Eğer yurt dışına gidiyorsanız, bir pasaporta sahip olmak gereklidir.
- If you are going abroad, it's necessary to have a passport.
Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.
- It must be nice to have friends in high places.
Zaman zaman daha akademik biriyle detaylı bir konuşma yapmak istiyorum.
- I like to have a deep conversation with a more academic person from time to time.
Onların hepsinin, kolları, bacakları, ve kafaları var,onlar yürürler ve konuşurlar, ama şimdi onlara farklı yapmak isteyen bir şey var.
- They all have arms, legs, and heads, they walk and talk, but now there's SOMETHING that wants to make them different.
Şimdi üç yıldır İngilizce eğitimi almaktayız.
- We have been studying English for three years now.
Bankada paçayı yırtmak ve A52 yi almak zorundasın.
- You'll have to get off at the bank and take the A52.
Gitmene izin vermek zorundayım.
- I have to let you go.
İçeri girmeme izin vermek zorundasın.
- You have to let me in.
Bu akşam yemekte benimle olmak ister misin?
- Would you like to have dinner with me tonight?
Onu yemek zorunda değilsiniz.
- You don't have to eat it.
Gerçekten bilmek istiyorsanız, yapmanız gereken bütün şey sormaktır.
- If you really want to know, all you have to do is ask.
Tom yardım etmek için zamanın olup olmadığını bilmek istiyor.
- Tom wants to know if you have any time to help.
Bunun nasıl yapıldığını anlamak zorundayız.
- We have to figure out how to do this.
Zorbalık ciddi bir problemdir fakat onu saf dışı bırakmaya çalışmanın tamamen gerçekçi bir teklif olmadığını anlamak zorundayız.
- Bullying is a serious problem, but we have to understand that setting out to eliminate it entirely isn't a realistic proposition.
Zaten verdiğin her şeyi saymak iyi değil.
- It's not good to count all the things that you have already given.
Bütün oy pusulalarını saymak zorundayız.
- We have to count all of the ballots.
Tom'dan yardım isteme konusunda biraz tereddütlü olduğumu kabul etmek zorundayım.
- I have to admit I'm a little hesitant about asking Tom for help.
Önerilerinizi kabul etmekten başka seçeneğim yok.
- I have no choice but to accept your proposals.
Kendini tutmak zorundasın.
- You have to hold back.
Köpeğimizi bağlı tutmak zorundayız.
- We have to keep our dog tied.
Tam sevinç değerini elde etmek için, onu paylaşacak birisine sahip olmalısınız.
- To get the full value of joy, you must have someone to divide it with.
Tom'un o hakkı elde etmek için sadece bir şansı olacak.
- Tom will have only one chance to get that right.
Hayatımın geriye kalan kısmını birlikte geçirmek istediğim herhangi biriyle henüz tanışmadım.
- I haven't yet met anyone I'd want to spend the rest of my life with.
Yarına kadar görevi gözden geçirmek zorundayım.
- I have to go through the task by tomorrow.
Bir fincan kahve daha içmek istiyorum.
- I'd like to have another cup of coffee.
Biraz su içmek istiyorum.
- I would like to have some water.
Windows ile eklentilere sahip olmak zorundasın,yoksa o dosyalarını okumaz.
- With Windows, you have to have extensions or it won't read your files.
Neyin doğru olduğuna inandığını açıkça söyleme cesaretine sahip olmalısın.
- You ought to have the courage to speak out what you believe to be right.
Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.
- I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.
Faturayı ödemek zorunda kaldım! Bir dahaki sefere, onlar beni davet etmek zorunda kalacaklar.
- I had to pay the bill! The next time, I'll have them invite me.
Bunu yaptırmak için ödeme yaptım.
- I paid to have this done.
Rezervasyon yaptırmak zorundasın.
- You have to make a reservation.
Keşke seninle tekrar karşılaşmak zorunda olmasam.
- I wish I wouldn't have to meet you again.
Eğer o böyle içmeye devam ederse eve bir taksi çağırmak zorunda kalacak.
- If he keeps drinking like that, he'll have to take a taxi home.
Polis çağırmak zorunda kalacağım.
- I'm going to have to call the police.
Bu akşam yemekte benimle olmak ister misin?
- Would you like to have dinner with me tonight?
Mezun olmak için yeterli kredim yok.
- I don't have enough credits to graduate.
Çocuklar yerde uyumak zorunda kalacaklar gibi.
- It seems that the children will have to sleep on the floor.
Yarın on saat çalışmak zorunda kalacağım.
- I'll have to study ten hours tomorrow.
Son zamanlarda bir çok hileli iğrenç olaylar vardı.
- Recently there have been a lot of nasty incidents with fraud.
Ben hile yapma niyetim yok. Konu ne?
- I have no intention of cheating. What's the point?
Çevreyi korumak için herkes katkıda bulunmak zorunda kalacak.
- Everybody will have to pitch in to save the environment.
Siyasal etkinlikte bulunmak için zamanım yok.
- I have no time to engage in political activity.
Bu sınavda başarısız olursan, kursu tekrar etmek zorunda kalacaksın.
- If you flunk this exam, you'll have to repeat the course.
Biz altıda orada olacaksak, şimdi hareket etmek zorundayız.
- If we are to be there at six, we will have to start now.
Sana ateş etmek zorunda olmak istemiyorum.
- I don't want to have to shoot you.
Kimseyi incitmek zorunda olmak istemiyorum.
- I don't want to have to hurt anyone.
Ben her zaman sana karşı dürüst oldum. Neden beni aldatmak istiyorsun?
- I have always been honest with you. Why do you want to deceive me?
Yeah! You had me alright! Between your threatening stance and your armed-to-the-teeth men, I never would've thought that was just a joke.
The dog down the street has a lax owner.
I'm going to have some pizza and some Pepsi right now.
I could have him!.
They had me feed their dog while they were out of town.
UK usage He has some money, hasn't he?.
I have no German.
Dan certainly has arms today, probably from scraping paint off four columns the day before.
Note: there's a separate entry for have to.
Your mother must've been beautiful when she was young.
- Your mother must have been beautiful when she was young.
The burglar must have entered the mansion from the roof.
- The cat burglar must have entered the mansion from the roof.
We had a hard year last year, with the locust swarms and all that.
Look what I have here — a frog I found on the street!.
The lecture's ending had the entire audience in tears.
You're a very naughty boy. If I've told you once, I've told you a thousand times. I won't have you chasing the geese!.
If Tom had been speaking French, I would've been able to understand him.
- If Tom had been speaking French, I would have been able to understand him.
... WHEN MR. TURNER WAS SAYING THAT ARTHUR WAS HAVING A HARD TIME MAKING FRIENDS, ...
... - WE WERE JUST HAVING A LITTLE FUN. - OH, FUN? ...