göstermek

listen to the pronunciation of göstermek
Türkçe - İngilizce
show

Tom had something he wanted to show Mary. - Tom'un Mary'ye göstermek istediği bir şey vardı.

Tom brought some pictures to show the class. - Tom sınıfa göstermek için bazı resimler getirdi.

demonstrate

Mary's book on hedgehogs demonstrates her love for these animals. - Mary'nin kirpilerin üstündeki kitabı onun bu hayvanlara sevgisini göstermektedir.

You should make the most of this rare opportunity to demonstrate your talent. - Yeteneğini göstermek için bu az bulunur fırsatı en iyi şekilde kullanmalısın.

indicate

Her questions indicate that she understands the subject very well. - Onun soruları onun konuyu çok iyi anladığını göstermektedir.

Our research indicates that such outcomes are becoming more common in this age group. - Araştırmamız bu tür sonuçların bu yaş grubunda daha yaygın hale gelmekte olduğunu göstermektedir.

represent
exhibit
point

It's rude to point at people. - İnsanları parmakla göstermek kabalıktır.

It is not socially acceptable to point at people. - İnsanları parmakla göstermek toplumsal açıdan kabul edilebilir bir şey değildir.

display
point out
depict
prove
present
produce

Police failed to produce physical evidence. - Polis fiziksel kanıt göstermekte başarısız oldu.

suggest

Recent studies suggest that this is not the case. - Son zamanlarda yapılan araştırmalar davanın bu olmadığını göstermektedir.

His accent suggests he is a foreigner. - Aksanı onun bir yabancı olduğunu göstermektedir.

mirror
hold
be indicative of
express

In Spanish, there are many different expressions to indicate changes and transformations. - İspanyolcada, değişiklikleri ve dönüşümleri göstermek için birçok farklı ifadeler vardır.

signalize
offer
screen
show up

He probably meant that people go to demonstrations just to show up instead of actually protesting. - O, muhtemelen insanların gerçekten protesto yapmak yerine sadece boy göstermek için gösterilere gittiklerini kastediyordu.

give vent to
promise

Tom promised to show me how to do it. - Tom onu nasıl yaptığını bana göstermek için söz verdi.

trot out
attest to
point at

It's not polite to point at others. - Başkalarını göstermek kabalıktır.

It's bad manners to point at people. - İnsanları parmakla göstermek terbiyesizlik.

reflect
show off

She wanted to show off her cleverness during class, but she failed. - O ders sırasında akıllılığını göstermek istedi ama o başarısız oldu.

He was eager to show off his new bicycle to his friends. - O, yeni bisikletini arkadaşlarına göstermek için istekliydi.

reveal
shew
open
speak of
witness
connote
stand for
register
depicture
chart

The chart illustrates how the body works. - Tablo vücudun nasıl çalıştığını göstermektedir.

discover
(Ticaret) bid
determine
give

I will give you a good example to illustrate what I mean. - Ne demek istediğimi göstermek için size güzel bir örnek vereceğim.

dial
set

The Panama Papers show how a Panamanian law firm helped its clients set up shell companies in tax havens around the world. - Panama Kağıtlar bir Panama hukuk firması müşterilerine dünya çapında vergi cennetlerinde paravan şirketleri kurmaları için nasıl yardımcı olduğunu göstermektedir.

put forth
disclose
point to
auxiliary verb to show, have, give evidence of (feelings, character, disposition): saygı göstermek to show respect, be respectful. sabır göstermek to show patience, be patient
to seem to be, appear to be, look to be
to show, point at, point to
expose
to show, explain, point out
to show, indicate, denote, designate, manifest, point out
manifest
teach

The teacher put a mark next to his name to show that he was absent. - Öğretmen onun yok olduğunu göstermek için onun adının yanına bir işaret koydu.

introduce
to show; to point; to display, to exhibit; to demonstrate; to indicate, to denote; to point out; to prove; to look (younger, etc.); to reflect, to express
(termometre vb.) register
set out
exercise
designate
indicate , show , point
(film) run
to show, get even with
to show or assign (someone) (work to be done)
(özellik) speak
to show, display, reveal
hold up
to show, demonstrate, evidence
initiate
açıkça göstermek
manifest
gösterme
showing

Tom is afraid of showing his feelings. - Tom duygularını göstermekten korkuyor.

Tom listened to what Mary had to say without showing any emotion. - Tom Mary'nin söylemek zorunda olduğu şeyi herhangi bir heyecan göstermeden dinledi.

özen göstermek
care
gösterme
display

Dan began displaying symptoms of Alzheimer's. - Dan, Alzheimer belirtileri göstermeye başladı.

She didn't display any type of emotion. - O herhangi tipte heyecan göstermedi.

saygı göstermek
respect

I had to respect Tom's wishes, so I left. - Tom'un isteklerine saygı göstermek zorundaydım, bu yüzden gittim.

You've got to respect them. - Onlara saygı göstermek zorundasın.

saygı göstermek
show respect
son bir çaba göstermek
spurt
göstermek (termometre)
register
görevi gereği nezaket göstermek
do the polite thing
görevi gereği nezaket göstermek
do the polite
aday göstermek
(Hukuk) nominate

I would like to nominate Don Jones as chairman. - Ben, başkan olarak Don Jones'u aday göstermek istiyorum.

göster
{f} show

I showed her my room. - Ona kendi odamı gösterdim.

Oh! Show it to me please. - Ah! Onu bana göster lütfen.

haklı göstermek
justify
önermenin nedeni olarak göstermek
premise
örnek göstermek
exemplify
resimle göstermek
illustrate
aday olarak göstermek
nominate
dikkat göstermek
favor
fonksiyon göstermek
function
mazeret göstermek
make an excuse
parmakla göstermek
point at

It is not socially acceptable to point at people. - İnsanları parmakla göstermek toplumsal açıdan kabul edilebilir bir şey değildir.

It's rude to point at people. - İnsanları parmakla göstermek kabalıktır.

saygı göstermek
venerate
tepki göstermek
to react
şeytan gibi göstermek
demonize
cesaret göstermek
brave
gösterme
presentation
gösterme
{i} indicating
gösterme
{i} designation
gösterme
exhibiting
aday göstermek
nominate as a candidate
aday göstermek
put somebody in for
aday göstermek
present candidates
alaka göstermek
show an interest
alaka göstermek
show interest
alaka göstermek
show an interest in
alaka göstermek
take an interest in
alaka göstermek
take an interest
benzerlik göstermek
resemble
boy göstermek
appear
boy göstermek
put in an appearance
boy göstermek
show up

He probably meant that people go to demonstrations just to show up instead of actually protesting. - O, muhtemelen insanların gerçekten protesto yapmak yerine sadece boy göstermek için gösterilere gittiklerini kastediyordu.

cesaret göstermek
show courage
cesaret göstermek
present a bold front
delil göstermek
adduce proofs
delil göstermek
(Kanun) adduce
delil göstermek
(Kanun) furnish
faaliyet göstermek
to be active
faaliyet göstermek
be active
faaliyet göstermek
(Ticaret) operate
faaliyet göstermek
get busy
faaliyet göstermek
active
fayda göstermek
benefit
göster
(Bilgisayar) show me

Will you show me the picture? - Bana resmi gösterir misin?

Will you show me on this map, please? - Bana bu haritada gösterirmisiniz, lütfen?

göster
(Bilgisayar) unhide
göster
(Bilgisayar) point

She pointed her finger at him accusingly. - O, suçlarcasına parmağını ona gösterdi.

The compass points to the north. - Pusula kuzeyi gösterir.

göster
denote
göster
illustrate

This chart illustrates the function of ozone layer. - Bu tablo ozon tabakasının işlevini gösteriyor.

I will give you a good example to illustrate what I mean. - Ne demek istediğimi göstermek için size güzel bir örnek vereceğim.

göster
(Bilgisayar) view

Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout. - Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.

I want to show you a spectacular view. - Sana muhteşem bir manzara göstermek istiyorum.

göster
(Bilgisayar) quote
gösterme
representation
gösterme
screening

Her health screening showed no negative results. - Onun sağlık taraması olumsuz sonuçlar göstermedi.

gösterme
pointing out
gösterme
evincing
hassasiyet göstermek
display sensitivity
hassasiyet göstermek
be sensitive
hassasiyet göstermek
show sensitivity
hassasiyet göstermek
sensitive
hassasiyet göstermek
to be sensitive
ilerleme göstermek
get ahead
ilgi göstermek
take an interest in
ilgi göstermek
show interest
itibar göstermek
consider
kanıt olarak göstermek
allege
mazeret göstermek
pretext
mazeret olarak göstermek
(Kanun) plead
sabır göstermek
bear with
sabır göstermek
pe patient
sabır göstermek
show patience
sadakat göstermek
show loyalty
tepki göstermek
react to
uyum göstermek
adjust
uyum göstermek
accord
göster
indicate

The red traffic light indicates stop. - Kırmızı trafik ışığı dur gösterir.

Yes, you can indicate everything you see. - Evet, gördüğünüz her şeyi gösterebilirsiniz.

göster
{f} mirror

This figure is a mirror of the decrease in imports of crude oil. - Bu şekil ham petrol ithalatının azaldığının bir göstergesidir.

The painting shows a young woman combing her hair before a mirror. - Tablo, aynanın önünde saçlarını tarayan genç bir kadını gösteriyor.

göster
{f} shown

The attack was shown on video. - Saldırı videoda gösterildi.

Filiberto has not shown a very brave character. - Filiberto çok cesur bir karakter göstermedi.

göster
{f} indicated

This is the route indicated in the map. - Bu, haritada gösterilen yoldur.

I went in the direction my friend indicated. - Ben arkadaşımın gösterdiği yönde gittim.

göster
{f} screened
göster
{f} screen

Her health screening showed no negative results. - Onun sağlık taraması olumsuz sonuçlar göstermedi.

There's a good movie screening today. - Bugün iyi bir film gösterimi var.

göster
{f} displayed

Tom displayed the contents of his wallet. - Tom cüzdanının içindekileri gösterdi.

In the contest he fully displayed what ability he had. - O, yarışmada hangi yeteneğe sahip olduğunu gösterdi.

göster
{f} baring

If you see the lion baring its teeth, don't think that the lion is smiling at you. - Aslanın dişlerini gösterdiğini görürsen, sana gülümsediğini sanma.

göster
{f} bared
göster
{f} showing

Men can only be corrected by showing them what they are. - İnsanlar sadece ne olduklarını göstererek düzeltilebilir.

The teenager is showing off his new car. - Delikanlı yeni arabasını gösteriyor.

göster
{f} screening

There's a good movie screening today. - Bugün iyi bir film gösterimi var.

Her health screening showed no negative results. - Onun sağlık taraması olumsuz sonuçlar göstermedi.

göster
{f} display

In the contest he fully displayed what ability he had. - O, yarışmada hangi yeteneğe sahip olduğunu gösterdi.

He never made a display of his learning. - O asla öğrendikleri ile ilgili bir gösteri yapmadı.

göster
{f} indicating

There is no sign indicating that this is a meeting room. - Bunun bir toplantı odası olduğunu gösteren hiçbir işaret yok.

göster
{f} displaying

Dan began displaying symptoms of Alzheimer's. - Dan, Alzheimer belirtileri göstermeye başladı.

gösterme
exhibition
göster
designated
aşırı tepki göstermek
overreact, show an exaggerated response to something, react too strongly
baş göstermek
crop up
esneklik göstermek
to show flexibility
etki göstermek
To effect
faaliyet göstermek
Be active; get busy; get active
fazilet göstermek
to show virtue
göster
demonstrate

Tom demonstrated how to core an apple. - Tom elmanın göbeğini nasıl çıkaracağını gösterdi.

The new medicine demonstrated an immediate effect. - Yeni ilaç, etkisini hemen gösterdi.

israrla istemek, büyük arzu göstermek
israrla want, to show great desire
itina göstermek
handling with caretake great(er) care in - "The pilot exercised great care in landing."take pains to/with : To do something very carefully and thoroughly. - "She had taken pains to see that her guests had everything that they could possibly want." - "She always takes pains with her appearance."to show great careto treat with tender loving care
parmakla göstermek
finger
yaşından büyük göstermek
Seem/look older than one is
çaba göstermek
Strive, struggle, exert oneself
özen göstermek
Take pains (to do something, over something)
göster
bespoke
göster
performance

There were no tickets available for Friday's performance. - Cuma gösterisi için mevcut hiç bilet yoktu.

Do you have any tickets for today's performance? - Bugünkü gösteri için hiç biletin var mı?

göster
bespeak
göster
reveal

These letters reveal her to be an honest lady. - Bu mektuplar onun dürüst bir kadın olduğunu gösteriyor.

göster
revealing
göster
bespoken
gösterme
show

You must show your passport. - Pasaportunuzu göstermelisiniz.

Everyone is a moon, and has a dark side which he never shows to anybody. - Herkes bir aydır, ve herhangi birine asla göstermeyeceği karanlık bir tarafı vardır.

gösterme
view

I want to show you a spectacular view. - Sana muhteşem bir manzara göstermek istiyorum.

Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout. - Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.

gösterme
illustration
gösterme
pointing
gösterme
diagnosis
gösterme
indication
gösterme
demonstration

He probably meant that people go to demonstrations just to show up instead of actually protesting. - O, muhtemelen insanların gerçekten protesto yapmak yerine sadece boy göstermek için gösterilere gittiklerini kastediyordu.

He probably meant that people only go to demonstrations to show themselves and not to protest. - Muhtemelen insanların gösterilere protesto etmek için değil, sadece kendilerini göstermek için gittiklerini demek istiyor.

gösterme
demo

He probably meant that people go to demonstrations just to show up instead of actually protesting. - O, muhtemelen insanların gerçekten protesto yapmak yerine sadece boy göstermek için gösterilere gittiklerini kastediyordu.

Allow me to demonstrate my invention to you. - Size buluşumu göstermeme izin verin.

gösterme
shew
gösterme
showing, indication, display, exhibition
gösterme
designate
gösterme
displaying

Dan began displaying symptoms of Alzheimer's. - Dan, Alzheimer belirtileri göstermeye başladı.

gösterme
daylight
Türkçe - Türkçe
Etmek
Herhangi bir biçimde değerlendirmeye yol açmak
Güzelliğini ortaya çıkarmak, temsil etmek
Güzelliğini ortaya çıkarmak, temsil etmek: "Bu seni ablandan daha şirin gösteriyor, emin ol!"- R. N. Güntekin
Bir şeyin etkisi altında tutulmak
Sert bir biçimde karşılık vermek
Birini veya bir şeyi işaretle belirtmek
Kanıtla inandırmak. Öğretmek, açıklamak
Öğretmek, açıklamak
Kanıtla inandırmak
Yapmasını söylemek, görevlendirmek
Görünmek, benzemek
Sert bir biçimde karşılık vermek: "Anası da babasının küfürlerini tekrarlıyor, evde ona göstereceğini söylüyor, gözlerini açıyor, başını sallıyordu."- Ö. Seyfettin
Görülmesini sağlamak, görmesine yol açmak
Belirtmek, anlatmak
çıkarmak
teşhir etmek
baş göstermek
Belirmek, ortaya çıkmak, zuhur etmek, vuku bulmak: "Bu kış yine, kök kömürü sıkıntısı baş gösterecekmiş."- H. Taner
Gösterme
teşhir
Gösterme
irae
gösterme
Göstermek işi
gösterme
Teşhir, sergileme
göstermek