Sınav kâğıtlarını öğretmene uzattım.
- I handed the examination papers in to the teacher.
Tom buzdolabından iki bira çıkardı ve birini Mary'ye uzattı.
- Tom got two beers out of the refrigerator and handed one to Mary.
Tim sanki solakmış gibi yazar.
- Tim writes as if he were left-handed.
Ben okuldayken, solak çocuklar sağ elleriyle yazmaları için zorlanırdı.
- When I was in school, left-handed kids were forced to write with their right hands.
Yapman gereken tek şey bu kitabı ona uzatmak.
- All you have to do is to hand this book to him.
Raporu ona uzatmak istedim ama unuttum.
- I intended to hand the paper to him, but I forgot to.
Saatin akrep ve yelkovanı altından yapılmış.
- The hands of the clock are made of gold.
En iyisi onunla başa çıkmamıza izin vermektir.
- It's best to let us handle it.
Bütün okul teklif vermek için elini kaldırdı gibi görünüyordu.
- It seemed like the whole school raised their hand to bid.
Saatin akrep ve yelkovanı altından yapılmış.
- The hands of the clock are made of gold.
Bir taraftan ağır kayıplar verdik fakat diğer taraftan deneyimden birçok şey öğrendik.
- On the one hand we suffered a heavy loss, but on the other hand we learned a great deal from the experience.
Diğer taraftan, bazı dezavantajları var.
- On the other hand, there are some disadvantages.
Onunla çok ustaca başa çıktın.
- You handled that very skillfully.
Onunla ustalıkla başa çıktın.
- You handled that deftly.
Kalabalık kazananı coşkuyla alkışladı.
- The crowd gave the winner a big hand.
Tom elleriyle alkışladı.
- Tom clapped his hands together.
Elin beş parmağı var: başparmak, işaret parmağı, orta parmak, yüzük parmağı ve serçe parmak.
- The hand has five fingers: the thumb, the index finger, the middle finger, the ring finger, and the pinky.
Bir Yunan ile tokalaştığın zaman, parmaklarını say.
- When you shake hands with a Greek, count your fingers.
Amatör şarkıcı eller aşağı yetenek yarışmasında birincilik ödülünü almıştır.
- The amateur singer won first in the talent show hands down.
O yetenekli bir adam ama diğer taraftan o bizim hakkımızda çok soru soruyor.
- He is able man, but on the other hand he asks too much of us.
Kurtarma ekipleri depremin kurbanlarına malzeme dağıtacak.
- The rescue workers are going to hand out supplies to the victims of the earthquake.
Temiz eller hayat kurtarır.
- Clean hands save lives.
Bir erkeğin elinde bir demet çiçek varsa, bu onun botanik çalışmayacağı, fakat anatomi çalışacağı anlamına gelir.
- If a guy has got a bunch of flowers in his hand, it means that he is going to practise not botany, but anatomy.
Sana yardım edebilir miyim?
- Could I give you a hand?
Yardım edebilir miyim?
- Can I give you a hand?
Aleti ustalıkla idare etti.
- He handled the tool skillfully.
Onunla ustalıkla başa çıktın.
- You handled that deftly.
O, eli cebinde kapının yanında duruyordu
- He was standing by the gate with his hand in his pocket.
Onun yanında getirdiği çocuk çok yakışıklıydı.
- The boy who she brought with her was very handsome.
Tom ben onu istediğimde asla hazır değildir.
- Tom is never on hand when I want him.
Jack, Mary'nin Tom'u kendi elleriyle öldürmesini istedi ama Mary henüz hazır olmadığını söyleyerek itiraz etti.
- Jack wanted Mary to kill Tom with her own hands, but Mary objected saying she was not ready yet.
Yangın olursa diye el altında her zaman bir kova su bulundur.
- Always keep a bucket of water handy, in case of fire.
El altında ekstra birkaç bataryaya sahip olmak asla kötü bir fikir değil.
- Having a few extra batteries handy is never a bad idea.
Gürültülü cocuklar kontrolden cıkıyordu.
- The group of noisy boys was getting out of hand.
El yıkama, bakterileri kontrol etmek için bir yoldur.
- Hand washing is one way to control bacteria.
Tom turuncu bir tulum giyiyordu ve elleri önünde kelepçeliydi.
- Tom was wearing an orange jumpsuit and his hands were cuffed in front of him.
Bu makineyi idare etmek kolaydır.
- This machine is easy to handle.
Tom kolundaki ve elindeki bazı kemikleri kırdı.
- Tom broke some bones in his arm and hand.
Felicja, Łazarz adında yakışıklı bir adamla evli.
- Felicja is married to a handsome man called Lazarz.
Kibar görünüşlü yaşlı adam kalktı ve elini bana verdi.
- The gentle-looking old man got up and gave his hand to me.
Topu yakalamak için elini kaldırdı.
- He put up his hand to catch the ball.
Bir tavşanı elle yakalamak zordur.
- It is difficult to catch a rabbit by hand.
Ben eve eli boş geldim.
- I came home empty handed.
Tom bardağa biraz süt koydu ve Mary'ye uzattı.
- Tom poured some milk into a glass and handed it to Mary.
Sınav kâğıtlarını öğretmene uzattım.
- I handed the examination papers in to the teacher.
Ben oldukça iyi bir işçiyim.
- I'm a pretty good handyman.
Tom gerçek bir becerikli işçi.
- Tom is a real handyman.
Bu yüzden zorbalıkla hareket ediyorsun.
- So you are acting high-handedly.
Tom yazar kasadan hırsızlık yaparken suçüstü yakalandı.
- Tom was caught red-handed, stealing from the cash register.
Suçüstü yakalandılar.
- They were caught red-handed.
Tom bunu tek başına yaptı.
- Tom did it single-handedly.
O bunu tek başına yaptı.
- She did it single-handedly.
Gerçekten sana yardım etmek isterim, ama ellerim bağlı.
- I would really like to help you, but my hands are tied.
Tom sadece gerektiği yerde yardım etmekten çok mutlu.
- Tom's only too happy to lend a hand where necessary.
Bir yandan, yer ucuz. Öte yandan, çok sıcak.
- On the one hand, the place is cheap. On the other hand, it's too hot.
Zeki ama bir yandan da sık sık dikkatsizce hatalar yapıyor.
- He is clever, but on the other hand he often makes careless mistakes.
Michael onu elinden yakaladı.
- Michael caught her by the hand.
Adam çocuğu elinden tuttu.
- The man took the boy by the hand.
Polis onu suçüstü yakaladı.
- The police caught him red handed.
Polis onu suçüstü yakaladı.
- The Police caught him red handed.
Bana yardım edebilir misin?
- Could you lend me a hand?
Sana yardım edebilir miyim?
- Could I give you a hand?
Amcamın el yazısını okumak zordur.
- My uncle's handwriting is hard to read.
Onun güzel el yazısı vardır.
- She has beautiful handwriting.
Some of the dishes arrived damaged after their ham-handed moving efforts.
heavy-handed.
two-handed.
He is dab-handed at cricket.
The questioners are not even-handed in dealing with the candidates.
tobacco manufacturing A bundle of tobacco leaves tied together.
An index or pointer on a dial; such as the hour or minute hand of a clock.
On this hand and that hand, were hangings.
Four inches, a hand’s breadth, used in measuring the height of horses.
This fabric has a smooth, soft hand'.
a good hand.
Give him a hand.
an old hand at speaking.
he handed them the letter.
Given under my Hand and Seal of the State this 1st Day of January, 2010.
Bob gave Alice a hand to move the furniture.
to buy at second hand (when no longer in the producer’s hand, or when not new).
Forasmuch as many have taken in hand to set forth in order a declaration of those things which are most surely believed among us.
Do not be too heavy-handed with the salt.
They issued a heavy-handed new censorship law.
In a somewhat left-handed compliment, UN Secretary-General U Thant described Russia's new bosses as competent and unpretentious..
In an open-handed gesture, he bought drinks for everyone.
His mother caught him red-handed, reaching into the cookie jar.
With only six players that Texas hold 'em game is short handed.
They frequently found themselves short-handed on weekends.
His final goal was short-handed and came with less than two minutes left.
... she can be sure that it was in the state she believed it was in when she handed it over. ...
... We've handed cards to a few people. ...