güzelsin

listen to the pronunciation of güzelsin
Türkçe - İngilizce
you are beautiful

People told Maria that she was cute, but the mirror said: You are much more than cute, you are beautiful! - İnsanlar Maria'ya şirin olduğunu söylediler fakat ayna sen şirinden çok daha fazlasısın, sen güzelsin! dedi.

güzel
{s} good

This sure tastes good! - Gerçekten güzel bir tadı var.

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

güzel
{s} lovely

What a lovely surprise! - Ne güzel bir sürpriz!

We had a lovely meal. - Biz güzel bir yemek yedik.

güzel
pleasant

Today was a pleasant day. - Bugün güzel bir gündü.

It was a pleasant day, but there were few people in the park. - Güzel bir gündü ama parkta çok az kişi vardı.

güzel
{s} beautiful

What a beautiful rainbow! - Ne güzel bir gökkuşağı!

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

güzel
pretty

She sang pretty well. - O oldukça güzel söyledi.

Trang is as pretty as Dorenda. - Trang Dorenda kadar güzeldir.

güzel
nice

What a nice surprise! - Ne güzel bir sürpriz!

I wonder if it will be nice. - Havanın güzel olup olmayacağını merak ediyorum.

güzel
{s} fine

His speech contained many fine phrases. - Konuşması birçok güzel cümle içeriyordu.

She is studying fine art at school. - Okulda güzel sanatlar okuyor.

güzel
smart

Mary is not only beautiful, she's smart, too. - Mary sadece güzel değil, o akıllı da.

I think it's the smart thing to do. - Sanırım o yapmak için güzel şey.

güzel
beauty

That car is a real beauty. - O araba gerçek bir güzelliktir.

Japan is famous for her scenic beauty. - Japonya manzara güzelliğiyle ünlüdür.

güzel
likely

It is likely to be fine tomorrow. - Yarın hava muhtemelen güzel olacak.

güzel
handsome

He had handsome dark eyes with long lashes. - Onun uzun kirpikli güzel koyu gözleri vardı.

A very handsome prince met an exceptionally beautiful princess. - Çok yakışıklı bir prens istisnai güzel bir prensesle tanıştı.

güzel
beautifully

The actress was dressed beautifully. - Aktris güzel giyinmişti.

She writes beautifully. - O güzel şekilde yazar.

güzel
beautiful, good-looking, elegant; pretty, nice, lovely; good, fine; (hava) fine, pleasant, favourable; shapely; enjoyable; beautifully; well; nicely; beauty; beauty queen; Fine! Good! Well!
güzel
prettily
güzel
{s} well

Why sentences? …you may ask. Well, because sentences are more interesting. - Neden cümleler? ... diye sorabilirsiniz. Güzel, çünkü cümleler daha ilgi çekicidir.

She sang pretty well. - O oldukça güzel söyledi.

güzel
{s} nifty
güzel
comely
güzel
the beautiful

What should we do to protect the beautiful earth from pollution? - Güzel dünyayı kirlilikten korumak için ne yapmalıyız?

I advised the shy young man to declare his love for the beautiful girl. - Ben, utangaç genç adama güzel kıza aşkını ilan etmesini tavsiye ettim.

güzel
delight
güzel
nicely

The fire's blazing nicely now. - Ateş artık güzelce yanıyor.

I thought it worked nicely. - Onun güzelce çalıştığını düşündüm.

güzel
dilly
güzel
enjoyable
güzel
wellfavored
güzel
sightly
güzel
favourable
güzel
(Argo) bad

One of the nice things about being bald is that you never have a bad hair day. - Kel olmakla ilgili güzel şeylerden biri, asla kötü bir saçlı bir gününün olmamasıdır.

Time is a good physician, but a bad cosmetician. - Zaman iyi bir hekim ama kötü bir güzellik uzmanıdır.

güzel
spiffy
güzel
{s} well favoured
güzel
{s} beauteous
güzel
treacly
güzel
sheene
güzel
charming

Jane is fat and rude, and smokes too much. However, Ken thinks she's lovely and charming. That's why they say love is blind. - Jane şişman ve kaba ve çok sigara içiyor. Fakat, Ken onun güzel ve çekici olduğunu düşünüyor. Aşkın gözü kördür demelerinin nedeni bu.

güzel
dreamy
güzel
elegant

Fifth Avenue is an elegant street. - Beşinci sokak güzel bir sokaktır.

The Avenue of the Champs Elysées is very beautiful and very elegant. - Şanzelize Caddesi çok güzel ve çok şıktır.

güzel
(Konuşma Dili) bully for you
güzel
winsome
güzel
gaiiant
güzel
sharp

The most beautiful flowers have the sharpest thorns. - En güzel çiçeklerin en keskin dikenleri vardır.

güzel
self sufficiency
güzel
well-favored
güzel
agreeable
güzel
well-favoured
güzel
delicate
güzel
(Argo) def

Mary was definitely the prettiest girl at the party. - Mary kesinlikle partide en güzel kızdı.

You're definitely prettier than Mary. - Kesinlikle Mary'den daha güzelsin.

güzel
good-looker
güzel
delicious
güzel
grateful
güzel
good-looking

Mary is a good-looking woman. - Mary güzel bir kadın.

Mary is a very good-looking woman. - Mary çok güzel bir kadın.

güzel
rosy

She has beautiful rosy cheeks. - Onun güzel al yanakları var.

güzel
cherub
güzel
delightful
güzel
enviable
güzel
personable
güzel
gallant
güzel
glorious
güzel
bracing
güzel
shapely
güzel
graceful

She is beautiful, and what is more, very graceful. - O güzel ve ayrıca çok zarif.

Ice skating can be graceful and beautiful. - Buz pateni zarif ve güzel olabilir.

güzel
fair

After the rain, fair weather. - Yağmurdan sonra, güzel hava.

The sky promises fair weather. - Gökyüzü güzel hava vaadediyor.

güzel
grand

I have three beautiful granddaughters. - Üç tane güzel kız torunum var.

Every day grandfather and grandmother gave the kitten plenty of milk, and soon the kitten grew nice and plump. - Büyük babam ve büyük annem kedi yavrusuna her gün bir sürü süt verdi ve kısa sürede yavru güzel ve tombul oldu.

güzel
princely
güzel
stunning

She was stunningly beautiful. - O şaşırtıcı bir şekilde güzeldi.

She is stunningly good-looking. - O şaşırtıcı bir şekilde güzeldir.

güzel
attractive

She is very pretty, I mean, she is attractive and beautiful. - O çok sevimlidir, yani, çekici ve güzeldir.

Mary isn't as beautiful as her sister, but she's still quite attractive. - Mary kız kardeşi kadar güzel değil fakat hâlâ oldukça çekici.

güzel
bully
güzel
dilly peach
güzel
prettier

My book is prettier than my friend's. - Benim kitabım arkadaşımınkinden daha güzel.

You're prettier than her. - Sen ondan daha güzelsin.

güzel
nice looking
güzel
beautifull
çok güzelsin
you are very beautiful
güzel
good, excellent, fine
güzel
bonny
güzel
good looking

What did you think of Tom? He's got a nice voice. Just a nice voice? Well, his face is nothing special, right? Really! I think he's pretty good looking. - Tom hakkında ne düşünüyorsun? Onun güzel bir sesi var. Sadece güzel bir ses mi? Pekala, onun yüzü özel bir şey değil, değil mi? Gerçekten mi! Sanırım o oldukça yakışıklı.

That lady is very good looking. - O hanım çok güzel gözüküyor.

güzel
belle

Mary looked like Belle from the Beauty and the Beast. - Mary Güzel ve Çirkin'den Belle'ye benziyordu.

güzel
beautifully, well
güzel
sweet

This flower smells sweet. - Bu çiçek güzel kokuyor.

That flower smells sweet. - O çiçek güzel kokuyor.

güzel
plummy
güzel
swell
güzel
beauty queen
güzel
ducky
güzel
pulchritudinous
güzel
beautiful, pretty
güzel
sapid
güzel
appealing

It is possible to launder language to make it more appealing and uplifting. - Onu daha güzel ve çekici yapmak için dili aklamak mümkündür.

güzel
goluptious
güzel
goodly
güzel
junoesque
güzel
goodlooking
güzel
copesetic
güzel
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

güzel
{s} well favored
güzelsin