Kaynanamdan nefret ediyorum.
- Ich hasse meine Schwiegermutter.
Pazartesilerden nefret ediyorum.
- Ich hasse den Montag.
Kimse benim ülkemden nefret etmek istemez.
- Nobody wants to hate my country.
Görmek, hissetmek, düşünmek, sevmek, nefret etmek; bütün bunlar algılamaktan başka bir şey değildir.
- To hate, to love, to think, to feel, to see; all this is nothing but to perceive.
Jack Dorsey benden nefret ediyor.
- Jack Dorsey hates me.
Bazıları tartışmaktan nefret ederler.
- Some people hate to argue.
O, kocasından nefret etti.
- She hated her husband.
O, ona bir kazak satın aldı, ama o renginden nefret etti.
- She bought him a sweater, but he hated the color.
Tom kin ve nefretle Mary'ye baktı.
- Tom glared at Mary with hatred and disgust.
Barış, aşk ve bilgeliktir - bu cennet. Savaş kin ve ahmaklıktır - bu cehennem.
- Peace is love and wisdom – it's heaven. War is hatred and folly – it's hell.
The truth bears hatred.
- Die Wahrheit gebiert Hass.
That's why I have such an extreme hatred for him.
- Deswegen hasse ich ihn so sehr.
My wife really hates cats.
- Meine Frau hasst Katzen.
I hate it when there are a lot of people.
- Ich hasse es, wenn viele Leute da sind.