Keşke bir zamanlar sahip olduğum tonu ve atikliği geri alabilsem.
- I wish I could get back the tone and nimbleness I once had.
O, şimdiye kadar sahip olduğumuz tek erkek evlat.
- He is the only son that we have ever had.
Bir araba sürmek için bir ehliyete sahip olmak gereklidir.
- It is necessary to have a license to drive a car.
Eğer yurt dışına gidiyorsanız, bir pasaporta sahip olmak gereklidir.
- If you are going abroad, it's necessary to have a passport.
Amerika'ya gideceksen, İngilizce konuşmayı öğrensen iyi olur.
- If you are to go to America, you had better learn English conversation.
Sigara içmeyi bıraksan iyi olur.
- You had better stop smoking.
yasal bir kuralı olmayan fakat must/have to kadar güçlü bir anlamı olan kalıptır.
Gemiyle gitseydin iyi olurdu.
- You had better have gone by ship.
Oraya gitmeseydin iyi olurdu.
- You had better not have gone there.
I had better go. - Gitsem iyi olur.
Onların hepsinin, kolları, bacakları, ve kafaları var,onlar yürürler ve konuşurlar, ama şimdi onlara farklı yapmak isteyen bir şey var.
- They all have arms, legs, and heads, they walk and talk, but now there's SOMETHING that wants to make them different.
Er ya da geç her anne-baba çocukları ile kuşlar ve arılar hakkında bir konuşma yapmak zorundadır.
- Sooner or later, every parent has to have a talk with their children about the birds and the bees.
Şimdi üç yıldır İngilizce eğitimi almaktayız.
- We have been studying English for three years now.
Bu hafta sonu bir araba almak zorundayım.
- I have to buy a car this weekend.
Onlarla konuşmama izin vermek zorundasın.
- You have to let me talk to them.
Gitmene izin vermek zorundayım.
- I have to let you go.
Bu akşam yemekte benimle olmak ister misin?
- Would you like to have dinner with me tonight?
İş yapılır yapılmaz, genellikle beş buçuk civarında, akşam yemeği yemek için eve gelirim.
- Once the work is done, usually around half past five, I come home to have dinner.
Gerçeği bilmek zorundayım.
- I have to know the truth.
Tom yardım etmek için zamanın olup olmadığını bilmek istiyor.
- Tom wants to know if you have any time to help.
Kadınların veya küçük çocukların size ne dediklerini anlamakta güçlük çekiyor musunuz?
- Do you have difficulty understanding what women or small children say to you?
Bunun nasıl yapıldığını anlamak zorundayız.
- We have to figure out how to do this.
Bütün oy pusulalarını saymak zorundayız.
- We have to count all of the ballots.
Zaten verdiğin her şeyi saymak iyi değil.
- It's not good to count all the things that you have already given.
Böyle uygunsuz bir öneriyi kabul etmek zorunda değildin.
- You didn't have to accept such an unfair proposal.
Tom'dan yardım isteme konusunda biraz tereddütlü olduğumu kabul etmek zorundayım.
- I have to admit I'm a little hesitant about asking Tom for help.
Köpeğimizi bağlı tutmak zorundayız.
- We have to keep our dog tied.
Kendini tutmak zorundasın.
- You have to hold back.
Tom'un o hakkı elde etmek için sadece bir şansı olacak.
- Tom will have only one chance to get that right.
Tam sevinç değerini elde etmek için, onu paylaşacak birisine sahip olmalısınız.
- To get the full value of joy, you must have someone to divide it with.
Çinli firmalar, dünya pazarını ele geçirmek için bir arayış başlattı.
- Chinese firms have embarked on a quest to conquer the world market.
Yarına kadar görevi gözden geçirmek zorundayım.
- I have to go through the task by tomorrow.
Biraz su içmek istiyorum.
- I would like to have some water.
Bir fincan kahve daha içmek istiyorum.
- I'd like to have another cup of coffee.
Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.
- It must be nice to have friends in high places.
Windows ile eklentilere sahip olmak zorundasın,yoksa o dosyalarını okumaz.
- With Windows, you have to have extensions or it won't read your files.
Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.
- I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.
Faturayı ödemek zorunda kaldım! Bir dahaki sefere, onlar beni davet etmek zorunda kalacaklar.
- I had to pay the bill! The next time, I'll have them invite me.
Bugün bunu gerçekten yaptırmak zorundayım.
- I really have to get this done today.
İlginç bir kişi olmak için aklınızı beslemek ve egzersiz yaptırmak zorundasınız.
- To be an interesting person you have to feed and exercise your mind.
Keşke seninle tekrar karşılaşmak zorunda olmasam.
- I wish I wouldn't have to meet you again.
Eğer o böyle içmeye devam ederse eve bir taksi çağırmak zorunda kalacak.
- If he keeps drinking like that, he'll have to take a taxi home.
Polis çağırmak zorunda kalacağım.
- I'm going to have to call the police.
Windows ile eklentilere sahip olmak zorundasın,yoksa o dosyalarını okumaz.
- With Windows, you have to have extensions or it won't read your files.
Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.
- It must be nice to have friends in high places.
Yarın on saat çalışmak zorunda kalacağım.
- I'll have to study ten hours tomorrow.
Çocuklar yerde uyumak zorunda kalacaklar gibi.
- It seems that the children will have to sleep on the floor.
Ben ne zaman hile yaptım?
- When have I ever cheated?
Ben hile yapma niyetim yok. Konu ne?
- I have no intention of cheating. What's the point?
Son zamanlarda, ekonominin hızla geliştiğine dair sinyaller bulunmaktadır.
- Recently, there have been signs that the economy is picking up steam.
Siyasal etkinlikte bulunmak için zamanım yok.
- I have no time to engage in political activity.
Bu sınavda başarısız olursan, kursu tekrar etmek zorunda kalacaksın.
- If you flunk this exam, you'll have to repeat the course.
Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.
- I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.
Sana ateş etmek zorunda olmak istemiyorum.
- I don't want to have to shoot you.
Kimseyi incitmek zorunda olmak istemiyorum.
- I don't want to have to hurt anyone.
Ben her zaman sana karşı dürüst oldum. Neden beni aldatmak istiyorsun?
- I have always been honest with you. Why do you want to deceive me?
Will we get it finished? / We had better..
I had it with your antics!.
Conventional wisdom once had it that bloodletting cures many diseases.
I had to work, if well I was very tired.
If I had've known, I would have told you.
You've been had!.
The substance you describe can't be had at any price.
Yeah! You had me alright! Between your threatening stance and your armed-to-the-teeth men, I never would've thought that was just a joke.
The dog down the street has a lax owner.
I'm going to have some pizza and some Pepsi right now.
I could have him!.
They had me feed their dog while they were out of town.
UK usage He has some money, hasn't he?.
I have no German.
Dan certainly has arms today, probably from scraping paint off four columns the day before.
Note: there's a separate entry for have to.
The burglar must have entered the mansion from the roof.
- The cat burglar must have entered the mansion from the roof.
I must've made a mistake.
- I must have made a mistake.
We had a hard year last year, with the locust swarms and all that.
Look what I have here — a frog I found on the street!.
The lecture's ending had the entire audience in tears.
You're a very naughty boy. If I've told you once, I've told you a thousand times. I won't have you chasing the geese!.
I have had it up to here with your nonsense!.
He must have had his chips, she thought, and our children will be born fatherless.
We would have won the match if we'd had a decent goalkeeper.And if my aunt had balls, she'd be my uncle!.
What he did was so hilarious, the way he was dancing... well, you had to be there.
If Tom had been speaking French, I would've been able to understand him.
- If Tom had been speaking French, I would have been able to understand him.
hâd.
... had no plans to send people to Mars, or even really back ...
... was an exciting thing for me, and I've had ...