Bu haberi duymak onu mutlu etti.
- Diese Nachricht zu hören machte sie glücklich.
Ölene dek mutlu yaşadılar.
- Sie lebten glücklich bis ans Ende ihrer Tage.
O, ölümden döndüğü için çok şanslı.
- He was so fortunate as to escape death.
Tom kendinden daha az şanslı olanlara yardım etmek için zamanının çoğunu harcamaya gönüllüydü.
- Tom volunteered a good deal of his time to helping those less fortunate than himself.
Papaz çocukları kutsadı.
- The priest blessed the children.
Ben iyi sağlık için kutsandım.
- I am blessed with good health.
Gerçekten kutsanmışımdır.
- I'm just really blessed.
Mübarek hatırlamadan veren ve unutmadan alandır.
- Blessed are those who give without remembering and take without forgetting.
Bereket versin ki, yolda fırtınayla karşılaşmadılar.
- Fortunately they had no storms on the way.
Bereket versin ki, hiçbir can kaybı olmadı.
- Fortunately, no lives were lost.
Fortunately, I was on time.
- Glücklicherweise war ich pünktlich.
Japanese people are fortunate to live in a land with natural hot springs.
- Die Japaner können sich glücklich schätzen, in einem Land mit natürlichen heißen Quellen zu leben.
If only we'd stop trying to be happy we could have a pretty good time.
- Wenn wir bloß aufhören würden zu versuchen, glücklich zu sein, könnten wir eine sehr schöne Zeit haben.
I've never been this happy before.
- Ich war noch nie so glücklich.