haklar

listen to the pronunciation of haklar
Türkçe - İngilizce
liberties
plural of liberty
hak
right

Parents have a prior right to choose the kind of education that shall be given to their children. - Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler.

I think you're right. - Sanırım sen haklısın.

Haklar Bildirisi
(Hukuk) Petition of Rights
Haklar Yasası
(Hukuk) Bill of Rights
hak
justice

My grandfather was a justice of the peace. - Büyükbabam bir sulh hakimiydi.

hak
benefit

Ill-gotten gains never benefit anyone. - Haksız kazançların kimseye faydası olmaz.

She made a fuss about her benefits. - Onun yararları hakkında yaygara yaptı.

medeni ve siyasi haklar
(Kanun) civil rights
sivil haklar
(Politika, Siyaset) civil rights
sosyal haklar
social rights
hak
fairness, adherence to the principles of justice
ayni haklar
estates
bütün haklar
(Ticaret) all rights
fikri haklar
intellectual property rights
fikri ve sınai haklar
(Ticaret) intellectual property rights
hak
equity
hak
share

Tom and Mary shared stories about their life in Boston. - Tom ve Mary Boston'daki hayatları hakkındaki hikayeleri paylaştı.

They are arguing about their share of the property. - Onlar mülkiyet payları hakkında tartışıyor.

hak
verity
hak
exert
maddi olmayan haklar
(Askeri) intangible assets
mali haklar
financial rights
pozitif haklar
(Politika, Siyaset) positive rights
tahakkuk etmiş haklar
(Kanun) accrued rights
hak
rights

All human beings are born free and equal in dignity and rights. They are endowed with reason and conscience and should act towards one another in a spirit of brotherhood. - Tüm insanlar özgür, şeref ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdana sahiplerdir ve birbirlerine karşı kardeşlik ruhuyla hareket etmelidir.

Marriage is a type of human rights violation. - Evlilik bir tür insan hakları ihlalidir.

hak
franchise
hak
title
hak
claim

Tom claims that he knows nothing about that. - Tom onun hakkında bir şey bilmediğini iddia ediyor.

She claims that she knows nothing about him, but I don't believe her. - O, onun hakkında bir şey bilmediğini iddia ediyor fakat ona inanmıyorum.

hak
jus

Justify your attitude, come on, justify being there when it all happened. - Davranışını haklı çıkar, haydi, bunların hepsi olduğunda orada olmanı haklı çıkar.

It's not right for you to do something bad just because someone else has done something bad. - Sadece başka biri kötü bir şey yaptığı için kötü bir şey yapmanız hak değildir.

hak
justness
hâk
earth, soil
hak
allowance, margin (for trimming or hemming)
hak
the effort that one has put into something
hak
one's rightful due, one's right, share
hak
deserve to
hak
deserving of
Birleşmiş Milletler Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşme
(Hukuk) United Nations International Covenant on Economic, Social and Cultural Rights
Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve Ek Prot
(Hukuk) International Covenant on Civil and Political Rights and Protocol
Temel Haklar Şartı
(Hukuk) Charter of Fundamental Rights
Uluslar arası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi
(Hukuk) International Covenant on Economic, Social and Cultural Rights
Uluslar arası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi
(Hukuk) International Covenant on Civil and Political Rights
asli haklar
law fundamental rights
birincil haklar
(Politika, Siyaset) primary rights
birine haklar ve yükümlülükler vermek
(Hukuk) grant someone rights and obligations
cinsel haklar
sexual rights
doğal haklar
natural rights
ekonomik haklar
(Ticaret) economic rights
evliliğin getirdiği haklar
consortium
eşit haklar verme
emancipation
feri haklar
accessory rights
hak
dibs
hak
(Hukuk) right, franchise
hak
warranty
hak
authority

Tom is an authority on the subject. - Tom konu hakkında bir otorite.

hak
warrant

I have a warrant for Tom's arrest. - Tom'un tutuklanması için haklı bir nedenim var.

We agreed that his actions were warranted. - Onun eylemlerinin haklı neden olduğunu kabul ettik.

hak
condign
hak
due

Give credit where credit is due. - Sezar'ın hakkı Sezar'a.

Give the devil his due. - Sezarın hakkını Sezara verin.

hak
justice, right dealing
hak
merit
hak
meed
hak
justification
kazanılmış haklar
vested interests
kazanılmış haklar
(Hukuk) acquired rights
manevi haklar
(Kanun) incorporeal rights
medeni haklar
civil rights

He was deprived of his civil rights. - O, medeni haklarından mahrum edildi.

We must fight to preserve our civil rights. - Medeni haklarımızı korumak için mücadele etmeliyiz.

siyasi haklar
(Hukuk) political rights
siyasi haklar
civil rights
siyasi haklar ve sorumluluklar
(Politika, Siyaset) political rights and duties
subjektif haklar
(Politika, Siyaset) subjective rights
tabii haklar
(Ticaret) natural rights
tescilli haklar
(Ticaret) proprietary rights
verilen haklar
given rights
Türkçe - Türkçe
hukuk
hak
Adalet
hak
Adaletin, hukukun gerektirdiği veya birine ayırdığı şey, kazanç: "Üstelik adli tatil olduğu için hak sahipleri bekleşirler."- B. Felek
Hak
(Osmanlı Dönemi) her şeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah
hak
Maden, ağaç, taş üzerine elle yazı veya şekil oyma
hak
Doğru, gerçek: "Karacaoğlan der ki sözüm haktır."- Karacaoğlan
hak
Dava veya iddiada gerçeğe uygunluk, doğruluk
hak
Kâğıttaki yazıyı kazıma
hak
Pay. Emek karşılığı ücret
hak
Geçmiş ve harcanmış emek
HAK
(Osmanlı Dönemi) Bak: Hakk
Hak
(Osmanlı Dönemi) ZİMAM
HÂK
(Osmanlı Dönemi) f. Toprak. Turab.Hâk ol ki, Hüdâ mertebeni eyleye âli.Tâc-ı ser-i âlemdir o kim hâkk-ı kademdir
hak
Toprak
hak
Tanrı
hak
Gelinin babasına verilen armağan
hak
Tahıl ölçmeye yaran bir ölçeği yedi veya dokuz kilogram gelen tahta veya metalden yapılan araç
temel haklar
Kişiliğe bağlı dokunulmaz, devredilmez hak ve özgürlükler
haklar