gitmek.
Eve gitmek için acele ediyordu.
- Sie hatte es eilig, nach Hause zu gehen.
Mutlaka gitmek zorunda değilsin.
- Du musst nicht unbedingt gehen.
Eğer güzel bir kadın olsaydın, Van'a seninle birlikte giderdim; ama güzel bir kadın değilsin, ben seninle sadece Diyarbakır'a gideceğim.
- Wenn du eine schöne Frau wärest, würde ich mit dir gemeinsam nach Van gehen; aber du bist keine schöne Frau, ich werde mit dir nur nach Diyarbakir gehen.
Bu akşam konsere gidiyoruz.
- Wir gehen heute Abend ins Konzert.
Doğruca oraya gidiyoruz!
- Gehen wir dort entlang!
Oraya gitmek bir saat sürer.
- Dahin zu gehen, wird eine Stunde dauern.
Ben seninle gitmek istiyorum.
- Ich möchte mit dir gehen.
Gidişini hiçbir şey durdurmaz.
- Nothing will stop his going.
Onunla Hawai'ye gidişimizi hiç unutmayacağım.
- I'll never forget going to Hawaii with her.
Paris'e çalışmaya gitmeden önce Fransızcamı tazelemeliyim.
- Before going to work in Paris, I must brush up on my French.
Paris'e çalışmaya gitmeden önce Fransızcamı tazelemeliyim.
- Before going to work in Paris I must freshen up on my French.
Böyle gidişatı onaylamıyorum.
- I don't approve of such goings-on.