konumu işgal eder.

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

situation

I've got a situation to deal with. - İlgilenecek bir işim var.

This situation would suit Tom. - Bu durum Tom'un işine gelir.

transaction

I must close this transaction within a week. - Bu işlemi bir hafta içinde kapatmalıyım.

This transaction was carried out in yen, rather than US dollars. - İşlem ABD dolarından daha ziyade yenle gerçekleştirilmiştir.

duty

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

Deeds are better than words. - İşler sözlerden daha iyidir.

He does one good deed every day. - O her gün bir sevap işler.

act

To all appearances, their actions haven't borne fruit. - Görünüşe bakılırsa, onların eylemleri işe yaramadı.

And with that we finish the activities for today. - Ve böylelikle bugünlük işleri bitirdik.

shebang
action

The invasion of other countries is a shameful action. - Başka ülkelerin işgali utanç verici bir etkinliktir.

To all appearances, their actions haven't borne fruit. - Görünüşe bakılırsa, onların eylemleri işe yaramadı.

matter

The only thing that matters is whether or not you can do the job. - Önemli olan tek şey, işi yapabilip yapamayacağındır.

As a matter of fact, it is true. - İşin aslın bakarsan, o doğrudur.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
{i} place

This seems to be a pretty busy place. - Bu oldukça işlek bir yer gibi görünüyor.

It seems that certain operations cannot take place. - Belirli işlemler gerçekleşlmeyecek gibi görünüyor.

biz
Her işte bir hayır vardır
(Argo) Every cloud has a silver lining
activity

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

{i} calling

I'm calling in sick tomorrow. - Yarın işten hastalık izni alıyorum.

I don't like my wife calling me at work. - Karımın beni iş yerinde aramasından hoşlanmam.

of work
the work
{s} regulation

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

buisness
ağır işte çalışan kimse
drudge
ben bu işte yokum
i am out of that!
bu işte bir hikmet var
There must be a vital reason for it
eh işte
not bad
gecikmek (bir işte)
get behind in
her işte
right down the line
her işte
all along the line
her işte bir hayır vardır
(Atasözü) Everything we experience in life has its positive side
her işte parmağı olmak
to have a finger in every pie
ikinci işte çalışan kimse
moonlighter
ikinci işte çalışma
moonlighting
ikinci işte çalışmak
double
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
phys. work
job, employment, work
ergo
dealing

You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out. - Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

event, something
business, trade, commerce
(Hukuk) labour, work
doings
task; occupation
profession

This is the job of a professional hitman. - Bu, profesyonel bir tetikçinin işidir.

Layla did a professional job. - Leyla profesyonel bir iş yaptı.

slang trick
business, matter, affair
secret or dubious side (of an affair)
establishment

This establishment attracts a clientele of both tourists and businessmen. - Bu şirket hem turistlerden hem de iş adamlarından müşteri çekiyor.

office

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

Having finished my work, I left the office. - İşimi bitirdikten sonra bürodan ayrıldım.

ball game
elbow
enterprise

The success of the enterprise astonished everybody. - İşletmenin başarısı herkesi şaşkına çevirdi.

He has always associated with large enterprises. - O her zaman büyük işletmeler ile ilişki kurmuştur.

{i} service

May I be of further service? - Bir işe yarayabilir miyim?

In the United States, 20 million new jobs have been created during the past two decades, most of them in the service sector. - Amerika Birleşik Devletlerinde, geçtiğimiz yirmi yıl boyunca 20 milyon yeni iş yaratılmıştır, onların çoğu hizmet sektöründedir.

things to do

I've got better things to do than to keep track of what Tom's doing. - Tom'un yaptıklarını izlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

I've got better things to do than to sit here listening to your gossip. - Burada oturup senin dedikodunu dinlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

berth
gig#
traffic

It's horrible to get caught in rush hour traffic. - İş çıkışındaki yoğun trafiğe yakalanmak korkunçtur.

We must pay attention to traffic signals. - Trafik işaretlerine dikkat etmeliyiz.

load

I have loads of things to do. - Yapacak bir sürü işim var.

Here comes another bus load of tourists. - İşte başka bir otobüs dolusu turist geliyor.

incumbency
piece of work

He's a real piece of work. - O, işin gerçek bir parçası.

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

{i} works

The mandatory character of schooling is rarely analyzed in the multitude of works dedicated to the study of the various ways to develop within children the desire to learn. - Eğitimin zorunlu karakteri çocukların içinde öğrenme arzusu geliştirmek için çeşitli şekillerde çalışmaya adanmış işlerin çokluğunda nadiren analiz edilir.

Tom is not a lazy boy. As a matter of fact, he works hard. - Tom tembel bir çocuk değildir, İşin aslına bakarsanız, o çok çalışır.

{i} ploy
{i} spindle
{i} billet
İşte!
Here you are
Türkçe - Türkçe
Anlatılan şeye dikkat çekmek için kullanılır
Anlatılan bir sözün sonucuna gelindiğini gösterir
Gösterilirken veya bir şeye işaret edilirken söylenir
Anlatılan bir sözün sonucuna gelindiğini gösterir: "İşte bütün manzara budur!"- R. E. Ünaydın
Anlatılan şeye dikkat çekmek için kullanılır: "Ekmek, peynir, yumurta, marul, limon, ne bulursan al işte."- N. Cumalı
Emek, işçilik, ustalık. İşlem
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB
İşte
ıhı