Muhabir: Ona bir kedi yavrusu aldınız mı?
- Reporter: Did you buy her a kitten?
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank loaned her 500 dollars.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Jane'nin hayali kendine yaşlı ve zengin bir sevgili bulmaktı.
- Jane's dream was to find herself a sugar daddy.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than her.
Siz ondan daha uzun boylusunuz.
- You are taller than her.
Onun görünümünü çekici bulurum.
- I find her appearance attractive.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
- I think that girl cut her hair to give herself a new look.
Kendisini ateşle ısıttı.
- She warmed herself by the fire.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Ladies and gentlemen, I present to you Her Royal Highness The Crown Princess Victoria.
This is her book.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
Her ass is always late.
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
The tickets are 1,000 yen each.
- Biletlerin her biri 1.000 yen.
She treated each of us to an ice cream.
- O, her birimize bir dondurma ikram etti.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
To be always honest is not easy.
- Her zaman dürüst olmak kolay değildir.
I always get up at six.
- Her zaman altıda kalkarım.
Everything about him was grey.
- Onun hakkında her şey griydi.
Put everything in my basket.
- Her şeyi sepetime koy.
Both the brothers were out.
- Kardeşlerin her ikisi de dışarıdalardı.
Both of my parents were brought up in the country.
- Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
They are both unmarried.
- Onların her ikiside evli değil.
Do you study English every day?
- Her gün İngilizce çalışıyor musun?
I play football every day.
- Her gün futbol oynarım.
Somehow, you look different today.
- Her nasılsa, farklı görünüyorsun.
Somehow I can't picture Tom working as a bartender.
- Her nasılsa Tom'un bir barmen olarak çalışmasını hayal bile edemiyorum.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Each of the brothers has a car.
- Erkek kardeşlerin her birinin bir arabası var.
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
How many times does the bus run each day?
- Otobüs her gün kaç kez çalışır?
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Bill is honest all the time.
- Bill her zaman dürüsttür.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Above all, don't panic!
- Her şeyden önce, panik yok!
Everybody started to panic.
- Herkes panik yapmaya başladı.
Tom is omnilingual. He can speak every language on Earth.
- Tom omnilingualdir. O, Dünya'daki her dili konuşabilir.
How many omnivorous children are patients in hospital?
- Hastanede her şeyi yiyen kaç çocuk hasta var?
Tom and Mary were wasting time, as usual.
- Tom ve Mary her zaman olduğu gibi boşa zaman harcıyordu.
Needless to say, Judy came late as usual.
- Hiç söylemeye gerek yok, her zaman olduğu gibi Judy geç geldi.
Both the brothers were out.
- Kardeşlerin her ikisi de dışarıdalardı.
Both of my parents were brought up in the country.
- Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
Tom usually says Pardon my French whenever he swears.
- Tom her ne zaman küfür etse, genellikle Fransızcamı bağışlayın diyor.
Whenever I go to this store, they're selling freshly baked taiyaki cakes.
- Bu dükkâna her ne zaman gitsem, taze pişmiş taiyaki kekleri satıyorlar.
I speak English daily.
- Her gün İngilizce konuşurum.
I speak English daily.
- Her gün İngilizce konuşuyorum.
Anyhow, he may now be in Paris.
- Her neyse, o şimdi Paris'te olabilir.
Anyway, I won't take up any more of your time.
- Her neyse, daha fazla zamanını almayacağım.
For some reason I don't like Tom.
- Her nedense Tom'dan hoşlanmıyorum.
For some reason, I feel sleepy when I start studying.
- Her nedense okumaya başladığımda kendimi uykulu hissediyorum.
The United States is a paradise for almost every kind of sports, thanks to its wonderfully varied climate.
- Harika değişik iklimleri sayesinde, Amerika Birleşik Devletleri, hemen hemen her türlü spor için bir cennettir.
Everyone has the right to the protection of the moral and material interests resulting from any scientific, literary or artistic production of which he is the author.
- Herkesin yarattığı, her türlü bilim, edebiyat veya sanat eserlerinden mütevellit manevi ve maddi menfaatlerin korunmasına hakkı vardır.
Man is not as almighty as God.
- İnsan Allah kadar her şeye kadir değildir.
I told her once and for all that I would not go shopping with her.
- Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla alışverişe gitmedim.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
You may take either of the two books.
- İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.
I don't like either of them.
- Ben, onlardan herhangi birini sevmiyorum.
Tom does this every single time.
- Tom bunu her zaman yapar.
One should take good care of every single thing.
- Biri her şeye iyi bakmalı.
The law is equal for all.
- Kanun herkes için aynıdır.
For all his genius, he is as unknown as ever.
- Bütün dehasına rağmen, o her zaman olduğu kadar bilinmiyor.
Tom may come at any time.
- Tom her an gelebilir.
The tree is rotten and stone dead, and could fall at any time.
- Ağaç çürük ve taş ölü, ve her an düşebilir.
We are expecting him any moment.
- Biz her an onu bekliyorduk.
He'll be here any moment.
- O, her an burada olacak.
Tom calls Mary every night and talks with her for at least 45 minutes.
- Tom her gece Mary'yi arar ve onunla en az 45 dakika konuşur.
That couple gets soused nearly every night.
- O çift neredeyse her gece içer.
I worked on it day after day.
- Her gün onun üzerinde çalıştım.
In June, it rains day after day.
- Haziranda her gün yağmur yağar.
It's just an everyday thing.
- O sadece her günkü bir şeydir.
Either skillful or lazy. But not both.
- Ya becerikli ya da tembel ama her ikisi değil.
Both of Tom's parents died when he was just a baby, so he doesn't remember either one of them.
- Tom'un ebeveynlerinin her ikisi de o sadece bir bebekken öldüler bu yüzden onlardan herhangi birini hatırlamıyor.
Both of them went to the window to look outside.
- Her ikisi de dışarıya bakmak için pencereye gitti.
I like both of them very much.
- Onların her ikisini de çok seviyorum.
Both of my parents were brought up in the country.
- Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
Both of them went to the window to look outside.
- Her ikisi de dışarıya bakmak için pencereye gitti.
What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers.
- Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.
Whatever it is, I didn't do it.
- O her ne ise, ben yapmadım.
Whatever it is, I'd like to know what Sami wants.
- Her ne ise, Sami'nin ne istediğini bilmek isterim.
At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
- Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
- Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
I feel itchy everywhere.
- Her tarafım kaşınıyor.
We have people everywhere.
- Her tarafta insanlar var.
This shop has all kinds of foreign-language magazines.
- Bu mağaza her türlü yabancı dil dergilerine sahiptir.
We have all kinds of time.
- Her türlü zamanımız var.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
You may go anywhere you like.
- İstediğiniz her yere gidebilirsiniz.
Injustice anywhere is a threat to justice everywhere.
- Herhangi bir yerdeki adaletsizlik her yerdeki adalet için bir tehdittir.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
We travelled all over the country.
- Biz ülkenin her yerinde seyahat ettik.
The man is well-known all over the village.
- Adam köyün her yerinde iyi tanınmıştır.
An earthquake can happen at any time.
- Bir deprem her zaman olabilir.
An accident may happen at any time.
- Bir kaza her zaman olabilir.
He who asks is a fool for five minutes, but he who does not ask remains a fool forever.
- Soran beş dakika bir aptaldır fakat sormayan her zaman bir aptal kalır.
A good book is the best friend, now and forever.
- İyi bir kitap, şimdi ve her zaman en iyi arkadaştır.
This works every time.
- Bu her zaman işe yarar.
Every time I hear that song, I think of my high school days.
- O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.
... So I want to make sure to give her a call right ...
... We've got to get her a new knee. ...