Gerçek söylentinin asılsız olmasıdır.
- The fact is that the rumor is groundless.
Enerjini harcıyorsun. Şikayetin temelsiz.
- You're wasting your energy. Your complaint is groundless.
Halkın korkuları sebepsiz değildir.
- The people's fears aren't groundless.
Şimdiye kadar, eyleminiz tamamen sebepsiz görünmektedir.
- So far, your action seems completely groundless.
Ben zemin katta yaşıyorum.
- I live on the ground floor.
Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.
- He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh.
Çok fazla toprak kaybediyoruz.
- We're losing too much ground.
Burada yabancı bir topraktayız.
- We're on unfamiliar ground here.
Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.
- In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth.
Bir taşa takıldım ve yere düştüm.
- I tripped over a stone and fell to the ground.
Hükümet ahlaksızlık gerekçesiyle kitabı yasaklamaya kararı verdi.
- The government decided to ban the book on grounds of indecency.
Salatanda taze çekilmiş karabiber istiyor musun?
- Do you want fresh ground pepper on your salad?
Şimdiye kadar, eyleminiz tamamen sebepsiz görünmektedir.
- So far, your action seems completely groundless.
Halkın korkuları sebepsiz değildir.
- The people's fears aren't groundless.
Mars, zemindeki paslı demir nedeniyle kırmızıdır.
- Mars is red because of rusty iron in the ground.
Zina bir boşanma nedeniydi.
- Adultery was a ground for divorce.
Ona inanmak için onun iyi dayanakları var.
- He has good grounds for believing that.
Bir çay kaşığı öğütülmüş tarçın yaklaşık iki gramdır.
- A teaspoon of ground cinnamon is about two grams.
Parti hızla temel kazandı.
- The party gained ground rapidly.
Enerjini harcıyorsun. Şikayetin temelsiz.
- You're wasting your energy. Your complaint is groundless.
O kötü sağlık gerekçesiyle istifa etti.
- He resigned on the grounds of ill health.
O tembel olduğu gerekçesiyle kovuldu.
- He was fired on the grounds that he was lazy.
Benim fincanımda bırakılmış kahve telveleri vardı.
- There were coffee grounds left in my cup.
O, spor sahasını geçti.
- He crossed the sports ground.
Bilgisayarım doğru şekilde topraklanmış bir prize bağlı.
- My computer is connected to a properly grounded outlet.
Salatanda taze çekilmiş karabiber istiyor musun?
- Do you want fresh ground pepper on your salad?
The worm crawls through the ground.
Jim was grounded in maths.
Because of the bad weather, all flights were grounded.
lenses of ground glass.
The teenager's father decided to ground him for two weeks after he broke curfew again.
ground mustard seed.
When the flight crew has their aircraft under control, everything is working normally and yet it still crashes into the ground, that's a Controlled Flight Into Terrain.
- When the flight crew has their aircraft under control, everything is working normally and yet it still crashes into the ground, that's CFIT.
I ground the coffee up nicely.