güzelleştirilen

listen to the pronunciation of güzelleştirilen
Türkçe - İngilizce
prettified
güzel
{s} good

At last a good idea struck me. - Sonunda aklıma güzel bir fikir geldi.

This sure tastes good! - Gerçekten güzel bir tadı var.

güzel
{s} lovely

We had a lovely meal. - Biz güzel bir yemek yedik.

What a lovely surprise! - Ne güzel bir sürpriz!

güzel
pleasant

It was hard for me to act pleasantly to others. - Başkalarına güzel bir şekilde davranmak benim için çok zordu.

It is very pleasant to cross the ocean by ship. - Gemi ile okyanusu geçmek çok güzel.

güzel
{s} beautiful

What a beautiful rainbow! - Ne güzel bir gökkuşağı!

She is very beautiful, and what is more, very wise. - O çok güzeldir, daha neyse çok akıllıcadır.

güzel
pretty

My mother bought me a pretty dress this past Sunday. - Geçtiğimiz Pazar annem bana güzel bir elbise aldı.

I found at my elbow a pretty girl. - Yanı başımda güzel bir kız buldum.

güzel
nice

I hope it will be nice. - Havanın güzel olacağını umuyorum.

It must be nice to have friends in high places. - Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.

güzel
{s} fine

She is studying fine art at school. - Okulda güzel sanatlar okuyor.

The island has a fine harbor. - Adanın güzel bir limanı var.

güzel
smart

Mary is not only beautiful, she's smart, too. - Mary sadece güzel değil, o akıllı da.

It's the smart thing to do. - Bu yapılacak güzel bir şey.

güzel
beauty

Words cannot express the beauty of the scene. - Kelimeler manzaranın güzelliğini ifade edemez.

Japan is famous for her scenic beauty. - Japonya manzara güzelliğiyle ünlüdür.

güzel
likely

It is likely to be fine tomorrow. - Yarın hava muhtemelen güzel olacak.

güzel
handsome

A very handsome prince met an exceptionally beautiful princess. - Çok yakışıklı bir prens istisnai güzel bir prensesle tanıştı.

He had handsome dark eyes with long lashes. - Onun uzun kirpikli güzel koyu gözleri vardı.

güzel
beautifully

The actress was dressed beautifully. - Aktris güzel giyinmişti.

She writes beautifully. - O güzel şekilde yazar.

güzel
beautiful, good-looking, elegant; pretty, nice, lovely; good, fine; (hava) fine, pleasant, favourable; shapely; enjoyable; beautifully; well; nicely; beauty; beauty queen; Fine! Good! Well!
güzel
prettily
güzel
{s} well

She sang pretty well. - O oldukça güzel söyledi.

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

güzel
{s} nifty
güzel
comely
güzel
the beautiful

What should we do to protect the beautiful earth from pollution? - Güzel dünyayı kirlilikten korumak için ne yapmalıyız?

The beautiful French language is lost. - Güzel Fransızca lisanı kayboldu.

güzel
delight
güzel
nicely

The fire's blazing nicely now. - Ateş artık güzelce yanıyor.

Tom was nicely dressed. - Tom güzel giyinmişti.

güzel
dilly
güzel
enjoyable
güzel
wellfavored
güzel
sightly
güzel
favourable
güzel
(Argo) bad

Time is a good physician, but a bad cosmetician. - Zaman iyi bir hekim ama kötü bir güzellik uzmanıdır.

I can't help but feel like the ending of Breaking Bad was ridiculously rushed, still an amazing show but it could've been better. - Kendimi Breaking Bad'in sonunun gülünç bir şekilde aceleye getirildiğini düşünmekten alıkoyamıyorum - yine de çok güzel bir dizi ama daha iyi olabilirdi.

güzel
spiffy
güzel
{s} well favoured
güzel
{s} beauteous
güzel
treacly
güzel
sheene
güzel
charming

Jane is fat and rude, and smokes too much. However, Ken thinks she's lovely and charming. That's why they say love is blind. - Jane şişman ve kaba ve çok sigara içiyor. Fakat, Ken onun güzel ve çekici olduğunu düşünüyor. Aşkın gözü kördür demelerinin nedeni bu.

güzel
dreamy
güzel
elegant

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

Fifth Avenue is an elegant street. - Beşinci sokak güzel bir sokaktır.

güzel
(Konuşma Dili) bully for you
güzel
winsome
güzel
gaiiant
güzel
sharp

The most beautiful flowers have the sharpest thorns. - En güzel çiçeklerin en keskin dikenleri vardır.

güzel
self sufficiency
güzel
well-favored
güzel
agreeable
güzel
well-favoured
güzel
delicate
güzel
(Argo) def

The real definition of science is that it's the study of the beauty of the world. - Bilimin gerçek tanımı, dünyanın güzelliğini araştırmaktır.

The most beautiful victory is to defeat one's heart. - En güzel zafer, birinin kalbini kazanmaktır.

güzel
good-looker
güzel
delicious
güzel
grateful
güzel
good-looking

She said that she was good-looking. - O, güzel olduğunu söyledi.

Mary is a good-looking woman. - Mary güzel bir kadın.

güzel
rosy

She has beautiful rosy cheeks. - Onun güzel al yanakları var.

güzel
cherub
güzel
delightful
güzel
enviable
güzel
personable
güzel
gallant
güzel
glorious
güzel
bracing
güzel
shapely
güzel
graceful

She is beautiful, and what is more, very graceful. - O güzel ve ayrıca çok zarif.

Ice skating can be graceful and beautiful. - Buz pateni zarif ve güzel olabilir.

güzel
fair

She was the fairest in the whole land. - O bütün ülkenin en güzeliydi.

The sky promises fair weather. - Gökyüzü güzel hava vaadediyor.

güzel
grand

Every day grandfather and grandmother gave the kitten plenty of milk, and soon the kitten grew nice and plump. - Büyük babam ve büyük annem kedi yavrusuna her gün bir sürü süt verdi ve kısa sürede yavru güzel ve tombul oldu.

I have three beautiful granddaughters. - Üç tane güzel kız torunum var.

güzel
princely
güzel
stunning

That dress looks stunning on you. - Şu elbise üstünde çok güzel görünür.

She is stunningly good-looking. - O şaşırtıcı bir şekilde güzeldir.

güzel
attractive

She is very pretty, I mean, she is attractive and beautiful. - O çok sevimlidir, yani, çekici ve güzeldir.

Mary isn't as beautiful as her sister, but she's still quite attractive. - Mary kız kardeşi kadar güzel değil fakat hâlâ oldukça çekici.

güzel
bully
güzel
dilly peach
güzel
prettier

She is getting prettier and prettier. - Gittikçe güzelleşiyor.

You're definitely prettier than Mary. - Kesinlikle Mary'den daha güzelsin.

güzel
nice looking
güzel
beautifull
güzel
good, excellent, fine
güzel
bonny
güzel
good looking

This woman is very good looking. - Bu kadın çok güzel görünüyor.

That lady is very good looking. - O hanım çok güzel gözüküyor.

güzel
belle

Mary looked like Belle from the Beauty and the Beast. - Mary Güzel ve Çirkin'den Belle'ye benziyordu.

güzel
beautifully, well
güzel
sweet

Because you're a sweet and lovely girl. - Çünkü sen tatlı ve güzel bir kızsın.

That flower smells sweet. - O çiçek güzel kokuyor.

güzel
plummy
güzel
swell
güzel
beauty queen
güzel
ducky
güzel
pulchritudinous
güzel
beautiful, pretty
güzel
sapid
güzel
appealing

It is possible to launder language to make it more appealing and uplifting. - Onu daha güzel ve çekici yapmak için dili aklamak mümkündür.

güzel
goluptious
güzel
goodly
güzel
junoesque
güzel
goodlooking
güzel
copesetic
güzel
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

güzel
{s} well favored
güzelleştirilen