hoşa

listen to the pronunciation of hoşa
Türkçe - İngilizce
agreeable
Pleasing, either to the mind or senses; pleasant; grateful; as, agreeable manners or remarks; an agreeable person; fruit agreeable to the taste

A train of agreeable reveries. --Oliver Goldsmith.

Agreeing or suitable; conformable; correspondent; concordant; adapted;—followed by to, rarely by with

That which is agreeable to the nature of one thing, is many times contrary to the nature of another. --Roger L'Estrange.

In pursuance, conformity, or accordance;—in this sense used adverbially for agreeably; as, agreeable to the order of the day, the House took up the report
{a} suitable, pleasing, according to
In pursuance, conformity, or accordance; in this sense used adverbially for agreeably; as, agreeable to the order of the day, the House took up the report
Willing; ready to agree or consent. [Colloq.]
is a person who agrees with me"- Disraeli; "an agreeable manner"
{s} pleasant, genial; consenting, concurring
to your own liking or feelings or nature; "Is the plan agreeable to you?"; "he's an agreeable fellow"; "My idea of an agreeable person
In pursuance, conformity, or accordance;-in this sense used adverbially for agreeably; as, agreeable to the order of the day, the House took up the report
Agreeing or suitable; conformable; correspondent; concordant; adapted; followed by to, rarely by with
Willing; ready to agree or consent
If you are agreeable to something or if it is agreeable to you, you are willing to do it or to allow it to happen. If you are agreeable, my husband's office will make all the necessary arrangements. a solution that would be agreeable to all
Agreeing or suitable; conformable; correspondent; concordant; adapted;-followed by to, rarely by with
If something is agreeable, it is pleasant and you enjoy it. workers in more agreeable and better paid occupations. = pleasant
prepared to agree or consent; "agreeable to the plan
is a person who agrees with me"- Disraeli; "an agreeable manner" prepared to agree or consent; "agreeable to the plan
If someone is agreeable, they are pleasant and try to please people. sharing a bottle of wine with an agreeable companion
hoşa giden
likable
hoş
handsome
hoş
fine

Tom said that's fine with him. - Tom onun için hava hoş olduğunu söyledi.

This is one of Boston's finest hotels. - Bu, Boston'un en hoşi otellerinden biridir.

hoş
nice

I saw a red car and a white one. The red one was nicer looking than the white one. - Bir kırmızı araba ve bir beyaz olanı gördüm.Kırmızı olan beyaz olandan daha hoş görünüyordu.

We are having a nice time in Rome. - Romada hoş bir zaman geçiriyoruz.

hoş
pleasant

You were so nice to me, and I had a really pleasant trip. Thanks so much. - Bana karşı çok naziktin, ve ben gerçekten hoş bir yolculuk yaptım. Çok teşekkür ederim.

Her voice is pleasant to listen to. - Sesi dinlemek için hoş.

hoş
pretty

How pretty she looks in her new dress! - Yeni elbisesinin içinde ne kadar hoş duruyor.

Do you think I'm pretty? - Hoş olduğumu düşünüyor musunuz?

hoşa giden
pleasurable
hoşa gitme
pleasantness
hoşa gitmek
agreeable to
hoşa giden
likeable
hoşa giden
palatable
hoşa gitme
(Hukuk) desirability
hoşa gitmek
to be pleasing, please
hoşa gitmek
to be liked
hoşa gitmeme
undesirability
hoşa gitmeyen
displeasing
hoşa gitmeyen
unlikable
hoşa gitmeyen
unlikeable
hoşa gitmeyen
undesirable
hoşa gitmeyen
offending
hoşa gitmeyen iltifat
backhanded compliment
hoş
beautiful

It's very pleasant to live in a beautiful city at the foot of a mountain ridge. - Bir dağ sırtı eteğinde güzel bir şehirde yaşamak çok hoştur.

Tom likes only beautiful girls. - Tom sadece güzel kızlardan hoşlanıyor.

hoş
nicely
hoş
delectable
hoş
{s} enjoyable

He thanked his host for a most enjoyable party. - O, en hoş bir parti için, ev sahibine teşekkür etti.

hoş
{s} nifty
hoş
slick
hoş
prettily
hoş
cheerful
hoş
nevertheless
hoş
likable

I think I'm a likable guy. - Hoş bir adam olduğumu düşünüyorum.

hoş
cute

You're pretty cute too. - Sen de oldukça hoşsun.

Nanako is really cute, isn't she? - Nanako gerçekten de hoş, değil mi?

hoş
inviting
hoş
however

Tom doesn't like Mary. However, she doesn't particularly care whether he likes her or not. - Tom Mary'den hoşlanmıyor. Ama onun ondan hoşlanıp hoşlanmadığı özellikle onun umurunda değil.

Tom wanted to give Mary a goodbye kiss. However, she backed away. - Tom Mary'ye bir hoşça kal öpücüğü vermek istedi ama Mary geri çekildi.

hoş
appealing
hoş
still

I still like to write in Esperanto. - Hala Esperanto dilinde yazmaktan hoşlanıyorum.

Whether you like Tom or not, you still have to work with him. - İster Tom'dan hoşlan istersen hoşlanma, hâlâ onunla çalışmak zorundasın.

hoş
rosy
hoş
dilly
hoş
soft
hoş
civilized
hoş
yet

I'm not satisfied yet. - Henüz hoşnut değilim.

I don't know Tom well enough to dislike him yet. - Ondan hoşlanmamak için Tom'u henüz yeterince iyi tanımıyorum

hoş
agreeable

She has an agreeable voice. - Onun hoş bir sesi var.

I'm feeling very agreeable. - Ben çok hoş hissediyorum.

hoş
dulcet
hoş
savoury
hoş
genial
hoş
gracious
hoş
sugary
hoş
musical
hoş
melodic
hoş
lovely

I had a lovely night. - Hoş bir gece geçirdim.

It was a lovely autumn evening. - O hoş bir sonbahar akşamı idi.

hoş
dolce
hoş
fair

My grandmother used to tell me pleasant fairy tales. - Büyükannem bana hoş peri masalları anlatırdı.

She likes fairy tales. - O, peri masallarından hoşlanır.

hoş
desirable
hoş
stunning
hoş
charming
hoş
nicety
hoş
piquant
hoş
debonair
hoş
delightful

It is delightful to be praised by an expert in the field. - Alandaki bir uzman tarafından takdir edilmek hoş.

Orange blossoms have a relaxing effect and a delightful scent. - Portakal çiçekleri rahatlatıcı bir etki ve hoş bir kokuya sahiptir.

hoş
mellow
hoş
attractive
hoş
sweet

This sweet-scented roses I give to you. - Bu hoş kokulu gülleri sana veriyorum.

He likes anything sweet. - O, tatlı olan herhangi bir şeyden hoşlanır.

hoş
graceful
hoş
grand

My grandmother used to tell me pleasant fairy tales. - Büyükannem bana hoş peri masalları anlatırdı.

Oh, grandma, how I love you! You're so nice! - Ah, büyükanne, seni nasıl da seviyorum! Çok hoşsun!

hoş
amusing
hoş
gorgeous
hoş
palatable
hoş
refreshing
hoş
winsome
hoş
comely
hoş
decent

Behave decently, as if you're a well-cultured man. - Eğer kültürlü bir adamsan, hoşgörüyle davran.

He is a very decent fellow. - O, çok hoşgörülü bir adamdır.

hoş
prepossessing
hoş
likeable
hoş
nicer

Giving gifts is always nicer than receiving them. - Hediyeler vermek, onları almaktan her zaman daha hoştur.

The mountains look nicer from a distance. - Dağlar uzaktan daha hoş görünür.

hoş
{s} smooth
hoş
pleasing to
hoş
pleasant, nice, agreeable, pleasing, genial
hoş
fragrant
hoş
quaint, charmingly unconventional
hoş
affable
hoş
anyway, anyhow: Hoş, bunu biliyordum. I knew this anyway
hoş
even if: Hoş, param da olsa almazdım. Even if I had the money I wouldn't buy it
hoş
(used with bir) strange, odd, peculiar: O şarkıyı duyunca Durmuş'un yüzü bir hoş oldu. When he heard that song Durmuş got an odd look on his face. Midem bir hoş. My stomach feels funny. Avni'nin söylediklerine hiç aldırma; kafası bir hoştur. Don't pay any attention to what Avni says; he's touched in the head
hoş
pretty, lovely, pleasant, charming, nice, cute, genial, appealing, delightful, pleasing, agreeable; enjoyable, pleasurable; nicely; still, however, yet, nevertheless, even, well
hoş
canny
hoş
debonaire
hoş
sweetly
hoş
congenial
hoş
bonny
hoş
well

I don't know Tom well enough to dislike him yet. - Ondan hoşlanmamak için Tom'u henüz yeterince iyi tanımıyorum

He likes mountaineering and knows the mountains of Japan quite well. - O, dağcılıktan hoşlanır ve Japonya'nın dağlarını oldukça iyi bilir.

hoş
delicious

We thoroughly enjoyed the delicious meal. - Biz lezzetli yemekten epeyce hoşlandık.

hoş
clean cut
hoş
elegant

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

hoş
spicy

Tom doesn't enjoy eating spicy food. - Tom baharatlı yemek yemekten hoşlanmıyor.

hoş
{s} pleasurable
hoş
{s} pleasing

The art of pleasing is the art of deception. - Hoşa gitme sanatı, aldatma sanatıdır.

This wine is pleasing to the palate. - Bu şarap damağa hoş geliyor.

hoş
gemütlich
hoş
subtile
hoş
toothsome
hoş
{s} smart

She's smarter than Mary, but she's not as pretty as Mary. - Mary'den daha akıllı ama Mary kadar hoş değil.

hoş
jocose
hoş
{s} kindly

I don't take kindly to pushiness or impatience. - Aceleciliği ve sabırsızlığı hoş karşılamam.

hoş
{s} suave
hoş
catchy
hoş
{s} sapid
hoş
{s} tuneful
hoş
{s} subtle

Her exotic perfume has a subtle scent. - Onun egzotik parfümünün hoş bir kokusu var.

hoş
{s} lovable
hoş
{s} winning
hoş
{s} jolly
hoş
bonney
hoş
sightly
hoş
{s} kind

Mary is the kind of woman I like. - Mary hoşlandığım kadın türüdür.

Tom doesn't like it when this kind of stuff happens. - Bu tür şey olduğunda, Tom bundan hoşlanmıyor.

hoş
charmins
hoş
mellifluous
hoşa