He has a fine library of books on art.
- Sanat üzerine kitapları olan hoş bir kütüphanesi var.
If you don't want to have any more contact with Tom, that's fine with me.
- Tom'la daha fazla kontak kurmak istemiyorsan, benim için hava hoş.
If I had enough money, I would buy that nice car.
- Yeterli param olsa,o hoş arabayı alırım.
We are having a nice time in Rome.
- Romada hoş bir zaman geçiriyoruz.
Her voice is pleasant to listen to.
- Sesi dinlemek için hoş.
You were so nice to me, and I had a really pleasant trip. Thanks so much.
- Bana karşı çok naziktin, ve ben gerçekten hoş bir yolculuk yaptım. Çok teşekkür ederim.
A pretty waitress waited on us.
- Hoş bir garson bize hizmet etti.
She's as pretty as her sister.
- O, kız kardeşi kadar hoştur.
Tom likes only beautiful girls.
- Tom sadece güzel kızlardan hoşlanıyor.
It's very pleasant to live in a beautiful city at the foot of a mountain ridge.
- Bir dağ sırtı eteğinde güzel bir şehirde yaşamak çok hoştur.
He thanked his host for a most enjoyable party.
- O, en hoş bir parti için, ev sahibine teşekkür etti.
I think I'm a likable guy.
- Hoş bir adam olduğumu düşünüyorum.
What are some cute hairstyles for girls?
- Kızlar için bazı hoş saç stilleri nelerdir?
You're pretty cute too.
- Sen de oldukça hoşsun.
Tom doesn't like Mary. However, she doesn't particularly care whether he likes her or not.
- Tom Mary'den hoşlanmıyor. Ama onun ondan hoşlanıp hoşlanmadığı özellikle onun umurunda değil.
Hamlet probably didn't want to get married. There was only one Hamlet, however there are many people like him.
- Hamlet muhtemelen evlenmek istemiyordu.Sadece bir Hamlet vardı fakat ondan hoşlanan bir sürü insan var.
I still like to write in Esperanto.
- Hala Esperanto dilinde yazmaktan hoşlanıyorum.
I still like to do that sometimes.
- Bazen onu yapmak hâlâ hoşuma gidiyor.
I don't know Tom well enough to dislike him yet.
- Ondan hoşlanmamak için Tom'u henüz yeterince iyi tanımıyorum
Tom doesn't like being told he's not old enough yet.
- Tom henüz yeterince yaşlı olmadığının söylenmesinden hoşlanmıyor.
I'm feeling very agreeable.
- Ben çok hoş hissediyorum.
She has an agreeable voice.
- Onun hoş bir sesi var.
You're such a lovely audience.
- Siz çok hoş bir seyircisiniz.
It was a lovely autumn evening.
- O hoş bir sonbahar akşamı idi.
She likes fairy tales.
- O, peri masallarından hoşlanır.
I'm fairly certain that Tom won't like that.
- Tom'un ondan hoşlanmayacağından oldukça eminim.
It is delightful to be praised by an expert in the field.
- Alandaki bir uzman tarafından takdir edilmek hoş.
Orange blossoms have a relaxing effect and a delightful scent.
- Portakal çiçekleri rahatlatıcı bir etki ve hoş bir kokuya sahiptir.
Roses emanate a sweet fragrance.
- Güller tatlı hoş bir koku yayıyorlar.
He likes anything sweet.
- O, tatlı olan herhangi bir şeyden hoşlanır.
My grandmother used to tell me pleasant fairy tales.
- Büyükannem bana hoş peri masalları anlatırdı.
Oh, grandma, how I love you! You're so nice!
- Ah, büyükanne, seni nasıl da seviyorum! Çok hoşsun!
Behave decently, as if you're a well-cultured man.
- Eğer kültürlü bir adamsan, hoşgörüyle davran.
He is a very decent fellow.
- O, çok hoşgörülü bir adamdır.
Visiting people is nicer than being visited.
- İnsanları ziyaret etmek ziyaret edilmekten daha hoştur.
The mountains look nicer from a distance.
- Dağlar uzaktan daha hoş görünür.
Food you eat that you don't like will not be digested well.
- Hoşlanmadan yediğiniz yiyecekler iyi sindirilmeyecektir.
Well, to be frank, I don't like it at all.
- Şey, samimi olmak gerekirse, bundan hiç hoşlanmıyorum.
We thoroughly enjoyed the delicious meal.
- Biz lezzetli yemekten epeyce hoşlandık.
How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon?
- Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?
Tom doesn't enjoy eating spicy food.
- Tom baharatlı yemek yemekten hoşlanmıyor.
The music of Mozart is always pleasing to me.
- Mozart'ın müziği her zaman hoşuma gidiyor.
The art of pleasing is the art of deception.
- Hoşa gitme sanatı, aldatma sanatıdır.
She's smarter than Mary, but she's not as pretty as Mary.
- Mary'den daha akıllı ama Mary kadar hoş değil.
I don't take kindly to pushiness or impatience.
- Aceleciliği ve sabırsızlığı hoş karşılamam.
Her exotic perfume has a subtle scent.
- Onun egzotik parfümünün hoş bir kokusu var.
Tom asked Mary what kind of movies she liked.
- Tom Mary'ye ne tür filmlerden hoşlandığını sordu.
Tom doesn't like it when this kind of stuff happens.
- Bu tür şey olduğunda, Tom bundan hoşlanmıyor.