haklar teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı
- liberties
- plural of liberty
- hak
- right
Parents have a prior right to choose the kind of education that shall be given to their children.
- Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler.
I think you're right.
- Sanırım sen haklısın.
- Haklar Bildirisi
- (Hukuk) Petition of Rights
- Haklar Yasası
- (Hukuk) Bill of Rights
- hak
- justice
My grandfather was a justice of the peace.
- Büyükbabam bir sulh hakimiydi.
- hak
- benefit
Let's give Tom the benefit of the doubt.
- Tom'u haklı kabul edelim.
Ill-gotten gains never benefit anyone.
- Haksız kazançların kimseye faydası olmaz.
- medeni ve siyasi haklar
- (Kanun) civil rights
- sivil haklar
- (Politika, Siyaset) civil rights
- sosyal haklar
- social rights
- hak
- fairness, adherence to the principles of justice
- ayni haklar
- estates
- bütün haklar
- (Ticaret) all rights
- fikri haklar
- intellectual property rights
- fikri ve sınai haklar
- (Ticaret) intellectual property rights
- hak
- equity
- hak
- share
He deserves his share.
- O, payını hak ediyor.
I know that now, naturally, all are waiting for me to share something about my voyage.
- Yolculuğum hakkında bir şey paylaşmak için doğal olarak şimdi herkesin beni beklediğini biliyorum.
- hak
- verity
- hak
- exert
- maddi olmayan haklar
- (Askeri) intangible assets
- mali haklar
- financial rights
- pozitif haklar
- (Politika, Siyaset) positive rights
- tahakkuk etmiş haklar
- (Kanun) accrued rights
- hak
- rights
Marriage is a type of human rights violation.
- Evlilik bir tür insan hakları ihlalidir.
All human beings are born free and equal in dignity and rights. They are endowed with reason and conscience and should act towards one another in a spirit of brotherhood.
- Tüm insanlar özgür, şeref ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdana sahiplerdir ve birbirlerine karşı kardeşlik ruhuyla hareket etmelidir.
- hak
- franchise
- hak
- title
- hak
- claim
She claims that she knows nothing about him, but I don't believe her.
- O, onun hakkında bir şey bilmediğini iddia ediyor fakat ona inanmıyorum.
Tom claims that he knows nothing about that.
- Tom onun hakkında bir şey bilmediğini iddia ediyor.
- hak
- jus
Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil.
- Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.
Justify your attitude, come on, justify being there when it all happened.
- Davranışını haklı çıkar, haydi, bunların hepsi olduğunda orada olmanı haklı çıkar.
- hak
- justness
- hâk
- earth, soil
- hak
- allowance, margin (for trimming or hemming)
- hak
- the effort that one has put into something
- hak
- one's rightful due, one's right, share
- hak
- deserve to
- hak
- deserving of
- Birleşmiş Milletler Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşme
- (Hukuk) United Nations International Covenant on Economic, Social and Cultural Rights
- Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve Ek Prot
- (Hukuk) International Covenant on Civil and Political Rights and Protocol
- Temel Haklar Şartı
- (Hukuk) Charter of Fundamental Rights
- Uluslar arası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi
- (Hukuk) International Covenant on Economic, Social and Cultural Rights
- Uluslar arası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi
- (Hukuk) International Covenant on Civil and Political Rights
- asli haklar
- law fundamental rights
- birincil haklar
- (Politika, Siyaset) primary rights
- birine haklar ve yükümlülükler vermek
- (Hukuk) grant someone rights and obligations
- cinsel haklar
- sexual rights
- doğal haklar
- natural rights
- ekonomik haklar
- (Ticaret) economic rights
- evliliğin getirdiği haklar
- consortium
- eşit haklar verme
- emancipation
- feri haklar
- accessory rights
- hak
- dibs
- hak
- (Hukuk) right, franchise
- hak
- warranty
- hak
- authority
Tom is an authority on the subject.
- Tom konu hakkında bir otorite.
- hak
- warrant
We agreed that his actions were warranted.
- Onun eylemlerinin haklı neden olduğunu kabul ettik.
I have a warrant for Tom's arrest.
- Tom'un tutuklanması için haklı bir nedenim var.
- hak
- condign
- hak
- due
Give the devil his due.
- Sezarın hakkını Sezara verin.
Give credit where credit is due.
- Sezar'ın hakkı Sezar'a.
- hak
- justice, right dealing
- hak
- merit
- hak
- meed
- hak
- justification
- kazanılmış haklar
- vested interests
- kazanılmış haklar
- (Hukuk) acquired rights
- manevi haklar
- (Kanun) incorporeal rights
- medeni haklar
- civil rights
We must fight to preserve our civil rights.
- Medeni haklarımızı korumak için mücadele etmeliyiz.
He was deprived of his civil rights.
- O, medeni haklarından mahrum edildi.
- siyasi haklar
- (Hukuk) political rights
- siyasi haklar
- civil rights
- siyasi haklar ve sorumluluklar
- (Politika, Siyaset) political rights and duties
- subjektif haklar
- (Politika, Siyaset) subjective rights
- tabii haklar
- (Ticaret) natural rights
- tescilli haklar
- (Ticaret) proprietary rights
- verilen haklar
- given rights