gençleştirme

listen to the pronunciation of gençleştirme
Türkçe - İngilizce
rejuvenescence
A renewal of youthful characteristics or vitality
{n} a renewal of youth
It is seen sometimes in the formation of zoöspores, etc
A renewing of youth; the state of being or growing young again
{i} rejuvenation, act of making young again, act of restoring youth; process of becoming young again
A method of cell formation in which the entire protoplasm of an old cell escapes by rupture of the cell wall, and then develops a new cell wall
genç
young

He is young, but experienced. - O genç ama deneyimli.

He is a robust young man. - O sağlam genç bir adam.

gençleştirmek
{f} rejuvenate
genç
gossoon
genç
teenager

That magazine is aimed at teenagers. - Bu dergi gençlere yöneliktir.

They are extremely popular among teenagers. - Gençler arasında müthiş derecede popülerler.

cilt gençleştirme
(Tıp) skin rejuvenation
genç
lad

He's a fine young lad. - O iyi genç bir delikanlı.

Don't get sassy with me young lady! - Bana sırnaşmayın genç bayan!

genç
kid

Don't pick on younger kids. - Daha genç çocuklarla uğraşmayın.

My mother used to read me stories when I was a young kid. - Ben genç bir çocukken annem bana hikayeler okurdu.

genç
little

This young man knows little about his country. - Bu genç adam ülkesi hakkında çok az şey biliyor.

You're a little too young for me. - Benim için biraz çok gençsin.

genç
younger

There is no returning to our younger days. - Daha genç günlerimize geri dönüş yoktur.

The scenery carried me back to my younger days. - Manzara beni daha genç günlerime geri götürdü.

genç
youth

When I hear that song I remember my youth. - Ben o şarkıyı ne zaman duysam, gençliğimi hatırlıyorum.

They don't know what difficulties Tom went through in his youth. - Onlar, Tom'un gençliğinde hangi zorlukları yaşadığını bilmiyorlar.

genç
fresh
genç
juvenile person
genç
tender
genç
juvenile
genç
{i} adolescent

The audience were mostly adolescents. - Seyirciler genellikle gençti.

genç
junior

Junior, why don't we go into a group together? - Genç, neden birlikte bir gruba girmiyoruz?

genç
young person

A young person is waiting for you outside. - Genç bir adam seni dışarıda bekliyor.

A young person wants to see you. - Genç bir kişi seni görmek istiyor.

genç
young man

A young man is singing before the door. - Kapının önünde genç bir adam şarkı söylüyor.

There were two people in it, one of her girl students and a young man. - Onun içinde iki kişi vardı, onun kız öğrencilerinden birisi ve genç bir adam.

genç
(a) youth, young person, juvenile
genç
green
genç
energetic and vigorous, robust and active
genç
youngish
genç
teeny
genç
young (animal, plant)
genç
youthful

She always has such glowing youthful skin. - Onun hep böyle parlayan genç bir cildi var.

She really keeps her youthfulness. - O gerçekten gençliğini koruyor.

genç
young; youthful; juvenile; young man, kid, lad, youth; juvenile
genç
whelp
genç
young, newly established, in its youth
genç
young, youthful
genç
sapling
genç
teen

They are extremely popular among teenagers. - Gençler arasında müthiş derecede popülerler.

How much time does the average teenager watch TV every day? - Orta yaşta bir genç her gün ne kadar televizyon izler?

genç
green, inexperienced, or immature (owing to being young)
genç
sprig
genç
youngling
genç
youths

A group of youths attacked the old man. - Gençlerden oluşan bir grup yaşlı adama saldırdı.

These four youths share an apartment in the metropolitan area. - Bu dört genç, metropol bölgesinde bir daireyi paylaşıyorlar.

genç
younker
genç
springald
gençleştirmek
to make (someone) younger, make (someone) youthful, rejuvenate
gençleştirmek
to make young, to rejuvenate; to make (sb) look younger
gençleştirmek
to make (someone) look young
gençleştirmek
to rejuvenate (an organization, a group, etc.)
suni gençleştirme
artificial regeneration
Türkçe - Türkçe
Gençleştirmek işi
Genç
jön
genç
Gelişmesini tamamlamamış olan (bitki, hayvan)
genç
Gençlikteki özelliklerini koruyan, dinç
genç
Yaşı ilerlememiş olan, ihtiyar karşıtı
genç
Yaşı ilerlememiş olan, ihtiyar karşıtı: "Genç kızı bir gece pencerede görmüştü."- H. Taner
genç
Yeni gelişmekte olan, kısa bir geçmişi olan
genç
Yeni gelişmekte olan, kısa bir geçmişi olan: "Atatürk'ün tabutu arkasından ağlayan on beş milyon Türk'ün yaşadığı, genç Türkiye mutluydu."- B. Felek
genç
Gelişmesini tamamlamamış olan
genç
Zihin bakımından yeterince gelişmemiş, toy
gençleştirmek
Genç göstermek
gençleştirmek
Yeniden gençliğine ve dinçliğine kavuşturmak
gençleştirmek
Genç üyelerle canlandırmak
gençleştirme