içine

listen to the pronunciation of içine
Türkçe - İngilizce
into

Don't thrust your knife into the cheese. - Peynirin içine bıçak saplamayın.

Put the eggs into the boiling water. - Yumurtaları kaynar suyun içine koyun.

inside

I love reading the messages hidden inside fortune cookies. - Fal kurabiyelerinin içine saklanmış mesajları okumayı severim.

Tom walked back inside the building. - Tom tekrar binanın içine yürüdü.

intra
into, in; aboard
alma inclusion
sub

The submarine submerged in the water. - Denizaltı suyun içine daldı.

in
alan including
wherein
aboard
count
en
interior

She has aspirations to become an interior decorator. - Onun iç dekaratör olma özlemleri var.

He made over the interior of his house. - O, evinin içini yeniletti.

{s} domestic

Would domestic peace be plunged into jeopardy? - İç barış tehlikeye girer mi?

Do you have a cheap flight ticket on a domestic line? - İç hatlarda ucuz bir uçak biletiniz var mı?

inner

There's a button on the inner side of the door. - Kapının iç tarafında bir buton var.

I had my wallet stolen from my inner pocket. - İç cebimden cüzdanımı çaldırdım.

içine kapanık
withdrawn

Dan was lonely and withdrawn. - Dan yalnız ve içine kapanıktı.

{s} internal

That politician is well versed in internal and external conditions. - O politikacı iç ve dış koşullarda deneyimlidir.

The ministry administers the internal affairs. - Bakanlık iç işlerini yönetir.

içine almak
involve
içine girmek
penetrate
içine işlemiş
ingrained
içine almak
comprise
içine doğma
premonition
içine doğma
a hunch
içine işleme
penetration
içine kapanık
reserved

Bill is quite reserved. - Bill oldukça içine kapanıktır.

içine çekmek
to breathe in, inhale
içine dökmek
infuse into
içine düşmek
fall in
içine-ekle
(Bilgisayar) add-in
içine-ekle
(Bilgisayar) add-ins
içine akmak
flow into
içine alma
inclusion
içine işlemek
interpenetrate
içine kapanma
into shutdown
içine peynir konulmamış, peyniri olmayan
been put into the cheese, without cheese
içine sinmek
Be content about something, be satisfied
içine alan
inclusive
içine almak
contain
içine almak
to include, encompass; to hold, contain
içine almak
to include, to embrace, to encompass
içine almak
implicate
içine almak
be inclusive of
içine almak
include
içine ateş düşmek
to suffer a grievous emotional blow
içine atmak
gulp down
içine atmak
repress
içine atmak
endure in silence
içine atmak
throw into
içine atmak
1. to keep (a worry, a problem) to oneself. 2. to store away in one's memory (an insult which one has appeared to disregard)
içine atmak
gulp
içine atmak
to bottle up
içine bakmak
look into

Do you want to look into it? - Bunun içine bakmak ister misin?

içine baygınlıklar çökmek
to feel like screaming (because one finds something extremely tiresome or exasperating)
içine boşaltmak
pour in
içine boşaltmak
pour into
içine dert olmak
prey on
içine dert olmak
rankle
içine dert olmak
to be unhappy at having failed to accomplish (something)
içine dert olmak
prey upon
içine dert olmak
to be a thorn in one's flesh
içine dokunmak
to sadden; to pain
içine doğma
presentiment
içine doğma
presage
içine doğma
foreboding
içine doğmak
have a feeling
içine doğmak
guess
içine doğmak
to feel in one's bones, to have a hunch, to sense
içine doğmak
forebode
içine doğmak
divine
içine doğmak
intuit
içine doğmak
presage
içine doğmak intuitively
to feel that, have a feeling that (something is going to happen): Böyle bir şey olacağı içime doğmuştu. I'd had a feeling something like this would happen
içine dökme
infusion
içine dökmek
pour in
içine dökmek
pour into
içine dökmek
infuse
içine etmek
to murder, to spoil, to bugger up, to fuck up, to muck sth up, to foul sth up, to mess up, to ball(s) up, to louse sth up, to botch
içine etmek
screw up [sl.]
içine etmek
fuck up [sl.]
içine etmek
fuck [sl.]
içine eğrilme
incurvation
içine gaz verme
insufflation
içine girilebilen
walk in
içine giydirmek
underdress
içine işleme
pervasion
içine işleme
effecting painfully
içine işleme
permeation
içine işlemek
penetrate
içine işlemek
perforate
içine işlemek
offend deeply
içine işlemek
a) to touch sb deeply, to touch one's heart with sorrow b) to chill sb to the bone/marrow
içine işlemek
effect painfully
içine işlemek
sink into
içine işlemek
pass through
içine işletmek
engrain
içine işletmek
ingrain
içine işleyen
penetrative
içine işleyen
penetrating
içine işleyen
effecting painfully
içine işleyen
piercing
içine işleyen
profound

Tom couldn't shake the feeling that something profound was about to happen. - Tom insanın içine işleyen bir şey olmak üzere olduğu hissini atlatamadı.

içine işleyen
mordant
içine işleyen
cutting
içine kapanık
self-conscious
içine kapanık
withdrawn, introverted
içine kapanık kimse
clam
içine kapanık kimse
introvert
içine kapanıklık
introversion
içine katlamak
double in
içine katlamak
drape in
içine korku düşmüş
assailed by fear
içine koymak
infix
içine koymak
put inside
içine koymak
to enclose, to embed, to insert
içine kurt düşmek
to feel suspicious
içine kıvırmak
drape in
içine kıvırmak
double in
içine oturmak
sting
içine sinmek
to be satisfied, to be happy, to be relieved
içine sokma
intromission
içine sokma
implication
içine sokma
sticking in
içine sokmak
edge in
içine sıçmak
to fuck sth up
içine sığmamak
have outgrown smth
içine vermek
(gaz) insufflate
içine yapıştırmak
paste in
içine yerleştirilmiş
inlying
içine yün doldurup dikmek
quilt
içine çeken kimse
inhaler
içine çekme
sorption
içine çekme
(Hukuk) aspiration
içine çekme
inhalation
içine çekme
absorption
içine çekmek
a) to absorb b) to inhale
içine çekmek
suck up
içine çizilmiş
inscribed
içine çizmek
inscribe
içine çizmek
line in
içine çökük
sunk
içine çökük
sunken
içine üflemek
insufflate
içi içine sığmayan
ebullient
içi içine sığmamak
brim over
içi içine sığmamak
to be unable to contain oneself
içi içine sığmamak
be unable to contain oneself for
içine etmek
screw up
{i} inside

Yuriko, a marine biology grad student, fell asleep inside a fish tank and awoke covered in octopuses and starfish. - Yuriko deniz biyolojisinden mezun bir öğrenci, bir balık tankının içinde uykuya daldı ve ahtapotlar ve deniz yıldızları ile kaplı olarak uyandı.

There are two zombies inside my house. - Evimin içinde iki tane zombi var.

intrinsic
içine etmek
{f} fuck
içine kapanık
self conscious
tırnak içine almak
quote
boru içine yerleştirmek
tube
interrior
içine etmek
botch
içine çekmek
{f} engulf
içine çekmek
swallow up
(nefes) içine çekmek
inspire
burun içine
(Tıp) intranasal
daire içine almak
circle
daire içine almak
encircle
deri içine
(Tıp) intracutane
interior equipment
offal
internus
intestines
stomach

The doctor used X-rays to examine my stomach. - Doktor midemi incelemek için X-ışınları kullandı.

They took Tom to the hospital to have his stomach pumped because he ate something poisonous. - Zehirli bir şey yediği için, onlar Tom'u midesini pompalatmak için hastaneye götürdüler.

indoor

It was raining hard, so we played indoors. - O kadar çok yağmur yağıyordu ki içerde oynadık.

Keep the kids indoors. - Çocukları içeride tutun.

içine almak
(deyim) engulf in
içine almak
hem in
içine almak
environ
içine almak
take in
içine almak
enclose
içine almak
absorb
içine almak
hem about
içine etmek
spoil
içine etmek
(deyim) cock up
içine etmek
(deyim) mess up
içine etmek
(deyim) bungle
içine etmek
{f} fuck up
içine etmek
(deyim) fluff
içine etmek
(deyim) wreck
içine etmek
bugger up
içine etmek
(deyim) ruin
içine işleme
penetrating
içine işlemek
saturate
içine işlemek
get into
içine işlemek
chill somebody to the marrow
içine işlemek
chill somebody to the bone
içine kapanık
retiring
içine kapanık
introvert

Some of the most successful people are introverts. - En başarılı insanlardan bazıları içine kapanıktırlar.

I think Tom is introverted. - Sanırım Tom içine kapanık.

içine kapanık
introverted

I think Tom is introverted. - Sanırım Tom içine kapanık.

içine sinmek
relieved
içine çekmek
inhale
içine çekmek
soak up
içine çekmek
ingest
içine çekmek
puff
kemik içine yuvalanmış
(Diş Hekimliği) thecodont
kutu içine koymak
incase
muhafaza içine yerleştirmek
(Havacılık) encapsulation
parantez içine almak
parenthesize
parantez içine alınmış
bracketed
rahim içine uygulama
(Tıp) intrauterine use
suyun içine batmak/dalmak
submerge
suyun içine batırmak
souse
teneke kutu içine koymak
tin
{f} swig

He drank a great swig from the bottle. - O, şişeden büyük bir yudum içti.

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

in
knock back
{i} within

The school is within walking distance of my house. - Okul evimin yürüme mesafesi içerisindedir.

I will answer within three days. - Üç gün içinde cevap vereceğim.

endo-
intra

We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here. - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.

inland
{f} drink

Europeans love to drink wine. - Avrupalılar şarap içmeyi sever.

I'll buy you a drink. - Sana bir içecek ısmarlayacağım.

quaff
{f} drinking

Drinking much is dangerous. - Çok fazla içmek tehlikelidir.

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

drank

To make up for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than he should have. - Hastanedeki kötü deneyimlerini telafi etmek için, Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

To compensate for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than was good for him. - Hastanedeki hoş olmayan deneyimlerini telafi etmek için Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

içine almak
count
içine almak
consist in
içine almak
receive
Türkçe - Türkçe

içine teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri: "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?"- S. F. Abasıyanık
Dolma yapmak için hazırlanan karışım
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
Harem dairesi
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
Muhteva

Portakallar yüksek vitamin muhtevasına sahiptir. - Portakalların yüksek vitamin içeriği vardır.

Tabiat, her sayfasında mühim muhteva sunan yegâne kitaptır. - Doğa, her sayfasında önemli içerik sunan tek kitaptır.

İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
Mide, bağırsak, karın
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan: "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı."- P. Safa. İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu
Ten ile dış giysiler arası: "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum."- E. Bener
Toplu bir durumda bulunan kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne: "Ama hepiniz, hepiniz / Hepiniz geçim derdinde / Bir ben miyim keyif ehli içinizde?"- O. V. Kanık
Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı: "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir."- Ç. Altan
Ten ile dış giysiler arası
derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Kalb, vicdan, gönül
İÇ
(Osmanlı Dönemi) t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Harem dairesi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Karın, mide
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek
İç
(Osmanlı Dönemi) ZAMİR
İçine almak
(Osmanlı Dönemi) İSTİAB
İçine almak
ithal etmek
İçine çekmek
soğurmak