hiç

listen to the pronunciation of hiç
Türkçe - İngilizce
nothing

She knows nothing about your family. - Aileniz hakkında hiçbir şey bilmiyor.

That'll change nothing. - O hiçbir şeyi değiştirmeyecek.

never

I never read that book. - O kitabı hiç okumadım.

I had never seen a panda until I went to China. - Çin'e gidene kadar hiç panda görmemiştim.

none

Any house is better than none. - Herhangi bir ev, hiç olmamasından daha iyidir.

I hope that none of them got into an accident. - Onlardan hiçbirinin kaza geçirmediğini umuyorum.

any

Everyone, without any discrimination, has the right to equal pay for equal work. - Herkesin, hiçbir fark gözetilmeksizin, eşit iş karşılığında eşit ücrete hakkı vardır.

I don't know anything about her family. - Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.

zero

Nobody got zero in that test. - Hiç kimse o testten sıfır almadı.

at all

That baby is really not cute at all. - O bebek gerçekten hiç şirin değildir.

In contrast to yesterday, it isn't hot at all today. - Düne karşın,bugün hiç sıcak değil.

ever

Have you ever seen Tokyo Tower? - Tokyo Kulesi'ni hiç gördün mü?

Have you ever been to Canada? - Hiç Kanada'ya gittin mi?

ought

I have no idea what I ought to do. - Ne yapmam gerektiğine dair hiçbir fikrim yok.

nix
aught
not at all

He is not at all a gentleman. - O hiç centilmen değil.

Do you mind if I call on you sometime? No, not at all. - Bazen sana uğramamın bir sakıncası var mı? Hayır, hiç.

not a dreg
naught
cipher
whatsoever

No creature whatsoever can live in space. - Hiçbir yaratık uzayda yaşayamaz.

Tell Tom I don't need his help whatsoever. - Tom'a onun yardımına hiç ihtiyacım olmadığını söyle.

nought
far from

I am far from satisfied with the result. - Sonuçtan hiç memnun değilim.

It is far from easy to understand it. - Bunu anlamak hiç de kolay değil.

no
not an iota
no whit
not in the least

You are not in the least happy. - Sen hiç mutlu değilsin.

She was not in the least pleased with my present. - O, hediyemden hiç memnun olmadı.

nary
null
nobody

Nobody knows what will happen next. - İleride ne olacağını hiç kimse bilmiyor.

Nobody can control us. - Hiç kimse bizi kontrol edemez.

not a whit
ne'er
whatever

When he is drunk, he grumbles and fights. When he is sober, he lies on whatever comes to hand and says nothing. - O sarhoşken, homurdanıyor ve kavga ediyor. O ayıkken, eline ne gelirse atıyor ve hiçbir şey söylemiyor.

Whatever happens, I won't tell anybody about it. - Ne olursa olsun, hiç kimseye bunun hakkında bir şey anlatmayacağım.

by any means

He could not by any means tolerate the ghastly smell of rotting onion. - O, hiçbir şekilde berbat çürüyen soğan kokusuna tahammül edemedi.

(deyim) far from it
e'er
not by a long sight
least of all
so far from
not exactly
not by a long ways
not one iota
in no way

In no way is he a man of character. - O hiçbir şekilde karakter sahibi değil.

It is in no way an easy job. - Bu, hiç bir şekilde kolay bir iş değil.

(deyim) not a bit of it!
(Felsefe) nihil

Mary renounced her moral values and became a nihilist. - Mary ahlaki değerlerini reddetti ve bir hiççi oldu.

for the life of me
nil

No river in the world is longer than the Nile. - Dünyada hiçbir nehir Nil'den daha uzun değildir.

nullity
(in questions and negative sentences) ever; at all
never, not at all; (soruda) ever; (addan önce) no; any; nothing
zilch
never, not at all
nothing, nothing at all
dust

Don't you ever dust this place? - Bu yerin hiç tozunu almıyor musun?

Is there any home remedy for dust mites? - Toz akarları için hiç ev çözümü var mı?

(deyim) when hell freezes over
a fat lot
not in the slightest
hardly

There was hardly anyone in the room. - Odada hiç kimse yoktu.

However, his girlfriend is selfish and hardly worries about Brian. - Ancak, onun kız arkadaşı bencil ve neredeyse Brian hakkında hiç endişelenmez.

not half
by no means

She is by no means polite. - O hiçbir şekilde kibar değil.

Her explanation is by no means satisfactory. - Onun açıklaması hiçbir şekilde tatmin edici değil.

for nuts
{k} not by a long shot
neer
{s} superficial

Do people ever accuse you of being superficial? - İnsanlar seni hiç yüzeysel olmakla suçlar mı?

tuppence
whit

Mr. Thomas had no objection to Mr. White being elected chairman. - Bay White'ın başkan seçilmesine Bay Thomas'ın hiç itirazı yoktu.

The hero is male and white, he comes alone, he doesn't have a family, he never speaks of his family, and his mother died. - Kahraman erkek ve beyaz, yalnız geliyor, ailesi yok, ailesinden hiç söz etmiyor ve annesi ölmüş.

minus
hiç kimse
anybody

Anybody is better than nobody. - Herhangi biri hiç kimsenin olmamasından daha iyidir.

Why doesn't anybody answer? - Neden hiç kimse cevaplamıyor?

hiç kimse
no one

No one understands me. - Hiç kimse beni anlamıyor.

No one shall be arbitrarily deprived of his property. - Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden mahrum edilemez.

hiç kimse
anyone

Tom doesn't make exceptions for anyone. - Tom hiç kimse için ayrım yapmaz.

We will not tolerate anyone who engages in terrorism. - Teröre bulaşan hiç kimseye müsamaha göstermeyeceğiz.

hiç kimse
nobody

Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely. - Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.

Nobody can control us. - Hiç kimse bizi kontrol edemez.

hiç durmadan
continually
hiç değilse
at least

You could at least take a shower. - Hiç değilse duş alabilirsin.

hiç olmazsa
at least

Tom didn't think he had a chance to succeed, but he at least wanted to give it a shot. - Tom başarmak için bir şansı olduğunu düşünmüyordu fakat o hiç olmazsa bir fırsat vermek istedi.

I expected Tom to at least offer to help. - Tom'un hiç olmazsa yardım önermesini umuyordum.

hiç biri
none of

None of you are going to be fired. - Hiç biriniz kovulmayacaksınız.

None of Tom's classmates knew who his father was. - Tom'un sınıf arkadaşlarından hiç birisi, onun babasının kim olduğunu bilmiyordu.

hiç bitmeyen
endless
hiç kuşku yok
undoubtedly
hiç şüphesiz
undoubtedly
hiç benzemeyen
disparate
hiç bir kimse
nemine
hiç bir suretle
by no means
hiç bir suretle
at all
hiç bir suretle
under no circumstances
hiç bir suretle
in no case
hiç bir zaman
in no circumstances
hiç bir zaman
not ever
hiç bir zaman
in no case
hiç bir şey
next to nothing
hiç biri
none

None of you are going to be fired. - Hiç biriniz kovulmayacaksınız.

Any of them or none of them? - Herhangi biri mi yoksa hiç biri mi?

hiç biri
neither of them

Neither of them looks happy. - Onlardan hiç biri mutlu görünmüyor.

hiç birisi
none
hiç bitmeyen
eternal
hiç bitmeyen
everlasting
hiç bitmeyen
timeless
hiç bitmeyen
never-ending
hiç de
none
hiç de değil
nothing like
hiç de değil
not a bit
hiç de değil
(Argo) not in the least
hiç değil
by no means
hiç durmadan
at a stretch
hiç durmadan
night and day
hiç durmadan
day and night
hiç eksilmeyen
unfailing
hiç eksilmez
unfailing
hiç fena değil
not bad at all
hiç fikrim yok
i don't have the foggiest idea
hiç görünmemek
keep out of sight
hiç gözükmemek
keep out of sight
hiç hoşlanmama
loathing
hiç kimse
never a one
hiç kuşkusuz
undoubtedly
hiç mi hiç
so far from
hiç sevmeme
loathing
hiç sevmemek
abominate
hiç yoksa
(deyim) at least
hiç yoktan
after all
hiç yoktan
for no reason
hiç yoktan
out of thin air
hiç yoktan
out of nothing
hiç önem vermeyerek
regardless of
hiç şaşırmadım
i thought as much
hiç emek vermeden ele geçirilen şey
without any effort seized things
hiç problem değil
no problem
hiç problem değil
not at all
hiç yok
no
Hiç yoktan iyi
Better than nothing at all
hiç amerika'da bulundunuz mu
Have you ever been to the USA
hiç anlamamak
not to know beans
hiç anlamıyorum
it's all greek to me
hiç anlaşamamak
never get along with
hiç bilmemek
not to know beans
hiç bilmiyorum
for aught i know
hiç bilmiyorum
i don't know at all
hiç bir nedenle
on no consider
hiç bir şekilde
by no manner of means
hiç bitmeyen
endless, everlasting
hiç de
not at all
hiç de
at all

Tom paid no attention to Mary at all. - Tom, Mary'ye hiç de kulak asmadı.

I don't think it's strange at all. - Onun tuhaf olduğunu hiç de düşünmüyorum.

hiç de bile
like hell
hiç de değil
not at all

Do I annoy you? No, not at all. - Sizi rahatsız ediyor muyum? Hayır, hiç de değil

Are you still mad at me? No, not at all. - ''Bana hala kızgın mısın?'' ''Hayır hiç de değil.''

hiç de komik değil
no jesting matter
hiç de öyle değil
It's not like that at all
hiç değil
not at all

Are you saying you don't want me to call? No, not at all. Please call me anytime. - Bana seni aramamı istemediğini mi söylüyorsun? Hayır, hiç değil. Lütfen beni herhangi bir zaman arayın.

Are you tired? No, not at all. - Yorgun musun? Hayır, hiç değil.

hiç değil
not a bit
hiç değil no
not at all, not so
hiç değişmemiş
just the same
hiç değişmeyen
changeless
hiç durmadan
together

It snowed for many days together. - Hiç durmadan günlerce kar yağdı.

hiç durmaz
tireless
hiç duymaz
(Konuşma Dili) (as) deaf as a post
hiç duyulmamış
unheard of
hiç dürüst değil
couldn't lie straight in bed
hiç düşmanı olmamak
make no enemies
hiç düşünmemek
be thoughtless for
hiç düşünmemek
be thoughtless of
hiç düşünmeyen
unreflecting
hiç faydası dokunmamak
get no change out of smb
hiç fena değil
not half bad

The stew was not half bad. - Güveç hiç fena değildi.

hiç fena olmayan
not half bad
hiç gelişmemek
stagnate
hiç giyilmemiş
unworn
hiç güvenmemek
(deyim) not trust an inch
hiç işlem
no-operation
hiç işlem komutu
no-operation instruction
hiç kalmamak
be out of smth
hiç karışmamak
let well alone
hiç kaçınmadan
straight from the shoulder
hiç kimse
(used with a negative verb) no one, nobody; anyone, anybody
hiç kimse
no man

Because no man can speak my language. - Çünkü hiç kimse benim dilimi konuşamaz.

No man received enough votes to win the nomination. - Hiç kimse adaylığı kazanmak için yeterli oy almadı.

hiç kimse
none

None can do it as good as Tom can. - Hiç kimse onu Tom'un yapabildiği kadar iyi yapamaz.

A friend to all is a friend to none. - Herkes için bir arkadaş hiç kimse için bir arkadaştır.

hiç kimse
nobody, no one; anybody, anyone
hiç kimsecikler
not a bloody soul
hiç kuşku etmemek
have no doubt
hiç kuşku yok
no manner of doubt
hiç kuşku yok beyond
a doubt, undoubtedly
hiç kuşkusuz
admittedly

She is a beauty, admittedly, but she has her faults. - Hiç kuşkusuz o bir güzel, ama onun hataları var.

He is admittedly an able leader. - O hiç kuşkusuz yetenekli bir lider.

hiç kuşkusuz
no doubt

That car is no doubt in an awful condition. - O araba hiç kuşkusuz korkunç bir durumda.

hiç memnun olmayan
grouchy
hiç mi hi
devil a bit
hiç mi hiç
not even
hiç mi hiç
not in the least
hiç mi hiç never once: Ankara'ya hiç mi hiç gitmedin? Have you never once been
to Ankara?
hiç narkotik kullanmadım
I've never used drugs
hiç olan şey
cipher
hiç olmak
1. to lose one's importance. 2. to perish, vanish
hiç olmazsa
leastways
hiç olmazsa
but

Tom didn't think he had a chance to succeed, but he at least wanted to give it a shot. - Tom başarmak için bir şansı olduğunu düşünmüyordu fakat o hiç olmazsa bir fırsat vermek istedi.

hiç olmazsa
at any rate

We have to investigate the cause at any rate. - Hiç olmazsa nedenini araştırmalıyız.

At any rate, it will be a good experience for you. - Hiç olmazsa, bu sizin için iyi bir deneyim olacaktır.

hiç olur mu
Is it possible?/It won't do
hiç param yok
i haven't a penny to my name
hiç sans yok
buckley's chance
hiç tanımamak
not to know smb. from Adam
hiç tereddüt etmeden
without any hesitation
hiç uyumamak
not batting an eyelid
hiç yardım görmemek
get no change out of smb
hiç yer kalmamış
booked solid
hiç yoktan
for no reason, out of nothing
hiç yoktan
for no reason at all
hiç yoktan iyi
He's/She's/It's better than no one/nothing at all
hiç önemi olmayan şey
no big deal
hiç önemi yok
it doesn't matter in the least
hiç önemli değil
does not matter a farthing
hiç şansı olmamak
not to have a dog's chance
hiç şansı olmamak
be a dead duck
hiç şansı yok
(Argo) buckley's chance
hiç şüphe yok
no doubt about that
hiç şüphesiz
no doubt
hiç şüphesiz
without doubt
hemen hemen hiç
hardly

I could hardly understand him. - Ben onu hemen hemen hiç anlayamadım.

Tom hardly ever listens to the radio. - Tom hemen hemen hiç radyo dinlemez.

hemen hemen hiç
hardly ever

Tom hardly ever speaks to me anymore. - Tom artık benimle hemen hemen hiç konuşmuyor.

I hardly ever take my dog for a walk. - Köpeğimi hemen hemen hiç yürüyüşe götürmem.

neredeyse hiç
hardly

He hardly studies chemistry. - O, neredeyse hiç kimya çalışmaz.

I have hardly any money with me. - Yanımda neredeyse hiç param yok.

başka hiç kimse
no one else
belki de hiç
if ever
belki de hiç
seldom
hemen hemen hiç
little or nothing
hemen hemen hiç
next to nothing
hemen hiç
hardly

Your ideas are hardly practical. - Sizin fikirleriniz hemen hemen hiç pratik değil.

I could hardly understand him. - Ben onu hemen hemen hiç anlayamadım.

hemen hiç
scarcely

Tom scarcely ever gets any exercise. - Tom hemen hemen hiç egzersiz yapmaz.

hemen memen hiç
hardly ever
nerdeyse hiç
almost never
ya hep ya hiç
all-or-nothing
hiç bir şekilde
aught
Hiç şüphesiz
without any doubt
hiç bir
didnt
hiç kimse
noone