Hundreds of years ago, married Japanese women would blacken their teeth to beautify themselves.
- Yüzyıllar önce evli Japon kadınlar kendilerini güzelleştirmek için dişlerini karartırlardı.
Attendance should be good provided the weather is favorable.
- Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.
I am surprised that she refused such a good offer.
- Onun böyle güzel bir teklifi reddetmesine şaşırdım.
What a lovely surprise!
- Ne güzel bir sürpriz!
Whenever we have such lovely rain, I recall the two of us, several years ago.
- Her nezaman böyle güzel bir yağmurumuz olsa, ben yıllar öncesini, ikimizi hatırlıyorum.
It was a pleasant day, but there were few people in the park.
- Güzel bir gündü ama parkta çok az kişi vardı.
It is very pleasant to cross the ocean by ship.
- Gemi ile okyanusu geçmek çok güzel.
Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting.
- İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.
Nagasaki, where I was born, is a beautiful port city.
- Doğduğum yer olan Nagasaki, güzel bir liman kentidir.
She sang pretty well.
- O oldukça güzel söyledi.
Betty is a pretty girl, isn't she?
- Betty güzel bir kızdır, değil mi?
I hope it will be nice.
- Havanın güzel olacağını umuyorum.
It must be nice to have friends in high places.
- Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.
The island has a fine harbor.
- Adanın güzel bir limanı var.
She is studying fine art at school.
- Okulda güzel sanatlar okuyor.
Mary is not only beautiful, she's smart, too.
- Mary sadece güzel değil, o akıllı da.
She's smarter than Mary, but not as beautiful.
- O, Mary'den daha akıllı fakat onun kadar güzel değil.
How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon?
- Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?
Japan is famous for her scenic beauty.
- Japonya manzara güzelliğiyle ünlüdür.
It is likely to be fine tomorrow.
- Yarın hava muhtemelen güzel olacak.
The handsome prince fell in love with a very beautiful princess.
- Yakışıklı prens çok güzel bir prensese aşık oldu.
He had handsome dark eyes with long lashes.
- Onun uzun kirpikli güzel koyu gözleri vardı.
The actress was dressed beautifully.
- Aktris güzel giyinmişti.
She played the piano beautifully.
- O, güzelce piyano çaldı.
Well, the night is quite long, isn't it?
- Güzel, gece çok uzun, değil mi?
Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting.
- İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.
The beautiful girl with black hair was in the park.
- Siyah saçlı güzel kız parkta idi.
I advised the shy young man to declare his love for the beautiful girl.
- Ben, utangaç genç adama güzel kıza aşkını ilan etmesini tavsiye ettim.
Tom's creative thinking nicely complemented Mary's organizational talents.
- Tom'un yaratıcı düşüncesi Mary'nin örgütsel yeteneklerini güzelce tamamladı.
Tom was nicely dressed.
- Tom güzel giyinmişti.
One of the nice things about being bald is that you never have a bad hair day.
- Kel olmakla ilgili güzel şeylerden biri, asla kötü bir saçlı bir gününün olmamasıdır.
Time is a good physician, but a bad cosmetician.
- Zaman iyi bir hekim ama kötü bir güzellik uzmanıdır.
Jane is fat and rude, and smokes too much. However, Ken thinks she's lovely and charming. That's why they say love is blind.
- Jane şişman ve kaba ve çok sigara içiyor. Fakat, Ken onun güzel ve çekici olduğunu düşünüyor. Aşkın gözü kördür demelerinin nedeni bu.
Fifth Avenue is an elegant street.
- Beşinci sokak güzel bir sokaktır.
The Avenue of the Champs Elysées is very beautiful and very elegant.
- Şanzelize Caddesi çok güzel ve çok şıktır.
The most beautiful flowers have the sharpest thorns.
- En güzel çiçeklerin en keskin dikenleri vardır.
A pretty girl like you will definitely be noticed.
- Senin gibi güzel bir kız kesinlikle fark edilir.
The real definition of science is that it's the study of the beauty of the world.
- Bilimin gerçek tanımı, dünyanın güzelliğini araştırmaktır.
He wants to meet that good-looking girl.
- Güzel bir kızla tanışmak istiyor.
That girl is good-looking.
- O kız güzel görünümlü.
She has beautiful rosy cheeks.
- Onun güzel al yanakları var.
She is beautiful, and what is more, very graceful.
- O güzel ve ayrıca çok zarif.
Ice skating can be graceful and beautiful.
- Buz pateni zarif ve güzel olabilir.
The sky promises fair weather.
- Gökyüzü güzel hava vaadediyor.
Will it be fair in Tokyo tomorrow?
- Yarın Tokyo'da hava güzel olacak mı?
My grandfather goes for a walk on fine days.
- Dedem güzel günlerde yürüyüşe gider.
Every day grandfather and grandmother gave the kitten plenty of milk, and soon the kitten grew nice and plump.
- Büyük babam ve büyük annem kedi yavrusuna her gün bir sürü süt verdi ve kısa sürede yavru güzel ve tombul oldu.
She was stunningly beautiful.
- O şaşırtıcı bir şekilde güzeldi.
Mary is stunningly beautiful.
- Mary şaşırtıcı bir şekilde güzel.
Mary isn't as beautiful as her sister, but she's still quite attractive.
- Mary kız kardeşi kadar güzel değil fakat hâlâ oldukça çekici.
She is very pretty, I mean, she is attractive and beautiful.
- O çok sevimlidir, yani, çekici ve güzeldir.
You're definitely prettier than Mary.
- Kesinlikle Mary'den daha güzelsin.
You're prettier than her.
- Sen ondan daha güzelsin.
This woman is very good looking.
- Bu kadın çok güzel görünüyor.
That lady is very good looking.
- O hanım çok güzel gözüküyor.
Mary looked like Belle from the Beauty and the Beast.
- Mary Güzel ve Çirkin'den Belle'ye benziyordu.
He whispered sweet nothings into her ear.
- Kulağına güzel ama anlamsız sözler fısıldadı.
That flower smells sweet.
- O çiçek güzel kokuyor.
It is possible to launder language to make it more appealing and uplifting.
- Onu daha güzel ve çekici yapmak için dili aklamak mümkündür.
Attendance should be good provided the weather is favorable.
- Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.