gerçeği

listen to the pronunciation of gerçeği
Türkçe - İngilizce
the real mc.coy
real thing
the real thing
gerçek
actual

Tom says he has actually seen a ghost. - Tom gerçekten bir hayalet gördüğünü söylüyor.

Tom found that he actually liked working for Mary. - Tom Mary için çalışmayı gerçekten sevdiğini anladı.

gerçek
{s} real

She's really smart, isn't she? - O gerçekten zeki, değil mi?

She's really smart, isn't she? - O gerçekten akıllı, değil mi?

gerçek
truth

At last, the truth became known to us. - Sonunda gerçek bizim tarafımızdan öğrenildi.

By all accounts, it is truth. - Söylenenlere göre, o gerçek.

gerçek
genuine

I believe it is a genuine Picasso. - Onun gerçek bir Picasso olduğuna inanıyorum.

Tom was genuinely surprised. - Tom gerçekten şaşırmıştı.

gerçek
{s} authentic

I doubt the authenticity of the document. - Belgenin gerçekliğinden şüpheliyim.

gerçek
{s} true

That he was busy is true. - Onun meşgul olduğu gerçektir.

I'm ashamed to say that it's true. - Onun gerçek olduğunu söylemeye utandım.

gerçeği kabul etmek
come clean
gerçeği söylemek
tell the truth
gerçeği gizlemek
to hide the truth, to keep the truth back
gerçeği göstermek
debunk
gerçeği saptırma
false representation
gerçeği söylemek
to tell the truth, to come clean
gerçeği teori ile bağdaştırmak
accommodate facts to theory
gerçeği yansıtma
truth to life
gerçek
{s} virtual

Have you ever tried virtual reality? - Sanal gerçekliği hiç denedin mi?

Have you ever experienced virtual reality? - Sanal gerçekliği hiç deneyimledin mi?

gerçek
{s} factual

The factual world is often weirder than the fictional world. - Gerçek dünya genellikle kurgusal dünyadan daha tuhaftır.

As a consequence of its fun factor, Tatoeba contains random bits of factual information. - Eğlenceli faktörün bir sonucu olarak, Tatoeba rastgele gerçek bilgi bitleri içeriyor.

işin gerçeği
bedrock
gerçek
fact

This fact must not be forgotten. - Bu gerçek unutulmamalı.

These are the facts. Think hard about them! - Bunlar gerçeklerdir. Onlar hakkında sıkı düşünün!

gerçek
{s} substantial

Using cash makes you think money is truly substantial. - Nakit kullanmak sana paranın gerçekten önemli olduğunu düşündürür.

gerçek
{i} Right

I don't think we can really say that one is right and the other is wrong. - Birinin haklı diğerinin hatalı olduğunu gerçekten söyleyebileceğimizi sanmıyorum.

Do you really want to sell your house right now? - Evini hemen satmayı gerçekten istiyor musun?

gerçek
very

Tom isn't very good at concealing the way he really feels. - Tom gerçekten hissettiği şekli gizlemede çok iyi değildir.

Every sentence that starts with I'm not racist, but is likely to be very racist indeed. - Ben ırkçı değilim, ama ile başlayan her cümlenin gerçekten çok ırkçı olması muhtemeldir.

gerçek
(Politika, Siyaset) achievable
gerçek
(Argo) fair dinkum
gerçek
honest-to-god
gerçek
low-down
gerçek
sure enough
gerçek
lowdown
gerçek
honest-to-goodness
gerçek
effective

Preventive measures are much more effective than the actual treatment. - Önleyici tedbirler gerçek tedaviden çok daha etkilidir.

That was really effective. - O gerçekten etkiliydi.

gerçek
full-fledged
gerçek
(Ticaret) effective tax rate
gerçek
gospel

What he says is gospel. - Onun söylediği şey gerçek.

gerçek
essential
gerçek
substance
gerçek
the real mccoy
gerçek
substantive
gerçek
candid

Even though the media reports that she is a potential presidential candidate, does anyone really think that she is a potential president? - Medya onun potansiyel bir başkan adayı olduğunu bildirmesine rağmen, herhangi biri gerçekten onun potansiyel bir başkan olduğunu düşünüyor mu?

gerçek
genuineness
gerçek
echt
gerçek
objective

Tom believes the philosophy of Ayn Rand is truly objective. - Tom, Ayn Rand felsefesinin gerçekten tarafsız olduğuna inanmaktadır.

gerçek
(Ticaret) tangibles
gerçek
disillusioned
gerçek
leal
gizlemek (gerçeği)
dissemble
gizlemek (gerçeği)
dissimulate
gerçek
heartfelt
gerçek
veritable
gerçek
outright
gerçek
pukka
gerçek
as large as life
gerçek
regular

Esperanto is a truly regular and easy language. - Esperanto gerçekten düzenli ve kolay bir dildir.

gerçek
intrinsic
gerçek
issue of fact
gerçek
proper

A proper gentleman brings his lady red roses. - Gerçek bir beyefendi kadınına kırmızı güller getirir.

The facts weren't properly understood. - Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.

gerçek
positive

I felt really positive. - Gerçekten olumlu hissettim.

gerçek
pucka
gerçek
dyed-in-the-wool
gerçek
sterling
gerçek
the real

You should face the reality. - Gerçekle yüzleşmelisin.

No one knows the real reason why we love dogs. - Hiç kimse bizim köpekleri niçin sevdiğimizin gerçek nedenini bilmiyor.

gerçek
{s} earnest
birden gerçeği anladım ki
truth burst upon me
birden gerçeği anladım ki
the truth burst upon me
birden gerçeği anladım ki
truth burst in me
birden gerçeği anladım ki
the truth burst in upon me
gerçek
original
gerçek
sooth
gerçek
straight-out
gerçek
bona fide
gerçek
the true

Few people know the true meaning. - Gerçek anlamı birkaç kişi biliyor.

Wonder is the true character of the philosopher. - Filozofun gerçek karakteri meraktır.

gerçek
veracity
gerçek
exact

I know exactly what you mean. Parents can be really annoying. - Ne demek istediğini tam olarak biliyorum. Anne ve babalar gerçekten sinir bozucu olabiliyorlar.

The portrait looks exactly like the real thing. - Portre tam olarak gerçek şey gibi görünüyor.

gerçek
for real

At that time, I thought that I was going to die for real. - O zaman, gerçekten öleceğimi sandım.

Is this all for real? - Bunun hepsi gerçek mi?

gerçek
real, true, genuine, authentic
gerçek
really, in truth
gerçek
genunine
gerçek
reality

Because it is politics that has caused this war, making the war our everyday reality. - Savaşı gündelik gerçeklik yaparak, bu savaşa sebep olan politik görüştür.

You ought to face the stark reality. - Yalın gerçeklikle yüz yüze gelmelisin.

gerçek
low down
gerçek
rightful

These items must be returned to their rightful owner. - Bu eşyalar gerçek sahibine iade edilmelidir.

gerçek
real; genuine, true, authentic; factual; actual; reality; truth; fact; actuality
gerçek
honest to goodness
gerçek
actualities
gerçek
dinkum
gerçek
truthful

To be truthful, this matter doesn't concern her at all. - Gerçekçi olmak gerekirse, bu konu onu hiç ilgilendirmez.

You will answer truthfully, won't you? - Gerçekten cevap vereceksin, değil mi?

gerçek
literal

I am literally crying right now. - Ben şimdi gerçekten ağlıyorum.

That could literally ruin my life. - O gerçekten hayatımı mahvedebilir.

gerçek
honest to god
gerçek
reality, truth
gerçek
(Hukuk) genuine, actual
gerçek
sincere

Tom seemed really sincere. - Tom gerçekten samimi görünüyordu.

I sincerely, truly believe that. - İçtenlikle, gerçekten ona inanıyorum.

gerçek
troth
gerçek
verity
gerçek
{s} unfeigned
gerçek
actuality
gerçek
truism
gerçek
{s} tangible
gerçek
veritas
gerçek
{s} veracious
gerçek
earnest(1)
gerçek
straightout
gerçek
simonpure
Türkçe - Türkçe

gerçeği teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

Gerçek
reel
Gerçek
şeniyet
Gerçek
fiziksel
Gerçek
asıl
Gerçek
hakiki
gerçek
Doğruluk: "Bu laflarda gerçek payı ne kadar çoksa, duygu payı da ondan az değildir."- B. Felek
gerçek
Temel, başlıca, asıl
gerçek
Temel, başlıca, asıl: "Bir kişinin ahlaklı olması için, o benim dediğim gerçek ahlaka erişebilmesi için bir iç âlemi olmalıdır."- N. Ataç
gerçek
Gerçeklik, realite: "Her hâlde o gün imparatorluğun ölümü apaçık bir gerçekti."- H. E. Adıvar
gerçek
Yapay olmayan
gerçek
Doğadaki gibi olan, doğayı olduğu gibi yansıtan
gerçek
Gerçek olma durumu, gerçeklik, realite
gerçek
Düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan
gerçek
Yalan olmayan, doğru olan şey
gerçek
Aslına uygun nitelikler taşıyan, sahici
gerçek
Bir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan, varlığı inkâr edilemeyen, olgu durumunda olan, hakiki
gerçeği