gençler

listen to the pronunciation of gençler
Türkçe - İngilizce
the juniors
juvenescence
youths

A group of youths attacked the old man. - Gençlerden oluşan bir grup yaşlı adama saldırdı.

Youths who are caught violating the new rules on behaviour will lose their right to free travel, and will have to complete unpaid community work to earn it back. - Yeni davranış kurallarını ihlâl etmekten yakalanan gençler seyahat özgürlüğü haklarını kaybedecekler, ve bu hakkı geri almak için parasız toplum işini tamamlamak zorunda kalacaklar.

juvenility
teens
youth

Mastering science is an ardent wish of our youth. - Bilim Mastering gençlerimizin coşkulu bir isteğidir.

The old man envies the youth. - Yaşlı adam gençleri kıskanıyor.

the young

Rock is the music of the young. - Rock gençlerin müziğidir.

The young should respect the old. - Gençler yaşlılara saygı göstermeliler.

youngsters

One of the youngsters tripped and fell. - Gençlerden birinin ayağı takıldı ve düştü.

The youngsters were singing folk songs. - Gençler halk şarkıları söylüyorlardı.

young

Her CDs are not bought by young people. - Onun CD'leri gençler tarafından satın alınmıyor.

Young people adapt themselves to something sooner than old people. - Gençler, kendilerini bir şeye yaşlı insanlardan daha çabuk adapte ederler.

young folks
genç
young

John is not as old as Bill; he is much younger. - John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.

Is she young? Yes, she is. - O genç mi? Evet, genç.

genç
gossoon
genç
teenager

How much time does the average teenager watch TV every day? - Orta yaşta bir genç her gün ne kadar televizyon izler?

That magazine is aimed at teenagers. - Bu dergi gençlere yöneliktir.

genç
lad

She is a very intelligent young lady. - Çok zeki genç bir hanımdır.

She has grown into a beautiful young lady. - Güzel genç bir bayan oldu.

genç
kid

My mother used to read me stories when I was a young kid. - Ben genç bir çocukken annem bana hikayeler okurdu.

When I was young, the hippest thing a kid could own was a transistor radio. - Ben gençken, bir çocuğun sahip olabileceği en modern şey, bir transistör radyoydu.

genç
little

This young man knows little about his country. - Bu genç adam ülkesi hakkında çok az şey biliyor.

Tom is a little younger than your daughter. - Tom senin kızından biraz daha genç.

genç
younger

The younger generation looks at things differently. - Daha genç kuşak şeylere farklı şekilde bakar.

The scenery carried me back to my younger days. - Manzara beni daha genç günlerime geri götürdü.

genç
youth

They don't know what difficulties Tom went through in his youth. - Onlar, Tom'un gençliğinde hangi zorlukları yaşadığını bilmiyorlar.

When I hear that song I remember my youth. - Ben o şarkıyı ne zaman duysam, gençliğimi hatırlıyorum.

genç
fresh
genç
juvenile person
genç
tender
genç
juvenile
genç
{i} adolescent

The audience were mostly adolescents. - Seyirciler genellikle gençti.

genç
junior

Junior, why don't we go into a group together? - Genç, neden birlikte bir gruba girmiyoruz?

genç
young person

A young person wants to see you. - Genç bir kişi seni görmek istiyor.

He came across an outstanding young person. - O seçkin genç bir kişiye rastladı.

genç
young man

There were two people in it, one of her girl students and a young man. - Onun içinde iki kişi vardı, onun kız öğrencilerinden birisi ve genç bir adam.

A young man is singing before the door. - Kapının önünde genç bir adam şarkı söylüyor.

genç
(a) youth, young person, juvenile
genç
green
genç
energetic and vigorous, robust and active
genç
youngish
genç
teeny
genç
young (animal, plant)
genç
youthful

Though he is old, he has a youthful spirit. - Yaşlı olmasına rağmen genç bir ruhu var.

She always has such glowing youthful skin. - Onun hep böyle parlayan genç bir cildi var.

genç
young; youthful; juvenile; young man, kid, lad, youth; juvenile
genç
whelp
genç
young, newly established, in its youth
genç
young, youthful
genç
sapling
genç
teen

They are extremely popular among teenagers. - Gençler arasında müthiş derecede popülerler.

How much time does the average teenager watch TV every day? - Orta yaşta bir genç her gün ne kadar televizyon izler?

genç
green, inexperienced, or immature (owing to being young)
genç
sprig
genç
youngling
genç
youths

These four youths share an apartment in the metropolitan area. - Bu dört genç, metropol bölgesinde bir daireyi paylaşıyorlar.

A group of youths attacked the old man. - Gençlerden oluşan bir grup yaşlı adama saldırdı.

genç
younker
genç
springald
yetenekli gençler
gifted teenagers
zihinsel özürlü gençler
mentally handicapped youth
Türkçe - Türkçe
(Osmanlı Dönemi) ŞEBAB
(Osmanlı Dönemi) AHDAS
Genç
jön
genç
Gelişmesini tamamlamamış olan (bitki, hayvan)
genç
Gençlikteki özelliklerini koruyan, dinç
genç
Yaşı ilerlememiş olan, ihtiyar karşıtı
genç
Yaşı ilerlememiş olan, ihtiyar karşıtı: "Genç kızı bir gece pencerede görmüştü."- H. Taner
genç
Yeni gelişmekte olan, kısa bir geçmişi olan
genç
Yeni gelişmekte olan, kısa bir geçmişi olan: "Atatürk'ün tabutu arkasından ağlayan on beş milyon Türk'ün yaşadığı, genç Türkiye mutluydu."- B. Felek
genç
Gelişmesini tamamlamamış olan
genç
Zihin bakımından yeterince gelişmemiş, toy