Tom sözleşmeyi Mary'ye uzattı.
- Tom handed the contract to Mary.
Tom bardağa biraz süt koydu ve Mary'ye uzattı.
- Tom poured some milk into a glass and handed it to Mary.
Tim sanki solakmış gibi yazar.
- Tim writes as if he were left-handed.
Solak erkek arkadaşımla ortak çok şeyim yok.
- I don't have much in common with my left-handed boyfriend.
Raporu ona uzatmak istedim ama unuttum.
- I intended to hand the paper to him, but I forgot to.
Yapman gereken tek şey bu kitabı ona uzatmak.
- All you have to do is to hand this book to him.
Saatin akrep ve yelkovanı altından yapılmış.
- The hands of the clock are made of gold.
En iyisi onunla başa çıkmamıza izin vermektir.
- It's best to let us handle it.
Ben belgeyi ona vermek istemiştim ama unuttum.
- I had intended to hand the document to him, but I forgot to.
Saatin akrep ve yelkovanı altından yapılmış.
- The hands of the clock are made of gold.
Hastanenin sol tarafında bankayı göreceksin.
- You'll see the bank on the left hand side of the hospital.
Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
- I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
Onunla ustalıkla başa çıktın.
- You handled that deftly.
Onunla çok ustaca başa çıktın.
- You handled that very skillfully.
Kalabalık kazananı coşkuyla alkışladı.
- The crowd gave the winner a big hand.
Tom elleriyle heyecanla alkışladı.
- Tom clapped his hands together excitedly.
Bir Yunan ile tokalaştığın zaman, parmaklarını say.
- When you shake hands with a Greek, count your fingers.
Elim soğuktan o kadar uyuşmuş ki parmaklarımı hareket ettiremiyorum.
- My hand is so numb with cold that I can't move my fingers.
Amatör şarkıcı eller aşağı yetenek yarışmasında birincilik ödülünü almıştır.
- The amateur singer won first in the talent show hands down.
Bu aktör hem yakışıklı hem de yetenekli.
- That actor is both handsome and skillful.
Mary yakışıklı bir itfaiye eri tarafından kurtarıldı.
- Mary was rescued by a handsome fireman.
Kurtarma ekipleri depremin kurbanlarına malzeme dağıtacak.
- The rescue workers are going to hand out supplies to the victims of the earthquake.
Bir erkeğin elinde bir demet çiçek varsa, bu onun botanik çalışmayacağı, fakat anatomi çalışacağı anlamına gelir.
- If a guy has got a bunch of flowers in his hand, it means that he is going to practise not botany, but anatomy.
Bana yardım edebilir misin?
- Can you give me a hand?
Bana yardım edebilir misin?
- Could you lend me a hand?
Aleti ustalıkla idare etti.
- He handled the tool skillfully.
Onunla ustalıkla başa çıktın.
- You handled that deftly.
Onun yanında getirdiği çocuk çok yakışıklıydı.
- The boy who she brought with her was very handsome.
Al. Bunu yanında taşı. İşine yarayabilir.
- Here. Take this with you. It might come in handy.
Tom ben onu istediğimde asla hazır değildir.
- Tom is never on hand when I want him.
Yirmi dokuz yıldır Çernobil'de radyasyona maruz kalmış tilkiler artık insanlardan korkmuyor ve onların ellerinden yemeye hazırlar.
- The foxes that have been exposed to radiation in Chernobyl for twenty-nine years no longer fear humans and are willing to eat from their hands.
Daima sözlüğünü el altında bulundur.
- Always have your dictionary close at hand.
Lütfen bu kitabı el altında tutun.
- Please keep this book at hand.
El yıkama, bakterileri kontrol etmek için bir yoldur.
- Hand washing is one way to control bacteria.
İsyan kontrolden çıktı.
- The riot got out of hand.
Tom turuncu bir tulum giyiyordu ve elleri önünde kelepçeliydi.
- Tom was wearing an orange jumpsuit and his hands were cuffed in front of him.
Tom kolundaki ve elindeki bazı kemikleri kırdı.
- Tom broke some bones in his arm and hand.
Bu araba çok kolay kullanılır.
- This car handles very easily.
Felicja, Łazarz adında yakışıklı bir adamla evli.
- Felicja is married to a handsome man called Lazarz.
Kibar görünüşlü yaşlı adam kalktı ve elini bana verdi.
- The gentle-looking old man got up and gave his hand to me.
Topu yakalamak için elini kaldırdı.
- He put up his hand to catch the ball.
Bir tavşanı elle yakalamak zordur.
- It is difficult to catch a rabbit by hand.
Ben eve eli boş geldim.
- I came home empty handed.
Tom buzdolabından iki bira çıkardı ve birini Mary'ye uzattı.
- Tom got two beers out of the refrigerator and handed one to Mary.
Işıl ışıl gülümseyen anne, bebeğine elini uzattı.
- The mother extended her hand to her baby, smiling brightly.
Tom gerçek bir becerikli işçi.
- Tom is a real handyman.
Onun el işçiliği becerisi vardır.
- He has skill in handwork.
Bu yüzden zorbalıkla hareket ediyorsun.
- So you are acting high-handedly.
Suçüstü yakalandılar.
- They were caught red-handed.
Tom suçüstü yakalandı.
- Tom was caught red-handed.
O bunu tek başına yaptı.
- She did it single-handedly.
Tom bunu tek başına yaptı.
- Tom did it single-handedly.
Gerçekten sana yardım etmek isterim, ama ellerim bağlı.
- I would really like to help you, but my hands are tied.
Tom sadece gerektiği yerde yardım etmekten çok mutlu.
- Tom's only too happy to lend a hand where necessary.
Zeki ama bir yandan da sık sık dikkatsizce hatalar yapıyor.
- He is clever, but on the other hand he often makes careless mistakes.
Bir yandan, yer ucuz. Öte yandan, çok sıcak.
- On the one hand, the place is cheap. On the other hand, it's too hot.
Adam çocuğu elinden tuttu.
- The man took the boy by the hand.
Tom Mary'yi elinden yakaladı.
- Tom grabbed Mary by the hand.
Polis onu suçüstü yakaladı.
- The police caught him red handed.
Polis onu suçüstü yakaladı.
- The Police caught him red handed.
Yardım edebilir miyim?
- Can I give you a hand?
Bana yardım edebilir misin?
- Could you lend me a hand?
Annem iyi bir el yazısına sahiptir.
- My mother has good handwriting.
Amcamın el yazısını okumak zordur.
- My uncle's handwriting is hard to read.
Some of the dishes arrived damaged after their ham-handed moving efforts.
heavy-handed.
two-handed.
He is dab-handed at cricket.
The questioners are not even-handed in dealing with the candidates.
tobacco manufacturing A bundle of tobacco leaves tied together.
An index or pointer on a dial; such as the hour or minute hand of a clock.
On this hand and that hand, were hangings.
Four inches, a hand’s breadth, used in measuring the height of horses.
This fabric has a smooth, soft hand'.
a good hand.
Give him a hand.
an old hand at speaking.
he handed them the letter.
Given under my Hand and Seal of the State this 1st Day of January, 2010.
Bob gave Alice a hand to move the furniture.
to buy at second hand (when no longer in the producer’s hand, or when not new).
Forasmuch as many have taken in hand to set forth in order a declaration of those things which are most surely believed among us.
Do not be too heavy-handed with the salt.
They issued a heavy-handed new censorship law.
In a somewhat left-handed compliment, UN Secretary-General U Thant described Russia's new bosses as competent and unpretentious..
In an open-handed gesture, he bought drinks for everyone.
His mother caught him red-handed, reaching into the cookie jar.
With only six players that Texas hold 'em game is short handed.
They frequently found themselves short-handed on weekends.
His final goal was short-handed and came with less than two minutes left.
... she can be sure that it was in the state she believed it was in when she handed it over. ...
... Just so no one leaves empty-handed, we actually have ...