Tom her şeye kendi yoluyla sahip olmak zorunda.
- Tom has to have everything his own way.
Leyla her zaman kendi işini sahip olmak istedi.
- Layla has always wanted to have her own business.
Ve bizim gerçekten istediğimiz çok sayıda-ve herhangi-dillerde çok sayıda cümlelere sahip olmaktır.
- And what we really want is to have many sentences in many — and any — languages.
Windows ile eklentilere sahip olmak zorundasın,yoksa o dosyalarını okumaz.
- With Windows, you have to have extensions or it won't read your files.
Mary her zaman sol eğilimli olmuştur, ama o Sol Parti için mecliste bir koltuğa sahip olduğundan beri, o, radikal kapitalizm eleştirisi ile bir medya yıldızı oldu.
- Mary has always been left-leaning, but since she's got a seat in parliament for the Left Party, she has become a media star with her radical critique of capitalism.
O, oldukça yaygın olmuştur.
- It has become quite common.
Er ya da geç her anne-baba çocukları ile kuşlar ve arılar hakkında bir konuşma yapmak zorundadır.
- Sooner or later, every parent has to have a talk with their children about the birds and the bees.
O biraz alışveriş yapmak için dışarı gitmiş olabilir.
- She may have gone out to do some shopping.
Saatimi kaybettim, bu yüzden bir tane almak zorundayım.
- I lost my watch, so I have to buy one.
Şimdi üç yıldır İngilizce eğitimi almaktayız.
- We have been studying English for three years now.
Onunla konuşmama izin vermek zorundasın.
- You have to let me talk to her.
İçeri girmeme izin vermek zorundasın.
- You have to let me in.
O günlerce yemek yememiş olabilir.
- He might not have eaten for days.
Onu yemek zorunda değilsiniz.
- You don't have to eat it.
Tom yardım etmek için zamanın olup olmadığını bilmek istiyor.
- Tom wants to know if you have any time to help.
Gerçeği bilmek zorundayım.
- I have to know the truth.
Kazanın ne kadar ciddi olduğunu anlamak için sadece bu makaleyi okumalısın.
- You have only to read this article to see how serious the accident was.
Zorbalık ciddi bir problemdir fakat onu saf dışı bırakmaya çalışmanın tamamen gerçekçi bir teklif olmadığını anlamak zorundayız.
- Bullying is a serious problem, but we have to understand that setting out to eliminate it entirely isn't a realistic proposition.
Zaten verdiğin her şeyi saymak iyi değil.
- It's not good to count all the things that you have already given.
Bütün oy pusulalarını saymak zorundayız.
- We have to count all of the ballots.
Tom'un kabul etmekten başka hiç bir seçeneği olmayacak.
- Tom will have no choice but to agree.
Tom'un işini yapması için birini kabul etmek zorunda kalacağız.
- We will have to take on someone to do Tom's work.
Kendini tutmak zorundasın.
- You have to hold back.
Tom'un bir taksi tutmak için yeterli parası yoktu.
- Tom didn't have enough money to take a taxi.
Yaptığını sandığım başarı türünü elde etmek istiyorsan, öyleyse daha çok çalışmak zorunda kalacaksın.
- If you want to achieve the kind of success that I think you do, then you'll have to study harder.
Tom'un o hakkı elde etmek için sadece bir şansı olacak.
- Tom will have only one chance to get that right.
Çinli firmalar, dünya pazarını ele geçirmek için bir arayış başlattı.
- Chinese firms have embarked on a quest to conquer the world market.
Yarına kadar görevi gözden geçirmek zorundayım.
- I have to go through the task by tomorrow.
Bir yerde içki içmek için dışarı çıkmak ister misiniz?
- Would you like to go out to have a drink somewhere?
Bir fincan kahve daha içmek istiyorum.
- I'd like to have another cup of coffee.
Neyin doğru olduğuna inandığını açıkça söyleme cesaretine sahip olmalısın.
- You ought to have the courage to speak out what you believe to be right.
Balinaların kendi diline sahip olduklarına inanılmaktadır.
- It is believed that whales have their own language.
Faturayı ödemek zorunda kaldım! Bir dahaki sefere, onlar beni davet etmek zorunda kalacaklar.
- I had to pay the bill! The next time, I'll have them invite me.
Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.
- I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.
Rezervasyon yaptırmak zorundasın.
- You have to make a reservation.
Bugün bunu gerçekten yaptırmak zorundayım.
- I really have to get this done today.
Keşke seninle tekrar karşılaşmak zorunda olmasam.
- I wish I wouldn't have to meet you again.
Eğer o böyle içmeye devam ederse eve bir taksi çağırmak zorunda kalacak.
- If he keeps drinking like that, he'll have to take a taxi home.
Polis çağırmak zorunda kalacağım.
- I'm going to have to call the police.
Windows ile eklentilere sahip olmak zorundasın,yoksa o dosyalarını okumaz.
- With Windows, you have to have extensions or it won't read your files.
Mezun olmak için yeterli kredim yok.
- I don't have enough credits to graduate.
Yarın on saat çalışmak zorunda kalacağım.
- I'll have to study ten hours tomorrow.
Çocuklar yerde uyumak zorunda kalacaklar gibi.
- It seems that the children will have to sleep on the floor.
Son zamanlarda bir çok hileli iğrenç olaylar vardı.
- Recently there have been a lot of nasty incidents with fraud.
Ben hile yapma niyetim yok. Konu ne?
- I have no intention of cheating. What's the point?
Adil payına katkıda bulunmak zorundasın.
- You have to contribute your fair share.
Son zamanlarda, ekonominin hızla geliştiğine dair sinyaller bulunmaktadır.
- Recently, there have been signs that the economy is picking up steam.
Bu sınavda başarısız olursan, kursu tekrar etmek zorunda kalacaksın.
- If you flunk this exam, you'll have to repeat the course.
Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.
- I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.
Sana ateş etmek zorunda olmak istemiyorum.
- I don't want to have to shoot you.
Tom'un o şarkıyı tekrar söylemesini dinlemek zorunda olmak istemiyorum.
- I don't want to have to listen to Tom sing that song again.
Ben her zaman sana karşı dürüst oldum. Neden beni aldatmak istiyorsun?
- I have always been honest with you. Why do you want to deceive me?
He that hath ears to hear, let him hear.
- Whoever has ears to hear, let him hear.
Is it better to never be than to be and eventually become a has-been?.
But the most popular attitude toward what we may call sad plays is the peculiar one of believing that, since every cloud has a silver lining,.
A great partnership isn't a self-maintaining entity. Perseverance and persistence make it thrive. For every silver lining has a cloud. Ignorance of this reality is not an option.
Yeah! You had me alright! Between your threatening stance and your armed-to-the-teeth men, I never would've thought that was just a joke.
The dog down the street has a lax owner.
I'm going to have some pizza and some Pepsi right now.
I could have him!.
They had me feed their dog while they were out of town.
UK usage He has some money, hasn't he?.
I have no German.
Dan certainly has arms today, probably from scraping paint off four columns the day before.
Note: there's a separate entry for have to.
I must've made a mistake.
- I must have made a mistake.
We must observe the rules.
- We have to go by the rules.
We had a hard year last year, with the locust swarms and all that.
Look what I have here — a frog I found on the street!.
The lecture's ending had the entire audience in tears.
You're a very naughty boy. If I've told you once, I've told you a thousand times. I won't have you chasing the geese!.
Rumour has it you're looking for a new job.
If Tom had been speaking French, I would've been able to understand him.
- If Tom had been speaking French, I would have been able to understand him.
If your illness becomes worse, call in a specialist.
- Hastalığın daha da kötüleşirse, bir uzman doktoru ara.
There are few specialists in the world who can treat this disease.
- Dünyada bu hastalığı tedavi edebilen az sayıda uzman var.
I felt bad, so I was admitted into the hospital. However, it turned out that there was nothing really wrong with me.
- Kötü hissediyordum, bu yüzden hastaneye kabul edildim. Fakat bende gerçekten sağlıksız bir şey olmadığı anlaşıldı.
Mary isn't really sick. She's just faking it.
- Mary gerçekten hasta değil. O numara yapıyor.
... play has definitely gone up in the last three or four years. ...
... U.S. making the same products can't compete. China has been a currency manipulator for ...