her'a

listen to the pronunciation of her'a
İngilizce - Türkçe

her'a teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

her
ona

Banka ona 500 dolar ödünç verdi. - The bank loaned her 500 dollars.

Banka ona 500 dolar ödünç verdi. - The bank lent her 500 dollars.

her majesty
Kraliçe hazretleri
her
dişil onun
her
kendine

O, sırrı kendine sakladı. - She kept the secret to herself.

Jane'nin hayali kendine yaşlı ve zengin bir sevgili bulmaktı. - Jane's dream was to find herself a sugar daddy.

her
dişil onu
her
ondan

Siz ondan daha uzun boylusunuz. - You are taller than her.

Seni ondan daha çok seviyorum. - I love you more than her.

her
onun

Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi. - He promised to meet her at the coffee shop.

Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi. - She promised to meet her at the coffee shop.

her
{z} dişil onu; ona; ondan; onun: He loves her. Onu seviyor. He looked at her. Ona baktı. They hated her. Ondan nefret ettiler. It pleased
her
kendisi

Kendisini ateşle ısıttı. - She warmed herself by the fire.

Yeni bir araba satın alması için babasına baskı yaptığında Catherine'nin bir art niyeti vardı; O, arabayı kendisinin sürebileceğini umuyordu. - Catherine had an ulterior motive when she urged her father to buy a new car. She hoped that she'd be able to drive it herself.

her
(dişil) onu
her
onu

Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi. - She promised to meet her at the coffee shop.

Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi. - He promised to meet her at the coffee shop.

hell with her
(deyim) canı cehenneme
her highness
ekselansları
her highness
altes
her
o
He/She can stew in his/her own juice!
k. dili Ne hali varsa görsün!
Her conscience pricked her
Vicdanı kendisini rahatsız etti
her bed
yatağında
take her at her word
sözüne güvenmek
Türkçe - Türkçe
(Osmanlı Dönemi) Erkeğiyle muhalata ettiğinde şevkinin şiddetinden hemen inzal eden kadın
(Osmanlı Dönemi) Küçük bir canavar
HER
(Osmanlı Dönemi) f. Bütün, hep, tamamen
HER
Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir: "Bir hafta, her gece çalışmak suretiyle hikâyesini bitirdi."- H. E. Adıvar
her halde
her halükarda
İngilizce - İngilizce

her'a teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

HER-2
Receptor which is the target for the drug trastuzumab in chemotherapy
HER-2
Human Epidermal growth factor Receptor 2
Her Maj
Her Majesty
Her Majesty
A title of respect used when referring to a queen
Her Royal Highness
A title given to certain female members of a royal family, abbreviated HRH

Ladies and gentlemen, I present to you Her Royal Highness The Crown Princess Victoria.

he could be her father
One could be someone's parent, said of a man older than a woman
her
Belonging to her

This is her book.

her
The form of she used after a preposition or as the object of a verb; that woman, that ship, etc

The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..

her ass
she

Her ass is always late.

her indoors
one's wife, especially a domineering one
her
High Efficiency Red
her
adv: here 32
her
The hard error rate is the frequency of errors caused by permanent physical defect in the memory system The hard error rate is usually much lower than the soft error rate
her
Sah'english | adronato
her
pron. specific female; possessive form of she
her
You use her to refer to a woman, girl, or female animal. I went in the room and told her I had something to say to her I really thought I'd lost her. Everybody kept asking me, `Have you found your cat?' Her is also a possessive determiner. Liz travelled round the world for a year with her boyfriend James
her
Of them; their
her
her WEAK STRONG Her is a third person singular pronoun. Her is used as the object of a verb or a preposition. Her is also a possessive determiner
her
{p} belonging to a female or woman
her heart failed her
her heart stopped beating, she became ill because of an unhealthy heart
robbed her of her innocence
raped a virgin
Türkçe - İngilizce

her'a teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı

her
every

Don't worry, everything will be OK. - Üzülmeyin, her şey düzelecek.

She goes running every morning. - O her sabah koşmaya gider.

her biri
each

The tickets are 1,000 yen each. - Biletlerin her biri 1.000 yen.

Each person paid one thousand dollars. - Her biri bin dolar ödedi.

her yer
everywhere

They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere. - Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.

A function that is differentiable everywhere is continuous. - Ayırdedilebilir bir işlev her yerde süreklidir.

her zaman
always

I always get up at six. - Her zaman altıda kalkarım.

Bill is always honest. - Bill her zaman dürüsttür.

her şey
everything

Don't worry, everything will be OK. - Üzülmeyin, her şey düzelecek.

The customer rejected everything that I showed her. - Müşteri, gösterdiğim her şeyi reddetti.

elinden her iş gelme
versatility
her ikisi
both

Tom and his wife both have to work to make ends meet. - Tom ve karısı kıt kanaat geçinmek için her ikisi çalışmak zorunda.

Both of my parents were brought up in the country. - Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.

her ikiside
both

They are both unmarried. - Onların her ikiside evli değil.

her gün
every day

I play tennis every day. - Ben her gün tenis oynarım.

Do you study English every day? - Her gün İngilizce çalışıyor musun?

her nasılsa
somehow

Mr. Jackson somehow knew that Tom had done my homework for me. - Bay Jackson her nasılsa Tom'un benim için ev ödevimi yaptığını biliyordu.

Somehow I can't picture Tom working as a bartender. - Her nasılsa Tom'un bir barmen olarak çalışmasını hayal bile edemiyorum.

her bir
each

The president appointed each man to the post. - Genel müdür her bir adamı görevine atadı.

She treated each of us to an ice cream. - O, her birimize bir dondurma ikram etti.

her şeye inanan
credulous
her
any

Can you see anything in there? - Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?

Give help to anyone who needs it. - Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.

her
(Askeri) each

Brush your teeth after each meal. - Her yemekten sonra dişlerini fırçala.

The president appointed each man to the post. - Genel müdür her bir adamı görevine atadı.

her
all

Can you see anything at all there? - Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?

Bill is honest all the time. - Bill her zaman dürüsttür.

her biri ayrı olarak
respectively
her
pan

Above all, don't panic! - Her şeyden önce, panik yok!

Tom came into the living room, not wearing any pants. - Tom herhangi bir pantolon giymeden oturma odasına girdi.

her
omni

How many omnivorous children are patients in hospital? - Hastanede her şeyi yiyen kaç çocuk hasta var?

Some humans believe that there exists a god who is omniscient, omnipotent and omnipresent. - Bazı insanlar; her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve her yerde olan bir tanrının var olduğuna inanıyorlar.

her ihtimale karşı
keeping every possibility in mind; just in case
her ihtimale karşı
just in case
her yerde birden bulunan
ubiquitous
her yıl 25 Aralık tarihinde İsa'nın doğumunun kutlanıldığı Hristiyan bayramı
Christmas
her zaman olduğu gibi
as usual

Deliveries will continue as usual. - Teslimatlar her zaman olduğu gibi devam edecek.

Needless to say, Judy came late as usual. - Hiç söylemeye gerek yok, her zaman olduğu gibi Judy geç geldi.

her iki
both

Both of my parents were brought up in the country. - Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.

Both my parents are at home now. - Ebeveynlerimin her ikisi de şu an evdeler.

her ne zaman
whenever

Whenever I go to this store, they're selling freshly baked taiyaki cakes. - Bu dükkâna her ne zaman gitsem, taze pişmiş taiyaki kekleri satıyorlar.

Tom usually says Pardon my French whenever he swears. - Tom her ne zaman küfür etse, genellikle Fransızcamı bağışlayın diyor.

her nasılsa
for some reason
her (bir)
every
her derde deva
panacea
her gün
daily

Traffic accidents happen daily. - Trafik kazaları her gün olur.

I speak English daily. - Her gün İngilizce konuşuyorum.

her gün işe trenle gidip gelen kimse
commuter
her iki cinse de uyan
unisex
her ne
any

Anyway, you'll never know. - Her neyse, asla bilmeyeceksin.

Anyway, I know you must be busy, so let me go. - Her neyse, ben sizin meşgul olmak zorunda olduğunuzu biliyorum, bu yüzden gideyim.

her nedense
for some reason

He looks blue for some reason. - O her nedense mavi görünüyor.

For some reason I don't like Tom. - Her nedense Tom'dan hoşlanmıyorum.

her tarafta
all over
her türlü
every

The United States is a paradise for almost every kind of sports, thanks to its wonderfully varied climate. - Harika değişik iklimleri sayesinde, Amerika Birleşik Devletleri, hemen hemen her türlü spor için bir cennettir.

He had every reason for doing so. - Öyle yapmak için her türlü nedeni vardı.

her zamanki gibi
as usual, as ever as
her şeye burnunu sokan
meddlesome
her şeye gücü yeten
almighty
her şeye inanma
credulity
her şeye kadir
almighty

Man is not as almighty as God. - İnsan Allah kadar her şeye kadir değildir.

her şeye rağmen
regardless
her şeye rağmen
for all that

She told him once and for all that she would not go to the movie with him. - Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla sinemaya gitmedim.

I told her once and for all that I would not go shopping with her. - Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla alışverişe gitmedim.

her şeye çare bulur
resourceful
her
either

Either way will lead you to the station. - Her iki yol da seni istasyona götürecektir.

You may take either of the two books. - İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.

her
(Bilgisayar) start every
her
soever
her
every single

Tom does this every single time. - Tom bunu her zaman yapar.

I think about that every single day. - Her gün onu düşünürüm.

her
(Bilgisayar) recur every
her
(Bilgisayar) for all

He was in favor of equality for all. - O, herkes için eşitliğin lehindeydi.

That dispute has been settled once and for all. - O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.

her
(Bilgisayar) refresh every
her (bir)
each
her akşam
every evening
her an
at any time

It may rain at any time. - Her an yağmur yağabilir.

The building may crash at any time. - Bina her an çökebilir.

her an
any moment

We are expecting him any moment. - Biz her an onu bekliyorduk.

We may have a very severe earthquake any moment now. - Şu anda çok şiddetli bir deprem her an olabilir.

her an
any day of the week
her an
at every turn
her ay
(Bilgisayar) monthly
her biri için
for each
her biri için
cum
her cuma
fridays
her daim
every time
her daim
always
her de
each time
her diğer
every other
her durum
any case
her gece
every night

Tom calls Mary every night and talks with her for at least 45 minutes. - Tom her gece Mary'yi arar ve onunla en az 45 dakika konuşur.

Tom calls Mary every night. - Tom her gece Mary'yi arar.

her gün
day after day

That pretty bird did nothing but sing day after day. - O güzel kuş her gün ötmekten başka bir şey yapmadı.

In June, it rains day after day. - Haziranda her gün yağmur yağar.

her gün
(Ticaret) per diem
her günkü
routine
her günkü
diurnal
her günkü
day-to-day
her günkü
usual
her günkü
everyday

It's just an everyday thing. - O sadece her günkü bir şeydir.

her günkü
per diem
her hafta
each week
her hafta
per week
her hafta
every weekday
her halde
at discretion
her halde
anyhow
her halde
at any rate
her halde
by all manner of means
her ikisi
either

Either skillful or lazy. But not both. - Ya becerikli ya da tembel ama her ikisi değil.

Both of Tom's parents died when he was just a baby, so he doesn't remember either one of them. - Tom'un ebeveynlerinin her ikisi de o sadece bir bebekken öldüler bu yüzden onlardan herhangi birini hatırlamıyor.

her ikisi
both of them

Both of them are in the room. - Onların her ikisi de odadalar.

I like both of them very much. - Onların her ikisini de çok seviyorum.

her ikisi de
both and
her ikisi de
both of

Both of them are very cute. - Onların her ikisi de sevimli

Both of my parents were brought up in the country. - Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.

her için
for each
her kim ise
no matter who
her kim ise
whoever
her kimse
whomever
her nasıl
however

What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers. - Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.

her ne ise
at any rate
her ne ise
anyhow
her ne ise
whatever it is

Whatever it is, I'd like to know what Sami wants. - Her ne ise, Sami'nin ne istediğini bilmek isterim.

Whatever it is, I didn't do it. - O her ne ise, ben yapmadım.

her ne ise
anyway
her neyse
at any rate

At any rate, I'll go to college after graduating from high school. - Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.

At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders. - Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.

her neyse
whatsoever
her neyse
(deyim) at least
her salı
tuesdays
her sene
every year
her sene
each year
her taraf
everywhere

I feel itchy everywhere. - Her tarafım kaşınıyor.

We have people everywhere. - Her tarafta insanlar var.

her tür
gamut of
her türlü
all kinds of

He comes into contact with all kinds of people. - Her türlü insanla bağlantı kurar.

This shop has all kinds of foreign-language magazines. - Bu mağaza her türlü yabancı dil dergilerine sahiptir.

her türlü
whatever
her vakit
all through
her yer
every place
her yer
anywhere

That kind of thing can't be found just anywhere. - O tür şey her yerde bulunamaz.

Tom can sleep anywhere. - Tom her yerde uyuyabilir.

her yer
everyplace
her yer
(deyim) up hill and down dale
her yerde
left right and centre
her yerde
no matter where
her yerde
everyplace
her yerde
anywhere

Injustice anywhere is a threat to justice everywhere. - Herhangi bir yerdeki adaletsizlik her yerdeki adalet için bir tehdittir.

They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere. - Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.

her yerde
the world over
her yerde
here there and everywhere
her yerde
allover
her yerinde
all over

A lot of people want peace all over the world. - Dünyanın her yerinde çok sayıda insanlar barış istiyorlar.

The branch offices of the bank are located all over Japan. - Bankanın şubeleri Japonya'nın her yerinde bulunmaktadır.

her yol
everyway
her yöne
omnidirectional
her yöne
(Havacılık) omni directional
her yıl
yearly
her yıl
year in year out
her yıl için
per annum
her yıl olduğu gibi
like every year
her yıl yapılan
(Politika, Siyaset) per annum
her zaman
(deyim) for ever and a day
her zaman
in season and out of season
her zaman
at any time

You can call me at any time. - Beni her zaman arayabilirsin.

An accident may happen at any time. - Bir kaza her zaman olabilir.

her zaman
e'er
her zaman
forever

He will forever live on in our memories. - O her zaman anılarımızda yaşayacak.

I am forever in trouble. - Benim her zaman başım belada.

her zaman
every time

This works every time. - Bu her zaman işe yarar.

Tom became tired of always having to pay the bill every time he went out with Mary. - Tom, Mary ile birlikte her çıkışında her zaman hesabı ödemek zorunda kalmaktan usandı.

her çeşit
whatever
her çeşit
gamut of
her şey
(Argo) lock, stock and barrel
her şeyden önce
start with
her şeyden önce
in the first place
her şeyden önce
(deyim) first things first
her şeyden önce
primarily
her şeyden önce
before hand
her şeyden önce
above all things
her tarafa
abroad
Her felakette bir hayır vardır
(Atasözü) Every cloud has a silver lining
Her inişin bir çıkışı her çıkışın bir inişi vardır
(Atasözü) Every declivity has an acclivity and every acclivity has a declivity
Her sakallıyı deden sanma
(Atasözü) All that glitters is not gold
her akşam üst üste
on top of each month
her düşünceden
anyone with any sense
her hakkı saklıdır
All rights are reserved
her koşulda
under all circumstancesin any condition
her zaman
always, for ever, forever, evermore
her şey yolunda
all good
her şeye yeniden başlayabilirsin
you can start all over
her şeye yeniden başlayabilirsin
you can start from scratch
her şeyin kötüs
everything kötüs
her şeyin ucuzunu arayan
Cheap call to everything that
her yokuşun bir inişi, her inişin bir yokuşu vardır
(Atasözü) All problems eventually get worked out
her zaman her yerde var olan
omnipresent
her'a

    Videolar

    ... So I want to make sure to give her a call right ...
    ... We've got to get her a new knee. ...