Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank loaned her 500 dollars.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent her 500 dollars.
Jane'nin hayali kendine yaşlı ve zengin bir sevgili bulmaktı.
- Jane's dream was to find herself a sugar daddy.
O kendi kendine mırıldanıyor.
- She is muttering to herself.
Aşk onu rüyalarında görmektir.
- Love is seeing her in your dreams.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Onun elleri buz kadar soğuktu.
- Her hands were as cold as ice.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Yeni bir araba satın alması için babasına baskı yaptığında Catherine'nin bir art niyeti vardı; O, arabayı kendisinin sürebileceğini umuyordu.
- Catherine had an ulterior motive when she urged her father to buy a new car. She hoped that she'd be able to drive it herself.
Kendisini ateşle ısıttı.
- She warmed herself by the fire.
O ondan daha akıllıdır.
- He's smarter than her.
Siz ondan daha uzun boylusunuz.
- You are taller than her.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Yumi oraya kendi gitti.
- Yumi went there by herself.
Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu.
- We had no choice but to leave the matter to him.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent him 500 dollars.
Bu bir ev, şu ise camidir.
- This is a house and that is a mosque.
Karlarla örtülü şu dağa bak.
- Look at that mountain which is covered with snow.
Artık seni sevmiyorum.
- I no longer love you.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Onun bir gün birisi olacağından eminim.
- I'm sure he's going to be somebody someday.
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
- There's somebody coming up the stairs.
Siz insanları anlamıyorum.
- I don't see your point.
Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
- I know that you're a teacher.
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
- There's somebody coming up the stairs.
Olabildiğince tuhaf, o ölü olduğu söylenilen biriyle karşılaştı.
- As strange as it may be, he met with somebody who is said to be dead.
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
- Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
Birisinin kapıyı çaldığını duydum.
- I heard someone knock on the door.
Bu John'dur ve o da onun biraderidir.
- This is John and that is his brother.
Onun adı Tomoyuki Ogura.
- His name is Tomoyuki Ogura.
Nagasaki çevresinde onlara rehberlik edebilmem için kadınla birlikte gittim.
- I went with the women so that I could guide them around Nagasaki.
Beni öldürmekle tehdit ettiler bu yüzden cüzdanımı onlara verdim.
- They threatened to kill me so I gave them up my wallet.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
- You may choose any of them.
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
- Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
- Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
Kendi kendine şöyle dedi: Bu operasyon başarıyla sonuçlanacak mı?
- He said to himself, Will this operation result in success?
Onların konuşmaları devam etti.
- Their conversation went on.
Onların ana dili Fransızca.
- French is their mother tongue.
Hiç bu kadar erken kalkmadım.
- I've never woken up this early.
O, daha önce hiç bu kadar korkmamıştı.
- She'd never been this frightened before.
Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
- His daughter is eager to go with him anywhere.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet him at the coffee shop.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
- He gathered his children around him.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for man, one giant leap for mankind.
Şu gömlek için sadece on dolar ödedi.
- He only paid ten dollars for that shirt.
Kilo alacağı korkusuyla diyet yapıyor.
- She is on a diet for fear that she will put on weight.
Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
- Please read it aloud so that everyone can hear.
İki yaşındaki bir çocuk bu kadar hızlı koşabilir mi?
- Can a two-year-old boy run that fast?
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
- See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
Onların hepsi sadece kızları götürmek için buradalar.
- All of them are just here to pick up girls.
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
- Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
Sana satranç oynamayı öğreteceğim.
- I will teach you to play chess.
Bu kitabı sana vereceğim.
- I will give you this book.
Tom'un şimdiye kadar böyle küçük bir araba sürmeyi düşüneceğinden şüpheliyim.
- I doubt that Tom would ever consider driving such a small car.
Allah'a inanan kim böyle bir şey yapardı?
- Who that believes in God would do such a thing?
Benim kitaplarım Rumence, onunkiler ise İngilizce.
- My books are in Romanian; hers are in English.
Biz onun işini onunkilerle karşılaştırdık.
- We compared his work with hers.
İnsanlar kendilerini korumak için sığınaklar tasarladı.
- People devised shelters in order to protect themselves.
O kekelemeye başladığında sınıf arkadaşları gülmekten kendilerini alamadılar.
- When she began to stutter, her classmates couldn't help laughing.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
Yeni bir araba satın alması için babasına baskı yaptığında Catherine'nin bir art niyeti vardı; O, arabayı kendisinin sürebileceğini umuyordu.
- Catherine had an ulterior motive when she urged her father to buy a new car. She hoped that she'd be able to drive it herself.
Mary'yi gördüğüm her seferde, ondan yeni ve önemli bir şey öğreniyorum.
- Each time I see Mary, I learn something new and important from her.
Önemli bir şey biliyor gibi görünüyor.
- She seems to know something important.
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
- A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
Biri bu kitabın ilk üç sayfasını yırtmış.
- Someone has ripped out the first three pages of this book.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
- You may choose any of them.
Onlardan kaç tanesinin yardıma ihtiyacı olduğunu bilmiyordum.
- He did not know how many of them needed help.
Böyle kirleticiler çoğunlukla otomobil motorlarındaki yakıt tüketiminden kaynaklanmaktadır.
- Pollutants like this derive mainly from the combustion of fuel in car engines.
Ben böyle bir şapka almakla ilgileniyorum.
- I am interested in getting a hat like this.
Tatoeba: Bizim sizden daha eski cümlelerimiz var.
- Tatoeba: We've got sentences older than you.
Sizden henüz bir cevap almadım.
- I have received no reply from you yet.
Onun hikayesi onunkinden çok daha ilginç.
- His story is much more interesting than hers.
Bu onun tişörtü. O tişört de onunkidir.
- This is her T-shirt. That T-shirt is hers, too.
Senin çevirini onunkiyle kıyasla.
- Compare your translation with his.
Bu araba onunki gibi görünüyor.
- It looks like this car is his.
Kitaplar birinin aklının ürünleridir.
- Books are the offspring of one's mind.
Birinin ününü sürdürmek zordur.
- It is hard to maintain one's reputation.
O, yaşlı bir kadın gibi başını eğip yürüdü.
- She walked with her head down like an old woman.
455 kadından bir kadın gebeliğinin yirminci haftasına kadar hamile olduğunu fark etmez.
- One out of 455 women doesn't realize she's pregnant until the twentieth week of pregnancy.
Son elli senedir canını dişine takıp çalışıyor! Kendini tükenmiş hissetmesi çok normal!
- She's been working her butt off for the last 50 years! Of course, she feels burnt out!
O kötü bir dişini çektirdi.
- She had a bad tooth taken out.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
O onun biri olduğunu düşünüyor ama aslında hiç kimse değil.
- He thinks he is somebody, but really he is nobody.
Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.
- You can't shake someone's hand with a clenched fist.
Birinin kafasından neler geçtiğini kimse kesin olarak bilemez.
- No one ever really knows what's going through someone else's head.
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
- This car has a better performance than that one.
John o kadar telaşlıydı ki konuşmaya vakti yoktu.
- John was in such a hurry that he had no time for talking.
O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.
- He is such a bad person that everybody dislikes him.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't like you anymore.
Sizinle yaşamayı seviyorum.
- I love living with you.
Çünkü biz sizi seviyoruz, daha iyi bir kullanıcı deneyimi getirmek için Tatoeba'yı güncelleştiriyoruz. Gördünüz mü? Biz sizi seviyoruz ha?
- Because we love you, we are updating Tatoeba to bring you a better user experience. See? We love you huh?
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
Ladies and gentlemen, I present to you Her Royal Highness The Crown Princess Victoria.
Her ass is always late.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
Although this chap came into the world in a somewhat impudent fashion, before he was sent for, his mother was pretty; we had fun making him, and the illegitimate fellow must be acknowledged.
- Though this knave came something saucily into the world before he was sent for, yet was his mother fair; there was good sport at his making, and the whoreson must be acknowledged.
Have you discussed this with anyone?
- Have you discussed this with anybody?
The doctor said that this disease is unhealable.
- The doctor said that this sickness is irremediable.
She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
Do you study English every day?
- Her gün İngilizce çalışıyor musun?
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Give help to anyone who needs it.
- Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
How many times does the bus run each day?
- Otobüs her gün kaç kez çalışır?
All that glitters is not gold.
- Parlayan her şey altın değildir.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Everybody started to panic.
- Herkes panik yapmaya başladı.
She planted some pansies in the flower bed.
- Çiçekliğe bazı hercai menekşeler dikti.
Jane Goodall discovered that chimpanzees are omnivorous, not vegetarian.
- Jane Goodall şempanzelerin her şeyi yediklerini, vejetaryen olmadıklarını keşfetti.
Only God can safely be omnipotent.
- Sadece Tanrı güvenle her şeye gücü yeter olabilir.
Tom comes here every single day.
- Tom her tek günde buraya gelir.
Every single word you say is a lie.
- Söylediğin her söz bir yalan.
That dispute has been settled once and for all.
- O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.
The law is equal for all.
- Kanun herkes için aynıdır.
Either way will lead you to the station.
- Her iki yol da seni istasyona götürecektir.
I don't like either of them.
- Ben, onlardan herhangi birini sevmiyorum.
You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
- Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
He believes whatever I say.
- O, söylediğim her şeye inanır.
You can eat whatever you like.
- Her ne istiyorsanız yiyebilirsiniz.
Give it to whoever wants it.
- Onu her kim isterse ona ver.
His parents helped whoever asked for their help.
- Onun ebeveynleri yardımlarını isteyen herkese yardım etti.
Each of the brothers has a car.
- Erkek kardeşlerin her birinin bir arabası var.
The tickets are 1,000 yen each.
- Biletlerin her biri 1.000 yen.
A function that is differentiable everywhere is continuous.
- Ayırdedilebilir bir işlev her yerde süreklidir.
She is an excellent scholar, and is recognized everywhere as such.
- O, mükemmel bir bilim adamıdır, bu itibarla her yerde tanınır.
Mother always gets up early in the morning.
- Anne her zaman sabahları erken kalkar.
You're always singing.
- Her zaman şarkı söylüyorsun.
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
The customer rejected everything that I showed her.
- Müşteri, gösterdiğim her şeyi reddetti.
Feeling tired after his walk in the country, he took a nap.
- Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.
Are you feeling under the weather?
- Kendini kötü hissediyor musun?
Anyway, I did my best.
- Her neyse, ben elimden geleni yaptım.
Anyway, you'll never know.
- Her neyse, asla bilmeyeceksin.
I will do anything for you.
- Senin için her şeyi yapacağım.
He values honor above anything else.
- O, onura her şeyden daha çok değer verir.
I have a prickling sensation in my left eye.
- Benim sol gözümde bir karıncalanma hissi var.
I've had a runny nose for two days and I've been feeling an uncomfortable sensation in my throat.
- İki gündür burnum akıyor ve boğazımda bir rahatsızlık hissediyorum.
I sensed what was happening.
- Ne olduğunu hissettim.
I sense that something is wrong.
- Bir şeyin yanlış olduğunu hissediyorum.
Both of my parents were brought up in the country.
- Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
Tom and his wife both have to work to make ends meet.
- Tom ve karısı kıt kanaat geçinmek için her ikisi çalışmak zorunda.
They are both unmarried.
- Onların her ikiside evli değil.
Every day they killed a llama to make the Sun God happy.
- Onlar Güneş Tanrısı'nı mutlu etmek için her gün bir lama öldürdü.
Do you study English every day?
- Her gün İngilizce çalışıyor musun?
Somehow, he saved himself.
- Her nasılsa kendini kurtardı.
Somehow, you look different today.
- Her nasılsa, farklı görünüyorsun.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
She treated each of us to an ice cream.
- O, her birimize bir dondurma ikram etti.
Needless to say, Judy came late as usual.
- Hiç söylemeye gerek yok, her zaman olduğu gibi Judy geç geldi.
Deliveries will continue as usual.
- Teslimatlar her zaman olduğu gibi devam edecek.
She is paralyzed in both legs.
- O, her iki bacağından felçlidir.
Both the brothers were out.
- Kardeşlerin her ikisi de dışarıdalardı.
Whenever my uncle comes, he brings some nice things for us.
- Amcam her ne zaman gelse, o bizim için bazı güzel şeyler getirir.
Tom brings us gifts whenever he visits.
- Tom her ne zaman ziyarete gelse bize hediyeler getirir.
The patient was recovering daily.
- Hasta her gün toparlanıyordu.
The patient was recovering daily.
- Hasta her gün iyileşiyordu.
Anyhow, he may now be in Paris.
- Her neyse, o şimdi Paris'te olabilir.
Anyway, I won't take up any more of your time.
- Her neyse, daha fazla zamanını almayacağım.
For some reason I don't like Tom.
- Her nedense Tom'dan hoşlanmıyorum.
For some reason, I feel sleepy when I start studying.
- Her nedense okumaya başladığımda kendimi uykulu hissediyorum.
The United States is a paradise for almost every kind of sports, thanks to its wonderfully varied climate.
- Harika değişik iklimleri sayesinde, Amerika Birleşik Devletleri, hemen hemen her türlü spor için bir cennettir.
Everyone has the right to the protection of the moral and material interests resulting from any scientific, literary or artistic production of which he is the author.
- Herkesin yarattığı, her türlü bilim, edebiyat veya sanat eserlerinden mütevellit manevi ve maddi menfaatlerin korunmasına hakkı vardır.
Man is not as almighty as God.
- İnsan Allah kadar her şeye kadir değildir.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
She told him once and for all that she would not go to the movie with him.
- Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla sinemaya gitmedim.
A fire may happen at any moment.
- Her an bir yangın meydana gelebilir.
We may have a very severe earthquake any moment now.
- Şu anda çok şiddetli bir deprem her an olabilir.
That could happen at any time.
- O her an meydana gelebilir.
The building may crash at any time.
- Bina her an çökebilir.
Tom used to be drunk by this time every night.
- Tom her gece bu zamanda sarhoş olurdu.
That couple gets soused nearly every night.
- O çift neredeyse her gece içer.
He comes to see his sick friend day after day.
- Her gün hasta arkadaşını görmeye geliyor.
In June, it rains day after day.
- Haziranda her gün yağmur yağar.
It's just an everyday thing.
- O sadece her günkü bir şeydir.
Tom! Do you realise that these sentences are very self-centred: They always either begin with or end with you! Even both! she reproached Tom.
- Tom! Bu cümlelerin çok bencil olduğunun farkında mısın?: Onlar her zaman ya seninle başlıyor ya da seninle bitiyor! Hatta her ikisi! o, Tom'a serzenişte bulundu.
I don't know either girl.
- Kızların her ikisini de tanımıyorum.
Both of them are in the room.
- Onların her ikisi de odadalar.
Both of them are very cute.
- Onların her ikisi de sevimli
Both of them went to the window to look outside.
- Her ikisi de dışarıya bakmak için pencereye gitti.
Both of my parents were brought up in the country.
- Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers.
- Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.
Whatever it is, I'd like to know what Sami wants.
- Her ne ise, Sami'nin ne istediğini bilmek isterim.
Whatever it is, I didn't do it.
- O her ne ise, ben yapmadım.
At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
- Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
- Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
We have people everywhere.
- Her tarafta insanlar var.
I feel itchy everywhere.
- Her tarafım kaşınıyor.
We have all kinds of time.
- Her türlü zamanımız var.
The athlete excelled in all kinds of sports.
- Atlet her türlü sporda yükseldi.
You may go anywhere you like.
- İstediğiniz her yere gidebilirsiniz.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
Injustice anywhere is a threat to justice everywhere.
- Herhangi bir yerdeki adaletsizlik her yerdeki adalet için bir tehdittir.
You can find the same thing anywhere.
- Her yerde aynı şeyi bulabilirsin.
Violence erupted all over the city because of the food shortages.
- Yiyecek yokluğundan dolayı şehrin her yerinde şiddet patlak verdi.
We travelled all over the country.
- Biz ülkenin her yerinde seyahat ettik.
He who asks is a fool for five minutes, but he who does not ask remains a fool forever.
- Soran beş dakika bir aptaldır fakat sormayan her zaman bir aptal kalır.
A good book is the best friend, now and forever.
- İyi bir kitap, şimdi ve her zaman en iyi arkadaştır.
You can call me at any time.
- Beni her zaman arayabilirsin.
An earthquake can happen at any time.
- Bir deprem her zaman olabilir.
Tom became tired of always having to pay the bill every time he went out with Mary.
- Tom, Mary ile birlikte her çıkışında her zaman hesabı ödemek zorunda kalmaktan usandı.
He drinks his coffee black every time.
- O, her zaman kahvesini sade içer.
He is stronger than ever.
- O, her zamankinden daha güçlüdür.
Every time I hear that song, I think of my high school days.
- O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.
Do you feel any pain in your stomach?
- Karnında herhangi bir acı hissediyor musun?
I'm feeling better today.
- Bugün kendimi daha iyi hissediyorum.
Divide the pile of documents equally, and take them one by one to either side of the room.
- Belgelerin yığınını eşit şekilde böl, ve onları birer birer odanın her iki tarafına koy.
Either way will lead you to the station.
- Her iki yol da seni istasyona götürecektir.
Tom and his sister are both students at this university.
- Tom ve kız kardeşi her ikisi de bu üniversitede öğrenciler.
Both my parents are at home now.
- Ebeveynlerimin her ikisi de şu an evdeler.
Any time will suit me.
- Her zaman bana uygun olacaktır.
You can call me at any time.
- Beni her zaman arayabilirsin.
Tom always blames me for everything.
- Tom her zaman beni her şey için suçluyor.
Tom always blames Mary for everything.
- Tom her zaman Mary'yi her şey için suçluyor.
If we let our reasoning power be overshadowed by our emotions, we would be barking up the wrong tree all the time.
- Muhakeme gücümüzün hislerimiz tarafından gölgelenmesine izin verirsek her zaman yanlış ağaca havluyor oluruz.
They felt many emotions on their wedding day.
- Düğün günlerinde çok duygular hissettiler.
AIDS can be stopped only if every person decides to take action against it.
- Yalnızca her birey ona karşı harekete geçmeye karar verirse, AIDS durdurulabilir.
AIDS can be stopped only if every person decides to take action against it.
- AIDS sadece her birey buna karşı harekete geçmeye karar verirse durdurulabilir.
In any case you had better obey your parents.
- Her halukârda ebeveynlerine itaat etsen iyi olur.
In any case, you don't need to worry.
- Her halukârda endişelenmene gerek yok.
Whatever it is, I didn't do it.
- O her ne ise, ben yapmadım.
Do whatever you want to do.
- Her ne yapmak istiyorsan yap.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
She is an excellent scholar, and is recognized everywhere as such.
- O, mükemmel bir bilim adamıdır, bu itibarla her yerde tanınır.
Bill is honest all the time.
- Bill her zaman dürüsttür.
He stayed there all the time.
- O her zaman orada kaldı.
With a microwave oven like this, it's always New Year's Eve!
- Böyle bir mikrodalga fırınla, her zaman Yılbaşı gecesidir!
Tom was stealing money for the last two years, and Mary knew it all the time.
- Tom son iki yıldır para çalıyordu ve Mary bunu her zaman biliyordu.
She did nothing but cry all the while.
- O her zaman ağlamaktan başka hiçbir şey yapmadı.
He kept smoking all the while.
- O her zaman sigara içmeye devam etti.
She came late as usual.
- O, her zamanki gibi geç geldi.
As usual, Mike was late for the meeting this afternoon.
- Her zamanki gibi, Mike, bu öğleden sonra toplantı için geç kalmıştı.
He came late as usual.
- O, her zamanki gibi geç geldi.
As usual, the physics teacher was late for class.
- Her zamanki gibi, fizik öğretmeni, sınıfa geç kalmıştı.
One will be judged by one's appearance first of all.
- Bir insan her şeyden önce görünümü ile değerlendirilecektir.
All you have to do is sign this paper.
- Yapmanız gereken her şey bu evrakı imzalamaktır.
I am not writing about myself. Any similarity is purely coincidental.
- Kendim hakkında yazmıyorum. Her bir benzerlik tamamiyle tesadüftür.
Why do I have to be here anyway?
- Neden her durumda burada olmak zorundayım?
We expected the routine, but we got the extraordinary.
- Her zamanki gibi olacağını umuyorduk, ama sıra dışı bir durumla karşılaştık.
Grandfather sat in his habitual place near the fire.
- Büyükbaba ateşin yanındaki her zamanki yerine oturdu.
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
... nursing home near her because her mom had been living with ...
... Can we get her on microphone? ...