Tom tried to ease the tension.
- Tom gerilimi hafifletmeye çalıştı.
Racial tensions remained high.
- Irkçı gerilimler yüksek kaldı.
Tom told Mary that he thought John was really stressed out.
- Tom Mary'ye John'un gerçekten gerilim altında olduğunu söyledi.
She is unable to cope with stress.
- O, gerilimle başa çıkamıyor.
I don't like rural horror thrillers.
- Ben kırsal korku gerilimini sevmiyorum.
Having a family is one of life's greatest thrills.
- Bir aileye sahip olmak hayatın en büyük gerilimlerinden biridir.
The incident led to deep strains in diplomatic relations with the United States.
- Olay, ABD ile diplomatik ilişkilerde derin gerilime neden oldu.
gerilim filmi ve heyecan veren film olarak kullanılıyor.