Raftaki ilaçlar serbestçe satılabilir.
- The drugs on the shelf can be freely sold.
Bu, onları bir ders kitabı için, bir uygulama için, bir araştırma projesi için, her şey için yeniden serbestçe kullanabileceğin anlamına gelir.
- This means you can reuse them freely for a textbook, for an application, for a research project, for anything!
Sorunu özgürce tartıştık.
- We discussed the problem freely.
O parasını her zaman özgürce harcıyor.
- He always spends his money freely.
Sami cezaevinde rahatça dolaşabilirdi.
- Sami could move freely around the prison.
Tom bir bağımsız yazar.
- Tom is a freelance writer.
Hiç kimse gerçekten özgür değildir, çünkü bağımsızlıklarının kölesi olan insanlar var.
- Nobody is truly free, because there are people who are slaves of their independence.
Herkes katkıda bulunmakta özgürdür.
- Everyone is free to contribute.
Yaşlılar, Usenet günlerinde internetin daha özgür olduğunu iddia edebilirler.
- Old-timers might argue the Internet was freest during the Usenet days.
Her şahıs saldırısız toplanma ve dernek kurma ve derneğe katılma serbestisine maliktir.
- Everyone has the right to freedom of peaceful assembly and association.
Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
- Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
Bedavaya bir dil öğrenin.
- Learn a language for free.
Yanında iki kutu bedava ayakkabı cilası ile birlikte onlar sadece 50 dolar.
- They're only $50 with two cans of shoe polish free of charge.
Bu eşyalar vergiden muaf.
- These goods are free of tax.
Batı Berlin Sovyet kontrolünden muaf kalacaktı.
- West Berlin would remain free of Soviet control.
Onu ücretsiz alabilirsin.
- You can get it for free.
Linux ücretsiz bir işletim sistemidir, denemelisiniz.
- Linux is a free operating system; you should try it.
O, bu biletleri parasız aldı.
- Tom got these tickets for free.
Onu parasız alabilirsiniz.
- You may get it free of charge.
Bu beleş bir gazetedir.
- This is a free newspaper.
Buralarda beleşçi istemeyiz.
- We don't want any freeloaders around here.
Cuma öğleden sonra boş musunuz?
- Are you free on Friday afternoon?
Ben boş olsam, onun davetini kabul ederim.
- If I were free, I would accept his invitation.
Tom kendini kurtarmak için mücadele etti.
- Tom struggled to free himself.
Küçük oğlan kendini polis memurundan kurtarmak için uğraştı.
- The little boy struggled to free himself from the policeman.
Mahkumlar serbest bırakıldı.
- The prisoners were set free.
Kendileri için çalışmak üzere serbest bırakıldılar.
- They were freed to work for themselves.
Onlar köleleri özgürleştirmek için savaşmazlardı.
- They would not fight to free the slaves.
Sığırlarının serbestçe başıboş gezinmelerine izin vermemeleri teşvik edildi.
- They were encouraged not to let their cattle roam freely.
Bizim şehrimiz hava kirliliğinden uzaktır.
- Our city is free from air pollution.
Acil çıkış yolları, kamu güvenliği için tıkanıklıklardan uzak tutulmalıdır.
- Emergency exits must be kept free of blockages for public safety.
Masum bir adamı hapishaneye göndermek bir suçluyu serbest bırakmaktan daha kötüdür.
- It's worse to send an innocent man to prison than to let a criminal go free.
Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
- Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.
- Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment.
Bu eşyalar vergiden muaf.
- These goods are free of tax.
Orada Akai onlara katılır ve bu bitiş çizgisinin önünde herkese açık bir yarışma olur.
- There Akai joins them and it becomes a free-for-all in front of the finish line.
Kapım her zaman açık. İstediğin zaman ziyaret etmeye çekinme.
- My door is always open. Feel free to visit when you want.
Telefonu kullanabilir miyim? Lütfen rahat olun.
- May I use the phone? Please feel free.
Sami cezaevinde rahatça dolaşabilirdi.
- Sami could move freely around the prison.
Ben bu CD çaları ücretsiz aldım.
- I got this CD player for free.
Gençken,birçok şeyi ücretsiz aldım.
- When I was young I got lots of things for free.
I will freely help you.
Wine was flowing freely.
The free group on three generators.
The drain was free.
z is the free variable in \forall x\exists y:xy=z.
Go sit on this chair, it's free.
Furthermore, the free anterior margin of the lobule is arched toward the lobe and is often involute.
OpenOffice.org is free software.
All drinks are free.
He was given free rein to do whatever he wanted.
a free man.
Whether deserved or not, the free gave Cresswell the chance to cover himself in glory with a shot on goal after the siren.
We had a wholesome, filling meal, free of meat.
I got this bike free.
... be allowed to specify their OS and the programs running on them to freely choose that nub ...
... freely and peacefully and have a say ...